KONUK YAZAR - SEHER TOPRAK
Akıl ve izan sahibi herkes, yaratılmış olan her şeyde, muazzam bir ölçü ve nizam olduğunun farkına varmakta zorlanmaz. Kâinattaki bu intizamla uyumlu bir yaşam, ancak İslam’ın ideal toplumunu tesis etmekle mümkün olabilir. Şuurlu her Müslümanın öncelikli hedefi bu toplumu kurmak için bireysel bir çaba göstermek olmalıdır. İlim almak ise bu yolun ilk basamağıdır.
Allah Rasulü (S.A.V.) “ilim Çin’de de olsa onu alınız.” hadisiyle ilme verdiği değeri ortaya koymaktadır.
Nitekim imandan sonra amel geliyor ancak, iman ile amel arasında olmazsa olmaz bir şey var ki o da ilim öğrenmektir. İlim olmadan amel olmayacağı gibi, iman da sallantıda kalır. İmanın hakikatine ulaşmak ve hem bu dünya, hem de ahiret saadeti için en önemli vasıta ilimdir.
İlmin önemi ile ilgili kitaplar dolusu bilgiye ulaşmamız mümkün. Yalnız dikkat edilmesi gereken şey, bu konuda ifrat veya tefrite düşmeden, İslam’ın öngördüğü ölçüyü gözeterek, ilme talip olmaktır. Bu ölçü dikkate alınmadan atılacak her adım, kişiyi istikamet çizgisinden uzaklaştırır.
Konu ile ilgili şu hikmetli söz, ilim tahsilinde hangi safhalardan geçilmesi gerektiğini özetler mahiyettedir.
“İlmin başı susmaktır. Sonra kulak verip dinlemek gelir. Sonra dinlenilen ilim kalbe nakşedilir. Sonra onunla amel edilir. ( ilim yaşanılır) sonra da insanlara dağıtılır.” ifadelerini kullanır, Muhammed bin Nadr.
Bu sıralamaya uyulmadan elde edilen her ilim, sahibine külfettir. Zira ilim yolu zahmetli ve bir o kadar meşakkatlerle doludur. Zaten ilmin değeri de buradan gelir. Çünkü sıkıntı çekmeden elde edilen hiçbir nimetin kıymeti yoktur.
İlim sahibi olduktan sonraki adım, onunla amel etmektir. Amel edilmeyen ilim, kişi için hesabını ağırlaştırmak dışında bir fayda vermez. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu tarz kişiler için Rabbimiz; ‘kitap yüklü merkepler’ tabirini kullanır.
Amel ettikten sonraki adım ise, öğrendiklerini başkalarına aktarmak olmalıdır. İlmi akan bir nehre benzetebiliriz. Nehrin kaynağı ilim tahsil etmek, akışı ise kendimizden sonrakilere bilgiyi ulaştırmak olarak düşünelim. Zira kişi, ilmini tamamladığını düşünerek öğrenmeyi bırakırsa, körelir. Bu nedenle ilim sahibi ilmi kaynağından kesintisiz bir şekilde alıp, kendisinden sonrakilere aktarmakla sorumludur. Nehri kurutmamak için doğal akışını sağlamak gerektiği gibi, ilmin tabiatı da bu anlamda devamlı bir sirkülasyon gerektirir.
Müslümanlar ilmin değerini yitirdikleri günden bu yana ne yazık ki; gerilediler. Bu gerileme dünya için çok pahalıya mal oldu. Yolunu şaşırmış insanlar, emperyalizmin sunduğu sahte kurtuluş reçetelerine sarılmak durumunda kaldılar. Bu reçeteler hiçbir soruna çözüm olamadığı gibi, insanlığı uçuruma her geçen gün biraz daha sürüklemeye devam ediyor. Hak ve adalet arayışı içerisinde olan yığınla insan, yanlış ideolojiler peşinde ömür tüketiyor.
İnsanlığın tüm sorunlarına, ab-ı hayat olan ve iki cihan saadeti vadeden tek kurtuluş yolu elbette İslam dinidir. Kaynağı vahiy olan, aydın ve entelektüel ilim sahiplerine olan ihtiyaç günümüzde her zamankinden daha fazladır. Bu hakikat apaçık ortadayken tüm Müslümanlar, insanlığın çektiği bu ızdıraptan sorumlu tutulacaklardır. Bu bağlamda herkes üzerine düşeni yapmalı, insanlığın kurtuluşu için elini taşın altına koymaktan imtina etmemelidir. Bu anlamda ödenen her bedel, yapılan her fedakârlık elbette kat kat mükâfata vesile olacak ve Rabbimizin rızasına bizleri ulaştıracaktır inşaallahu teâla…
*Kamer 49