Hatırlayınız, geçenlerde Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “sahipleri israilin tasmasını eline alsın” demişti. Gerçi kim kimin sahibi veya kim kimin tasmasını elinde tutuyor, bir şey söylemek zor olsa da şahit olduğumuz bir gerçek de var… O da şudur: Birkaçı dışında İslam Ülkelerinin de bu soykırımda birer suç ortağı olarak tarihe geçtikleridir. Üzülerek ifade edelim ki, bu ülkelerden biri de Gazze ve israil hakkındaki söylemleri ile eylemleri birbirine tamamen zıt olan Türkiye’dir.
Haliyle insan sormadan edemiyor, defalarca “soykırımcı”, defalarca “terör devleti” ve defalarca işgalci dediği israil ile ticaretini dahi kesme iradesini ve gücünü ortaya koyamamış iken, bu sırtlanlar sürüsüne karşı Gazzelilerin haklarını koruyabilir mi?
Aynı güvensiz durum diğer İslam Ülkeleri için de geçerlidir.
Çünkü soykırım boyunca iki kez bir araya gelen İslam İşbirliği Teşkilatı’nın her defasında ittifak ettikleri biricik konu, “Filistinli diğer grupların silahlarını da bırakarak Mahmut Abbas’ın liderliğindeki Fetih Örgütüne iltihak etmeleri” oldu.
İnsan sormadan edemiyor, bundan daha utanç verici bir şey olabilir mi? Ve Gazzelilere bundan daha büyük bir ihanet olabilir mi?
Düşünebiliyor musunuz, Gazzeliler, ana rahmindeki bebeğinden başlayarak her yaştan on binlerce şehit veren Gazzeliler, bu hazretlerin yüce buyruklarına lebbeyk diyecekler ve en büyük marifetleri israile uşaklık olan Mahmut Abbas’a teslim olacaklar…
Şimdi de bakıyoruz, Büyük Şeytandan bir görev çağrısı geliyor. Tabii ki, istekleri sadece Türkiye ile sınırlı değil. Her İslam Ülkesine gücüne, konumuna ve hareket alanına göre bir görev veriyor. “Görev veriyor” diyoruz, çünkü öyledir.
Peki, neden barış?
Çünkü Gazze’de soykırım yapmaktan öte bir askeri başarı elde edemediler. Hakeza vurdukları Lübnan’da da güçlü bir direnişle karşılaştıkları için, ilerleyemedikleri gibi, beklediklerinin üstünde kayıplar da yaşadılar.
Anlaşılan, askeri yoldan elde edemediklerini diplomasi yoluyla elde etmek istiyorlar. Ve bunun için en kullanışlı gördükleri de şimdiye kadarki işbirlikçi İslam Ülkeleridir. Biden’in açıklamalarında her ne kadar Türkiye, Mısır ve Katar geçiyorsa bile, HAMAS’ı ikna etme konusunda Türkiye’ye öncelik verebilirler. ABD, Afganistan’da da aynı politikayı izlemiş ve o zamanlar NATO Özel Temsilcisi görevine getirdikleri Hikmet Çetin üzerinden Afganlıları boyunduruk altına alma yoluna gitmişti.
Başkan Erdoğan’ın da, bugüne kadar hem defalarca ateşkes çağrısında bulunmuş olmasından ve hem de inisiyatif almaya harız olduklarını açıklamış olmasından hareketle diyebiliriz ki, Türkiye de Gazze’de olası bir barış için aktif rol almaktan geri durmayacaktır.
Evvela bilmek gerekir ki, literatüründe barış olmayan israil ve ABD’nin Gazze’de bir barıştan yana olmayacağı şüphesizdir. Eğer başarabilirlerse, yapacakları şey şudur: İslam Ülkelerinin askerlerinin de içinde bulunduğu bir barış gücünü Gazze’ye yerleştirmek ve onlar üzerinden Filistinlileri önce silahsızlandırmak, ikinci adımda Mahmut Abbas’a bağlamak, üçüncü adımda işgal etmek ve bunlar da yeterli olmadığı takdirde, Filistinlileri yerlerinden etmek…
İlkesel olarak Türkiye'nin Gazze'de ateşkes sürecinde yer almasından yanayız. Ama korkumuz, tıpkı Afganistan’da olduğu gibi emperyalistlerin kirli emelleri doğrultusunda hareket edebileceğidir. Mesela, ABD, Türkiye’nin de kabul ettiği ve İİT ülkelerinin imzaladıkları, “Filistinli Grupların kendilerini feshedip Abbas’a teslim olmaları” şeklindeki çağrıyı – düşünceyi tepe tepe kullanmaktan geri durmayacaktır.
Sonuç olarak, onlar her zamanki gibi tuzak üzerine tuzak kuracaklardır. Ama önemli olan, bizim bu tuzakların neresinde durduğumuz ve bu tuzaklara karşı ne yaptığımızdır.