Hz. Peygamber (s.a.v): "Çocuklar, Allah'ın (c.c) birer armağanı ve şükrü gerektiren birer nimetidirler" buyurdular. "Eşlerinizden size oğullar ve torunlar verdi..." (Nahl:72)ayetini okumuşuzdur. Dünya hayatında oğullar, hayatın devamı için birinci halka, torunlar ise ikinci halkayı teşkil ederler. İnsanoğlu hayatı sever ancak ağızların tadını kaçıran ölümü sevmez. Ölümün bir gün kendisini de bulacağını, kimseyi teğet geçmeyeceğine olan inancı tamdır, ancak onunla yüzleşmek ve karşılaşmaktan korkar. Lâkin sen onu bulmak istemesen de o seni bir gün bulur. Doğrusu insanın fıtratında neslini devam ettirme temayülü vardır. Bu temayül ve arzu yaratıcımız tarafından genlerimize kodlanmıştır. Babalarının yerini tutacaklar diye çoğumuzun erkek evlat sevgisi de buradan gelmektedir. Nitekim bir babanın ölümünden sonra çocukları vasıtasıyla anılmak istenmesi, isminin ve davasının yaşatılmasını arzulaması da fıtrattandır.
Allah Resulü (s. a .v)'in hayatında çok belirgin olarak şunu görüyoruz: Çocuklarla çocuk olan bir halin insanıydı. Özellikle kız çocuklarına daha çok düşkündü. Efendimizin Rukiye'sine, Ümmü Gülsüm'üne, Zeyneb'ine ve Fatıma(r.a)'ya olan düşkünlüğü sahabece biliniyordu. Ne zaman babalarının yanına gelseler, Resulullah (s.a.v) hemen ayağa kalkar ve kızlarının alınlarından öperlerdi. Efendimiz(s.a.v), insanların kız çocukları konusundaki zaaflarını bildiği için bu örnek davranışıyla cahiliye adetini kırmak istiyordu. Torunları, reyhanları Hasan ve Hüseyin'e olan sevgileri, ilgileri ise zirve boyutlardaydı. Torunları sırtındayken secdeye vardığı ve onları düşürmemek için secdesini uzattığı zamanlar olurdu. Allah Resulü, onurlu, kişilikli nesiller yetiştirmek istiyordu. Kişilikleri silik, sevgiden mahrum, özgüvenini yitirmiş ve kabiliyetleri köreltilmiş nesillerin toplumları değiştirip dönüştüremeyeceğini biliyordu.
Kimi günler Resul-i Ekrem(s.a.v)'in ziyaretçileri çok olurdu ve sırayla görüşmek zorunlu hale gelirdi. Böylesi durumlarda: "Çocuklar gelirse, sakın onları bekletmeyin, hemen içeri alın" buyururlardı. Çocukların dövülmesine asla razı olmazlardı. İster anne baba isterse bir başkası olsun, çocuğa şiddet uygulayanın kıyamet günü kısasla cezalandırılacağını hatırlatırdı.
Ey anneler, babalar, öğretmenler ve mürebbiler! Her hususta olduğu gibi çocuk sevgisi hususunda da kılavuzunuz âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber (s.a.v) olsun. O, ümmetinin serveri ve insanlığın şaşmaz pusulasıdır. Ahlaklı, onurlu ve özgüven sahibi bir neslin yetişmesi için daima çocukları sevmeyi ve onlara merhametle davranmayı yeğlemiştir. Ey ebeveynler ve muallimler! Salt çocukların midelerini değil, beyinlerini, ruhlarını ve kalplerini de doyurmaya çalışın. Unutmayın, vaha ve çöllerde yolunu şaşırmış ve şımarmış çocuklarımızı -bilmem farkında mıyız- sadece açlık değil, sevgisizlik ve merhametsizlik de öldürüyor.
Halbuki Allah Resulü(s.a.v), çocukları görünce kucaklar, onları öper/koklar ve onlarla çocuk oyunları oynardı. Bu bağlamda Peygamber(a.s)'in çocuklara düşkünlük ve sevgisinde bedensel, zihinsel, duygusal ve ruhsal boyutun komple çalıştırılması ve güçlü bireylerin oluşturulması, güçlü toplumun gerçekleştirilmesi söz konusuydu.
Ebu Said(r.anh)rivayet ediyor: "Efendimiz (a.s) secdede iken torunu Hasan gelip sırtına bindi. Resul-i Ekrem de onun elinden tutup ayağa kalktı ve bir daha rükûa varıncaya kadar onu sırtında tuttu. Ancak rükûdan kalktıktan sonra onu bıraktı da çocuk gitti."
Allah Resulü(s.a.v) çocuklara her zaman merhametli davranır, onlara şefkatle muamele ederdi. Hasan ve Hüseyin'i öperken onu kınayan Temimi kabilesinden Akra bin Habis'e: "Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Müminlerin iman yönünden en kâmili, ahlaken en iyi olanı ve çoluk çocuğuna en lütufkâr davrananıdır" sözleriyle cevap vermişti. Efendimiz(s.a.v)'e turfanda meyve getirilince önce meclisinde bulunan çocuklara ikram etti. Hz. Ali (r.a.)'den gelen rivayete göre Hz. Ammar (r.a), Peygamber(a.s)'ın huzuruna girmek için izin istedi. Resulullah(s.a.v) onu sesinden tanıdı ve şöyle buyurdu: "Tertemiz, arı duru kişiye merhaba!"
Allah Resulünün gençlere gösterdiği yumuşaklık ve müsamahayı daha iyi anlayabilmek için gençlik hayatı boyunca kendisine on yıl hizmet etmiş olan Enes b. Malik (r.a) şöyle diyor: "On yıl Hz. Peygamber'e hizmet ettim. Bana bir defa bile 'öf' demedi. Yaptığım bir şey için, 'Niye bunu yaptın?' diyerek azarlamadı. O, ahlak bakımından insanların en mükemmeli idi."
Hz. Muhammed (s.a.v) insanlık için bir merhamet abidesidir. "Eğer Sen kaba, katı yürekli olsaydın, kuşkusuz (insanlar) etrafından dağılır giderlerdi." âyetiyle bu gerçek ortaya konulmaktadır. Merhamet hayatın tadı, yüreklerimizin ihtiyacı ve gıdasıdır. Efendimiz (s.a.v) : “Siz yeryüzündekilere acıyın ki gökyüzündekiler de size acısın" buyurdular.
Hülasa, merhametsiz bir dünyada yüreklerimiz çölleşti, ruhumuz nefessiz kaldı. Acımayan katı yüreklerimize merhamet buyur ey Rabbim!