Gel ey azizim gönüllere aşk ekelim. Alarak bir avuç iman, serpelim dünyanın dört bir yanına, yüreklerde sevda yeşertelim. Tutuşsun da o aşkın alevinden yürekler, nice aşk erleri devşirelim.
Sonra o tohumlar yeşerince nevşu nema bulur kutlu baharlar. Sula ey gönlümün azizi o tohumları gözyaşlarınla ki yeşersin adı aşk olan nice fidanlar. Her biri ders almışçasına Mecnun’dan, çöllere vursun kendini; hakkın önünde engel olacak tüm dağları delsin Ferhatça bir sevdayla.
Sonra aşarak kıtaları, Endülüsleri almak uğruna, yaksın tüm gemileri Tarık Bin Ziyad aşkıyla. Geri dönüp bakmayı ar bilsin yiğitler. Koca koca yürekler yeşersin bu bereketli topraklarda. Her biri Medine’ye çevirsin tüm diyarları Musapçasına. Ali gibi, bir pula satsın dünyayı. Ne mal ne makam hiçbir hırsa kapılmadan hak adına, Hakka adansın o pak gönüller. Rüyası, aşı, sevdası hep hak davası olsun o canların.
Ne de hasrettir ki bu mazlum coğrafya, Ali gibi ilmi kuşanan, Ömer gibi adalet saçan o pak yiğitlere; Ebubekir misali bir sevdayla Peygamberi seven sonra her şeyini onun yolunda feda edenlere. Ah Aişeler ne zaman yetişir ilme beşik olacak, ne zaman yeşerecek Zeynep’in Fırat kıyısına ektiği Hüseyin kokulu o gül goncaları, ne zaman serpilecek feryadının yankısı, ne zaman diriltecek ümmetin uyuyan yüreklerini?
O kucaklar ki Fatihler, Enesler, Fatmalar yetiştiren ne zaman serpilip adanır hak davasına? Kendini küçük görme hastalığı ne zaman bitecek, ne zaman Kudüs diye gözüne uyku girmeyen Selahattin yetiştirmeye adanır kadınlar? Coğrafyam kan ağlarken hangi yokluğa ağlayacak gözler? Bayrağı devralmanın zamanı gelmedi mi ey çağın Zübeyir yürekli yiğitleri?!
Senin uyanışın ümmetin uyanışı olacak, ruh üfleyecek ölüm toprağı serpilmiş ümmete. Ve sonra adı gayret olan bir zırh kuşanacaksın. Er meydanında vuruşmadan önce nefis adlı düşmanını yeneceksin. Nefsi tüm düşmanlardan daha düşman bileceksin ki ihlas sancağını taşımaya layık olasın.
Ey Yiğidim aldanma başka unvanlara bil ki en büyük unvan kul olmaktır. Kul olmayı bilmeden mandan olunmaz ki azizim. Bilge olmak, alim olmak marifet değil ki, kendini bilmedikten sonra. Buğday başağı misali doldukça ilim, irfan, marifet nurları ile başın her daim önünde eğik duracak, tevazu kuşanacaksın. Öyle haşin, öyle hoyrat, bencil ve mağrur olmaz ki hak aşığı. Aşk bir od’dur, pişirir ehlini hamlıktan, çiğlikten eser bırakmaz. Eğer hak aşığı isen pişeceksin azizim sonra yola revan olacaksın.
Yeter değil mi ümmetin inleyişlerine kulak tıkamışlık. Ümmetin dertleriyle ne zaman dertleneceksin? Ümmetin parçalanmışlığına, savrulmuşluğuna sensin tiryak. Sonra bir meşale yak, bir sancak dik, yeryüzünün orta yerine. Çıkarak Safa tepesine haykır : “Ey alimler, ey ehli gayret, ey İslam’ın evlatları, ey Hamiyet sahipleri, ey Müslüman gençler, yaşlılar, kadın ve erkekler! Toplanın, toparlanın. Gün birlik günüdür, gün gayret günüdür, Allah’ın ipine sarılma günüdür.” Sonra Ey yiğidim bu birlik çağrısına kimseler gelmese bile asla yılmadan, yıkılmadan sen yola revan ol. Çünkü bu yol Allah’ın yoludur. Ve o davasını yalnız bırakmaz. Yeter ki sen vazgeçme, ey çağımın susadığı ab-ı hayat.
Mürvet Okur