Tüketim, "üretilen veya yapılan şeylerin kullanılıp harcanması" anlamına gelir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra modern kapitalist sistemin dayatmasıyla tüketim, günümüz toplumlarının belirgin özelliklerinden biri haline gelmiş olmakla kalmamış, öyle ki günümüz toplumlarını tanımlayan bir sıfat olarak da kullanılmaya başlanmıştır. Bu canavar sistemde sermaye ve mal ilahlaştırılmış, birey, mülkün gerçek sahibinin Allah olduğu hakikatini ıskalayarak mülkün tasarruf yetkisini kendinde görmeye başlamıştır. Tüketim toplumu terimi, modernitenin klasik dönemini aşarak zamanla bütün ülkeleri tarif eden, merkezi bir değer haline gelmiş bulunmaktadır.
Fabrikaların ve sanayi sektörünün hâkim olduğu XIX ve XX. yüzyılın "modern" hayat tarzı, artık esnek üretim sistemlerinin yaygınlaşması, bilişim sektörlerinin öne çıkmasıyla yerini giderek tüketim(israf) olgusunun tanımlayıcı hale geldiği "geç modern" hayat tarzlarına bırakmış bulunmaktadır. Modern kapitalist sistem, Müslüman bireylere yalancı cennetler vadederek onları kontrol altına tutmaya devam etmektedir.
Günümüzde tüketim toplumu olma hali, Türkiye dahil dünya üzerindeki ülkelerin kahir ekseriyetinin baskın özelliklerinden birine dönüşmüştür. Kapitalist ekonomik sistemde tüketim, toplumun varoluşunun ana unsurlarından biri haline geldiği için "Tükettiğin kadar varsın" sloganı öne çıkmaktadır. Bu çerçevede tüketim toplumlarında özellikle medya aracılığı ile hiyerarşik bir metalar sistemi kurgulanmaktadır. Metalar da saygınlık ve statü sistemindeki konumlarına göre önem kazanmaktadır. Üstünlük de söz konusu metalar sistemindeki bir üst meta tüketimiyle bağlantılandırılmaktadır. Böylece tüketim tarzları birer saygınlık ve statü göstergesi haline gelerek toplumsal bir baskı aracına dönüşmektedir.
İslam, insanoğlunun yaratılış gayesini Allah'a kulluğa bağlamaktadır. Zâriyat suresi, 56. ayette: "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" buyrulmaktadır. İslam'ın ortaya koyduğu var olma bilinci ve üstünlük değerlendirmesiyle çağdaş tüketim toplumlarındaki sermaye ve tüketime dayalı var olma algısı ve üstünlük fikri uyumlu değildir. İslam'a göre üretim veya tüketim bir var olma amacı değil, var olma amacı olan kulluğu gerçekleştirmeye imkân sağlayan bir araç olarak değerlendirilir.
Merhum Ali Şeriati'nin bu mesele hakkındaki kayda değer görüşlerini zikretmeden geçemeyeceğim. Şeriati: Kapitalizm ve sömürü olgusuyla bağlantılı olarak 'alinasyon' kavramını kullanmıştır. 'Modern hayatın çeşitli yönleri karşısında insanın yabancılaşmaya maruz kaldığını, makine-bürokrasi-ekonomi sarmalının içine sıkışan insanın, insani varoluşuna uygun bir hayat sürme imkânından mahrum kaldığı' tespitinde bulunarak bir paradoksa da dikkatimizi çekmektedir: Modernitenin ilerleme vasıtasıyla insanı içine çektiği toplumsallaşma biçimi, kişilerin birbirleri üzerinde ahlaki sorumluluk bağlarını kopararak bireyselleşmeye sebep olmaktadır. İnsanın ihtiyaçlarını öteki kişiler üzerinden giderdiği ve ötekilerin yardımına koştuğu toplum yapısı, yerini bu görevlerin hepsini üzerine alan toplumsal kurumlara ve bürokratik yapılara bırakmaktadır.
Dolayısıyla bu toplumsallaşma biçimi geliştikçe insani ilişkilerin anlamı buharlaşmakta ve insan derin bir yalnızlaşma içine düşmektedir. Derken, çağdaş medeniyet gittikçe insandan bağımsızlaşmakta, insan sadece bir şeylere maruz kalan bir nesneye dönüşmektedir.
Demek ki, bir Müslüman'ın tükettiği şeylerin ve tüketim tarzının helal olması, gösterişten ve israftan uzak olması hassasiyetini taşıması gerekmektedir. Gösterişçi tüketim ahlakında, insanoğlunun kendini farklı kılma isteğinin yanlış bir yola evrilmesinin etkileri ve en büyük günahlardan kibrin izleri bulunmaktadır. İslam gösterişin her türüne karşı çıktığı gibi tüketimin gösteriş amacıyla yapılmasına da karşı çıkar.
İbn Haldun lüks tüketim ve israfın tarih boyunca siyasi ve toplumsal çöküşe yol açan en önemli dinamiklerden biri olduğunu belirtmiştir. İslami kaynaklar ve gelenekte yaygın pratiklerle ortaya konulan ölçülere göre, birey ve gruplar fiziki, sosyal ve psikolojik ihtiyaçları karşılamak için zamana, mekâna ve toplumsal grubuna göre, gösterişe kaçmadan ve üstünlük taslama amacı gütmeden helal dairede kalarak gerekli tüketimi yapabilir. Tüketimde aşırıya kaçılmasının çokça görüldüğü hallerden biri de kuşkusuz evlilik merasimleridir. Riya, kibir, gösteriş, israf ve pespayeliğin her türlüsünün sergilendiği düğün merasimlerimizdeki hal ve ahvalimiz, tüketim çılgınlığının somut bir örneği olarak karşımızda durmaktadır.
Karunlaşmaya ne hacet... Mülkün gerçek sahibi Allah olduğuna göre tasarruf yetkisi de O'na aittir; biz dahi ona aitiz ve O'na döneceğiz ves'selam.