Değerli kardeşlerim! Bildiğiniz gibi bilişim ve iletişim teknolojilerinde büyük gelişmeler oldu ve olmaya da devam ediyor. İnsanlık yepyeni bir durumla karşı karşıya kaldı. Zihnimiz, aklımız, kalbimiz ve ruhumuz bu süreçlerde çok derinden etkileniyor. Maddi ve manevi bütün ilişkilerimiz, dini hayatımız, manevi hayatımız büyük bir değişim ve dönüşüm geçiriyor.
Adeta bütün hayatımız dijitalleşti. Sanal bir dünyaya mahkûm olduk. Özellikle içinden geçtiğimiz bu koronavirüs sürecinde bu mahkûmiyet daha da arttı. Eğitim ve öğretim artık bu mecra üzerinden yürüyor. İş hayatının olmazsa olmazları arasına girdi. Sanatsal etkinlikler, kültürel faaliyetler hatta dini faaliyetlerimizi bile dijital mecralardan icra ediyoruz.
Bütün bunları birlikte değerlendirdiğimizde insanlığı kuşatan adeta yeni bir uygarlık doğdu, buna sanal uygarlık diyebiliriz. Şüphesiz bu uygarlığın bilgiye kolay erişimi gibi, iletişim imkanlarını artırması gibi insanlığa faydaları inkâr edilemez.
Fakat bu uygarlığın getirdikleri kadar götürdükleri de var. Bu konu üzerinde şunu desek yanlış söylemiş olmayız. Bu uygarlık bizleri pasif birer seyirciye dönüştürüyor. Bu uygarlığın en büyük hareket noktası akıl değil; gözdür. En büyük eylemi, düşünmek değil; bakmaktır. Müşahede etmek değil seyretmektir. Bu uygarlıkta göz bir gözlem aracı olmaktan çıkıyor, bir arzu, istek hatta bazen bir şehvet aracına dönüşüyor. Maalesef ki bunlarda beraberinde bencillik, şiddet ve doyumsuzluğa sebep oluyor.
Bu uygarlıkta insan hem kendisi ile hem öteki ile hem de âlemle ilişkisini hakikat üzerinden değil suret ve görüntü üzerinden kuruyor. Bu uygarlıkta insanlar görsel idraki ön plana koyduğundan aklın idrakini zayıflatıp, kalbin idrakini bir çeşit ölümle karşı karşıya bırakıyor.
Allah'ın bizden istediği külli bir idrake sahip olmamızdır. Sadece duyularımız veya gözümüzle değil, aklımızla ve kalbimizle idrak etmemizdir. İnsan ancak böyle külli bir idrak ile iman edebilir, ancak böyle bir mana ile mülk ve melekût alemini birlikte kavrayabilir.
Kur'an kâinatı bir bütün olarak kavrayan külli idraki nazar olarak isimlendirmiştir.
“Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak!” (30/50).
Veya “De ki: yeryüzünde gezip dolaşın, mücrimlerin sonları ne olmuş bir görün.” (27/69).
Bu gibi ayetlerde bizden istenen sadece bakmak değil, bir külli idrak sahibi olmamızdır.
İnsan idraki ise üçe ayrılır. Birincisi aklın idraki, ikincisi kalbin idraki, üçüncüsü ise hissi idraktir. Aklımızın idraki tefekkürle, tezekkürle ve tedebbürle bir sonuca ulaşmaktır. Kalbi idrak ise aklı idraki de yanına alarak basiret, feraset ve ibretle bir sonuca varmaktır. Hissi idrak ise beş duyu organımızla kavradığımız her şeydir. Görsel idrak sadece inanç dünyamızı etkilemiyor, ahlakımızı etkiliyor ve dönüştürüyor. Görsel idrakin egemenliği insanın tahmin bile edemeyeceği gayri ahlakilikleri görselleştiriyor, cinsiyeti metalaştırıyor ve mahremiyeti yok ediyor.
Ülkemizde ve dünyada yayınlanan çoğu dizi ve filmlerde hâkim olan iki olgu ise; mahremiyetsizlik ve cinsiyetsizliktir. Görsel idrakin egemenliği bakma amelini bir şehvete, görme amelini hazza dönüştürüyor. Hatta hayallere ve rüyalara bile hükmeder hale geliyor. Ya insanın hayalini yok ediyor yahut seyrettiği görsellerle hayalini de inşa ediyor.
Şunu hiçbir zaman unutmamamız gerekir! Hayal ölünce şiir ölür, hakikatin beyanı olan edebiyat yok olur. Hayal ölünce varlığın aynası olan gerçek sanat ortadan kalkar, zaten bu sebepten değil midir günümüzdeki dizi ve filmlerin edebiyattan uzak sadece görsele hitap ediyor olması.
Yukarıda bahsettiğimiz bu sanal uygarlıkta kurtuluşa ermek ve çözüm üretmek istiyorsak, ancak hayâ ile hayat bulabiliriz, hayâ ile ihya olup yeni bir dirilişe öncülük edebiliriz.
Sözlerimi Mevlâna’nın şu sözü ile bitirmek istiyorum. “Allah'tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah'ın lütfundan mahrumdur.”
Selam ve dua ile.
Talha Ölmezoğlu (Konuk Yazar)