Rahmân ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla...
Allah-u Zülcelâl insanı; sevmek, sadakatle bağlanmak istidadıyla yaratmıştır. Her insan dünyaya geldiği günden itibaren de çeşitli sevgi ve bağlanma tecrübeleri yaşayarak gelişir.
Kişinin gönül bağladığı şeylerle yaşadığı imtihanlar insanı arındırır ve bunun sonucunda kalbindeki sevgi de saflaşır. Zaten Cenab-ı Hakk’ın kullarını yeryüzü gurbetine indirip, çeşitli belalar ile imtihan etmesinin bir hikmeti de budur. Yani Allah-u Zülcelâl istiyor ki kulları, Rabbini arasın, istesin, muhabbetle şevk ve iştiyak duysun…
Rabbimiz bizi her an görüyor olsa da biz O’na karşı perdeliyiz ve ona hasret duyuyoruz. Ama öte yandan O’nu bize tanıttıran ve bizi O’na ulaştırabilecek olan çeşitli hidayet ve yakınlaşma vesileleri de ihsan edilmiş ve o vesilelere sarılmamız emredilmiştir: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’na yaklaşmak için vesile arayın.” (Maide; 35)
Allah bizi kendisine yaklaştırmak adına türlü türlü vesileler kılmıştır; arşı, semayı ve bunlar arasındaki her şeyi okumak, huşu içinde namaz kılmak, dualarda bulunmak, bir tebessümde sadakayı aramak... Allah’ın bütün bu vesileleri, emirleri bizi sevgi imtihanından geçirir. Misal; namaz ve oruçta nefsimizin sevdiği şeylere karşı olan duygularımızı O'na feda etmeden Allah’ı rızasına erişemeyiz. Veya mali ibadetleri yerine getirirken sadece mala karşı duyduğumuz sevgiden değil, kendileri için mal mülk biriktirme sevdasına düştüğümüz evlatlarımıza karşı duyduğumuz sevgiden de fedakârlık ederiz kimi zaman, Rabb bizden razı olsun diye. Peygamber Efendimiz torunlarını öpüp severken, “Siz çocuklar, anne babalarınızı (infakta) cimriliğe, (cihatta) korkaklığa, (ilim öğrenmekten geri kalıp) cahilliğe sürüklersiniz,” (Tirmizî, “Birr”, 11; İbn Mâce, “Edeb”, 3) buyuruyordu.
Kâinata baktığımızda akıl almaz bir büyüklükle karşılaşıyoruz. Bu kainat ise trilyonlarca yıldızlarla, gezegenlerle, varlıklarla döşenmiştir gerek arzda gerek arşta. Bu kadar büyük bir kâinatta biz insanlar ise küçük bir gezegene yani dünyaya doldurulmuş vaziyetteyiz. İşte bu kainatı göz gördüğünde, idrak ettiğinde bir tefekkür halini alır, bunların yaratıcısını ilmin kudretini görür ve muhabbeti, sevgisi artar Rabbine karşı.
Allah Teâlâ bir ayet-i kerimede insanı çeşitli türden akrabalık ilişkileri içinde yaratmasına dikkat çekerek şöyle buyurur, “Sudan bir insan yaratıp ona bir soy ve hısımlık bağları yapan O’dur. Rabbinin her şeye gücü yeter.”(Furkan, 54)
Demek ki Allah-u Zülcelâl, birbirimize karşı sevgi ve şefkat duyar şekilde yaratmayı seçmiş, aramıza çeşitli duygular koymuş. Hem bize de bu aramızdaki muhabbet bağlarını koparıp bencilleşmeyi de yasaklamıştır, sıla-ı rahmi diri tutturarak: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”(Nisa; 1)
Dikkat edersek Allah-u Zülcelâl insanlarla ilişkilerimizde görevlerimizi yerine getirmeyi ve şefkatle muamele etmeyi emrediyor. Öte yandan Allahu Zülcelal’in sevgisinden başka sevgilere takılıp kalmak, bunları asıl gaye haline getirmek de insanda eksen kaymasına sebep olabiliyor. Bu sebeple Allah’ın herhangi bir emri ile bir sevdiğimize karşı olan duygularımız arasında kaldığımız zaman Allah’ın emrinin hemen ağır basması, diğer duyguyu hakkı olan sınıra doğru itmesi gerekir.
Yazının diğer yarısıyla bir araya gelme ümidiyle...
Selam ve duâ ile...
Semra Yıldırım (Konuk Yazar)