Uzun zamandır bana sıkıntı veren bir konu ile ilgili yazmaya beni muvaffak kılan Rabbim'e hamd ediyorum. Her ne kadar konunun ehli olmaktan uzak olsam da siyer alanında yaptığım araştırmalar ve yakın çevremdeki gençlerin içler acısı durumu beni bu konuda bir şeyler yazmaya sevk etti.
Zira konu çok vahim ve İslam'ın temeline dokunan bir önem arz ediyor. Günümüze kadar bütün İslam alimlerinin kabul ettikleri İslam'ın iki ana kaynağından biri hadislerdir. Hadisleri inkar etmenin İslam'ı doğru bir şekilde anlamayı imkansız hale getireceği şüphe götürmez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Bu fikriyatın en kaçınılmaz sonuçlarından birisi maalesef Peygamberi inkar (deistlik) olacaktır. Geçtiğimiz günlerde çarşaflı bir kardeşimizin, “Ben sadece Kur'an'ı bilirim, hadisler dinin kaynağı olamaz!” söylemi bu konuda, beni iyiden iyiye dert sahibi yaptı.
Özellikle din alanında ihtisas yapmış bazı şahsiyetlerin insanların zihinlerine akıttıkları bu zehirli fikirler maalesef ki tamiri zor tahribatlara yol açıyor. Toplumları yönlendirmek isteyen akımlar temelde doğru bir tez üzerine kurulurlar. Fakat daha sonra bu doğrular üzerine yalanlar ekleyerek insanları saptırırlar. Dinler tarihine bakıldığında bunun birçok örneğini görmek mümkündür. Salih insanları hatırlamak için yapılan heykellerin bir süre sonra putperestliğe dönüşmesi gibi...
Bunun gibi sadece Kur'an yeter diyenler de günümüzde istismar edilen bazı uydurma hadisler üzerinden, Kur'an'ın dışındaki hiçbir kaynağı kabul etmeme yanlışlığına düşüyorlar. Diyorlar ki; “Kur'an bize yeter. Peygamber sadece bir elçiydi, görevini yerine getirdi ve bitti. O da bizim gibi bir insandı. Dolayısıyla onun da hataları olabilir. O'nun yaptığı her şeyi yapmak, din değildir.” Veyahut şöyle diyenler var: “Biz sünneti inkar etmiyoruz biz uydurulmuş hadisleri inkar ediyoruz.”
Öncelikle Allah Rasulü'nün sadece bir insan olduğu konusuna değinelim. Evet, O bizim gibi bir insandı. Yer, içer ve uyurdu. Ama O’nu diğer insanlardan ayıran bir hususiyeti vardı ki; bu özellik O’nu üstün kılmak için yeterlidir. Şöyle ki, O’nun her davranışı vahyin kontrolündeydi. 23 senelik risalet süreci, aynı zamanda Rabbani bir eğitim alması anlamına geliyordu.
Abese suresinin ilk 10 ayeti bu konuya ışık tutan örneklerden yalnızca bir tanesidir. “(Peygamber)Suratını astı, yüzünü çevirdi. Çünkü O'na gözü görmeyen biri gelmişti. Sen nereden bileceksin, belki o arınacaktı. Yahut o öğüt alacak da öğüt kendisine fayda verecekti. Sen ise kendini her şeye yeterli görenle ilgileniyorsun. Onun arınmamasından sen sorumlu değilsin! Ama gönlünde Allah korkusu taşıyarak koşup sana gelenle ilgilenmiyorsun!”
Ayetlerin nüzul sebebi âmâ sahabi Abdullah bin Ümmü Mektum hakkındadır. Allah Rasulu Kabe’nin yanında Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri ile İslam hakkında konuşurken, adı geçen sahabi Allah Rasulü’nün yanına gelir ve; “Ya Resulallah bana İslam'ı anlat.” diye seslenir. Allah Rasulu cevap vermez, sadece yüzünü ekşiterek başını diğer tarafa çevirip muhatapları ile konuşmaya devam eder. İşte bu basit hareketi dahi vahiyle uyarılmasına ve hatta Rabbinin azarlamasıyla karşılaşmasına sebep olur. Bu tek örnek O’nun her davranışının vahyin denetiminde olduğunun kanıtıdır.
Yine O’nun sadece bir elçi olduğu düşüncesi, Peygamberi haşa bir postacı gibi, "mesajını iletti ve görevi bitti" gibi bir yaklaşıma sürükler. Rabbimiz Al-i İmran suresi 31. Ayette; “De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” buyurmuştur. Ayet açık bir şekilde Peygamber'e uymanın Allah'ın bizi sevmesine ve günahlarımızı bağışlama vesilesi kılacağına işaret ediyor.
Peki 'Peygambere uymak' ne anlama gelir? Bunu anlamak için yine Kur’an’a başvuralım; “Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” Ahzab suresi 21. ayet müminler için örnek olması gereken kişinin Allah Resulü olduğunu bildiriyor. Bu iki ayette belirtilen uymak ve örnek almak kelimeleri kişinin yaptığı şeyleri yapmak, yapmadıklarından uzak durmak, özetle taklit anlamına gelir.
İnsan fıtratında bulunan taklit etme özelliği birçok kişi tarafından bilinmektedir. Kişi eğer en kamil örnek olan Allah Resulünü taklit etmezse, -ki bu; sünnete uymak demektir,- fıtratın gereği olan taklit etme dürtüsü sebebiyle, başka kişileri taklit edecek ve hataya düşmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu taklit edilen kişi bazen bir lider, bazen bir sanatçı, bazen bir futbolcu, bazen bir internet fenomeni dahi olabilir. Yaşadığı toplumu gözlemleyen bilinç sahibi her Müslüman bunu kolaylıkla fark edebilir. O halde, mademki taklit etmek fıtratın gereği ve bizler bundan kaçamıyorsak; O halde en mükemmel insana benzemeğe çalışmaktan daha olağan ne olabilir? Ki ayet-i kerimede Rabbimiz, “Sen mükemmel bir ahlak üzeresin.” buyuruyor.
Öte yandan uydurulmuş hadisler konusuna gelecek olursak, bu da yine çok tehlikeli bir mecradır. Hadislerin Kur'an'la çelişmemesi konusu tabi ki önemli. Fakat bir kişinin bu konuda görüş belirtebilmesi için Kur'an’ın tamamına vakıf olması elzemdir. Aksi halde ne Kur'an ne de hadis alanında yeterince bilgisi olmayan günümüz gençliğinin böyle bir şüphe ile kafasının karışması, bir süre sonra sünnetin tamamını inkâr etmeye başvurması kaçınılmaz olacaktır.
Kur’an ve sünnet ilişkisini kısaca tanımlamak gerekirse; Kur’an teorik olarak Rabbimizin bizden neleri yapıp nelerden sakınmamız gerektiğini açıklar. Sünnet ise Rasulullah'ın pratiğinde, emredilen ve nehyedilenlerin nasıl uygulanacağını gösterir. Aslında bu kadar açık ve basit bir tanımı olmasına karşın (bilerek veya bilmeyerek) hadislere karşı şüphe oluşturmak tamamen zihin bulandırma amacına hizmet etmektedir. Aklı başında olup, biraz temel İslami ilim almış bir kimse asla bu tarz fikriyatlara kapılmaz.
Veda hutbesi Allah Rasulü'nün tüm Müslümanlara verdiği evrensel mesajı niteliğindedir. Bu mesajda geçen bir cümle bütün konuyu özetler niteliktedir; “Size iki şey bırakıyorum, Kur'an ve benim sünnetim. Bu ikisine sarılırsanız asla yoldan sapmazsınız.”
Selam ve dua ile...
Konuk yazar: Seher Toprak