Mehmed Göktaş

Mekke`nin en geveze insanı kimdir?

15.02.2013 14:09:00 / Mehmed Göktaş
Hz. Ömer (r.a) Müslüman olduktan sonra böyle demişti. “Mekke`nin en geveze insanı kimdir?” diye sormuştu. Çünkü imanını herkese haykırmak istiyordu, istiyordu ki bir tek kişi kalmaksızın bütün bir Mekke halkı bilsin Ömer`in Müslüman olduğunu.
Hatta bundan önce, ilk olarak Ebu Cehil`e gidip kapısını çalmış ve Müslüman olduğunu ona söylemişti. Biliyordu ki Rasûlullah(s.a.v) `e en çok düşmanlık yapan kişi Ebu Cehildi, ilk önce onun duymasını istiyordu. Ebu Cehil çılgına dönmüş ve hızlıca kapıyı yüzüne kapamıştı.

Sabah olduğunda içi içine sığmıyordu, çocuğuyla kadınıyla erkeğiyle bütün bir Mekke`nin bilmesini istiyordu. Onun için bu işi en iyi yapacak kimseyi, Mekke`nin en geveze insanını, en çabuk söz getirip götürenini arıyordu.

“Mekke`nin en geveze insanı Cemil bin Ma`mer” dediler. Sabah olur olmaz Hz. Ömer (r.a) bu adamın evinin yolunu tuttu ve kapısını çaldı, açınca da gözünün içine baka baka yüksek sesle kelime-i şehadet getirdi, Hazret-i Muhammed`in safına geçtiğini bildirdi.

Adam şaşkına döndü, “Ey ahali, Ömer sapıttı!” diye bağırarak Kâbe`ye doğru koşmaya başladı, Hz. Ömer de onunla gidiyordu. Kâbe`nin yanında oturan kodamanlara varınca bağırdı:

-Ömer sapıttı. Ömer Sâbii oldu, Ömer atalarının dinini terk etti!

Hz. Ömer (r.a) öfkeyle adamı tuttu ve “Yalan söylüyorsun, ben Müslüman oldum” dediyse de adam kendi bildiğini okuyordu. O gün, güneş batıncaya kadar oradakilerle mücadele edip durdu.

Bir insan için en kötü şeylerden birisi, kendisini ifade etme işini başkalarına, ikinci ve üçüncü şahıslara bırakmasıdır.
Allah (c.c) Rahman suresinin başında “allemehu`l beyân” - ona beyanı, yani kendini ifade edebilme yeteneğini- ihsan ettiğini bildirmektedir.

Gerçekten de bir insan için en büyük mutluluklardan birisi kendisini, kendi kimliğini ve düşüncelerini muhataplarına ifade edebilmesidir. Bunu yapabildiği zaman gerçekten mutlu olur, mutmain olur. Velev ki karşısındakinden olumlu bir yaklaşım görmese bile. Çünkü en azından kendisi yapabileceğini yapmıştır.

Aynı şekilde, bir insanın kendisini muhataplarına ifade edememesi, düşünce ve duygularını sunamaması ve böylece toplum içerisinde yanlış bilinmesi, yanlış anlaşılması büyük bir üzüntü kaynağıdır. Bu ister kendi yeteneksizliğinden kaynaklansın, ister kendisini ifade etme yoluna hiç teşebbüs etmediğinden veya edemediğinden olsun.

Evet, başkalarının bizi bilmemesi veya yanlış bilmesi bizim için önemli bir eksiklik ve üzüntü kaynağıdır. Eğer buna bir de biz sebep olmuşsak, yani kendimizi birinci ağızdan ifade etmemişsek…

Bunu bir şahıs olarak değil de önemli bir camia olarak düşündüğümüzde mesele daha çok önem kazanmaktadır. Yani, asla ihmal edilecek bir tarafı kalmaz.

“Bizi bir de bizden dinleyin, bizden öğrenin. Evet, bizi sadece ve sadece bizden öğrenin demiyoruz, elbette başkalarından da öğreneceksiniz, fakat bir de bizden dinleyin, bizden öğrenin.” dediğimiz ve bunun gereklerini yerine getirdiğimiz halde buna rağmen maksadımıza ulaşamamışsak, yani kendimizi ifade edememişsek “Efendim, ne yapalım artık, bizden vebal gitti” deyip orda duracak mıyız, artık vebali başkalarının omuzuna yüklemiş mi olacağız?

Bu ülkede bu camianın bizzat kendisini anlatması, muhataplarına birinci ağızdan kendisini sunmasının Müslümanlar için çok önemli bir dönüm noktası olacağına inanıyorum. Çünkü az da olsa bunu yerine getirdiğimizde her şeyin baştanbaşa değiştiğine şahit oluyoruz.

İmam Serahsî hazretleri, cihadı tarif ederken birçok tarifin yanı sıra bir de “Cihad, İslam`ı birinci elden, birinci ağızdan sunmaktır.” der.

Şu anda kampanyasını yürüttüğümüz gazetemize, dergilerimize ve sesinin daha gür çıkması için çırpındığımız medyamıza bir de bu gözle bakınız.
 
 
Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar