Malazgirt buluşması fotoğrafında HÜDA PAR’ın yer almasına en fazla tepki Marksist-Stalinist örgüt ve onun siyasetteki uzantısından gelmişti.
Onlara göre HÜDA PAR’ın, siyasi tezlerinden ve söyleminden en ufak bir geri dönüş yapmadan böyle bir fotoğrafta yer almasının bir önemi yoktu.
O sıralarda sosyal medyada çok şey söylendi; ama belki de en dikkat çekici olanlarından biri Beştaş’a verilen şu cevaptı:
“Dolmabahçe fotoğrafları verirken "devletin muhatabı biziz" havası atıyordunuz. Yeni bir çözüm süreci başlasın diye atmadığınız takla, yapmadığınız şaklabanlık kalmadı. Yorum yapma, çünkü o karede olamadığın için öfkelisin..”
Devletin, Devlet Bahçeli eliyle başlattığı yeni süreçte uzatılan eli büyük bir memnuniyetle sıktı silahlı örgütün siyasi uzantıları.
Meclise verilen ve “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar için denetimli serbestlik” içeren tekliflerde aynı parti mensuplarının ismi ortaya çıkınca “Sürecin” aslında bir süredir başladığı ortaya çıktı.
Kimse konuşmuyor, konuşanlar da “Muhatap İmralıdır” deyip işin içinden çıkmaya çalışıyordu.
Zana’nın, Baydemir’in ve en son da Demirtaş’ın örgütten yediği azar sonrası daha tedirgin ve temkinli bir dil kullanmaya özen gösteriyorlar.
Devlet Bahçeli’nin “Kürt-Türk kardeşliği” vurgusunu Ziya Gökalp üzerinden yapması karşısında bile olumlu ya da olumsuz bir tepki gösteremediler.
Oysa Türkçülük fikriyatının en önemli teorisyenlerinden biri olan Ziya Gökalp’in daha Cumhuriyet ilan ve Hilafet ilga edilmeden önce, 1922’de yazdıkları sonrası çok şey değişmişti. Hilafet kaldırılmış, Batı kaynaklı kanunlar ve yaşam tarzı dayatılmış ve buna karşı tepkiler şiddetli bir şekilde bastırılmış, çok sayıda idam söz konusu olmuştu. Şeyh Said kıyamı sonrası idamlar, tehcirler yaşanmış, Şark Islahat Planı adı verilen düzenlemelerle demografik yapıya müdahale edilmiş, Zilan ve Dersim’de kadın-çocuk demeden binlerce insan katledilmişti. Kemalizm’in etiyle kemiğiyle hayata geçirildiği bu dönemde ırkçı-asimilasyoncu politikalarla Kürtler dahil diğer etnik kimlikler yok sayılmış, Reşit Galip’in hazırladığı bir metin ile tüm okullarda herkese “Türk’üm” dedirtilmişti.
Yani özellikle 1930 sonrası Kemalizm’in “inkarcı” uygulamalarının “Ziya Gökalp Türkçülüğü” ile de bir alakası yoktu. Devlet Bahçeli’ye Kemalist uygulamalara bir eleştirisinin olup olmadığı, Türkiye Cumhuriyetinin heybesindeki “Kemalist günahlarla” da yüzleşmeyi düşünüp düşünmedikleri sorulabilir.
Ama göründüğü kadarıyla Marksist örgütün siyasi uzantılarının böyle bir gündemleri yok!
2015 öncesindeki “Çözüm süreci”ne dönmek istiyorlar.
Bir tarafta MİT ile görüşmeler devam ederken Dolmabahçe’deki gibi fotoğraflar çekmek istiyorlar.
Eskisi gibi “Örgüte ait alanlar” olmasını, oraya giren askeri vurma hakkı istiyorlar.
“Paralel devletler” inşa edip paralel ekonomilerle örgüte kaynak sağlamak, haraç vermeyeni yargılamak ve mafya usulleriyle cezalandırmak istiyorlar.
Her şey ellerinde iken ve hükümet ile bürokrasinin “çözüm süreci bozulmasın” diye çok şeye göz yumduğu, örgütün infaz ve saldırılarına “yol kazası” denildiği bir dönemde Ceylanpınar’da polisleri öldürdüler.
Her zaman yaptıkları gibi önce üstlendiler, bir ara “yerel birimlerin inisiyatifi” dediler, sonra tepkiler yükselince “provokasyon” dediler.
Oysa Kandil “Savaş baronu”nun dediği gibi Batı’da “ateşkes istemeyen” birileri vardı ve her zaman onların sözü geçiyordu.
Bahçeli’nin açıklamaları sonrası el sıkışmalara, tedirgin de olsa yeşeren umutlara ve TUSAŞ’a yönelik saldırıya bakarken Ceylanpınar’a kadarki süreci bir daha düşünün derim.
Evet, biri sürecin sonunda oldu, diğeri başında; ama buna rağmen çok fazla benzerlik bulabilirsiniz.