Sözlükte hırs, "bir şeyi şiddetle arzu etme, ona aşırı derecede tutkun olma, şiddetli ve sonu gelmeyen istek, aç gözlülük "gibi anlamlara gelir. İhtiras kelimesi "hırs" kelimesiyle aynı anlamda kullanılmaktadır. Böyle bir ahlaka sahip kişiye ise "haris" veya "muhteris" denir. Hırs kavramını kısaca tanımlarsak; bir amaca ulaşma hususunda kişinin bütün benliğini saran istek ve tutkunun adıdır. "Bir şeye doymamak, açgözlülük yapmak" anlamındaki tamahkârlıkla hırs arasında anlam yakınlığı bulunmakla beraber dünya sevgisi ve tutkusu, bedeni hazların tatmini konusunda ileriye dönük uzun vadeli yaşama arzu ve düşüncelerine sahip olmak, bu yönde büyük çaba sarf etmek anlamındaki tul-i emel(uzun yaşama arzusu) kavramı da hırsla ilgilidir.
Kur'an'da "hırs" kelimesi hem olumlu hem olumsuz anlamda kullanılmıştır. Söz gelimi, Hz. Peygamber'in ümmetine olan sevgisi ve düşkünlüğünün yanında insanların hidayete ermeleri hususundaki şiddetli arzusunu ifade etmek için olan hırs, olumlu anlamda kullanılmıştır. Hz. Peygamber; "İnsanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa mutlaka bir üçüncüsünü ister, onun gözünü ancak toprak doyurur; Allah tövbe edenlerin tövbesini kabul eder. (Buhari, Müslim)
Bu bağlamda bir diğer hadisinde "İnsanoğlu yaşlanır; fakat onda iki şey genç kalmaya devam eder: Hırs ve emel." (Ahmed b. Hanbel) buyurmaktadır. Doğrusu, haris ve tamahkâr bir varlık olarak yaratılan insanın aşırı hırsı doyumsuzluğunu artırırken, ölçülü ve kanaate dayalı bir davranışı ise doyum ve bereket sağlar. Herhangi bir konuda ihtirasa kapılan kişinin düşünce ufku daralacağı için sabit fikir ve arzuların kontrolü altına girer, saplantılı ruh haline sahip tiplerin hakikati tam ve doğru bir şekilde algılama kabiliyeti yoktur. Bunun için muhterislerin karar ve tenkitlerinde tarafsız olması düşünülemez. Onlar, her defasında arzu ve isteklerine uygun gelecek bir sonuca varmaya yarayan prensiplerden hareket ederler, kendi amacı dışındaki şeylere karşı ilgisiz kalırlar.
Üstat Bediüzzaman "Mektubat" isimli eserinde: "Evet, hırs, şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-i mahrumiyettir. Şükrün mikyâsı(ölçüsü) kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram-helâl demeyip rast geleni yemektir. Dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Bâki umur-u uhreviye(ahirete ait işler) ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkeza şedit hissiyatlar, umur-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fâni umur-u dünyeviye'ye(geçici dünyaya ait işlere) tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere bâki elmas fiyatlarını vermek demektir" der.
Hırs, Allah(cc.)'ın bütün insanlık için geçerli kanunu olan sünnetullaha uymadan, sebeplere riayet etmeden direkt olarak neticeye ulaşma çabasıdır. Oysa Allah neticenin tahakkuku için sünnetullah dediğimiz bir takım kaide, kural ve kanunlar koymuştur. Bu kanunları tatbik etmeyenler kim olursa olsun, maksatlarına ulaşamazlar. Hırs, bir şeye ulaşmakta, sebepler zincirini atlayarak, neticeyi kısa yoldan elde etme arzusudur. Allah'ın kanunlarında -amiyane tabirle -kısa yoldan köşeyi dönmek yoktur. Sen tarlayı ekmeden ve sulamadan mahsul alamazsın.
İman eden bir insan bütün ihtiyaçlarını Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan ister, yalnız O'na dua eder. Şu var ki, İlâhî hikmet onun istediği bir şeyin verilmesini birtakım sebeplere bağlamışsa, onları yerine getirmesi de bir çeşit duadır. Üstad Hazretleri; "Çift sürmek, hazine-i rahmet kapısını çalmaktır" buyurur. Allah'tan hububat istemenin yolu, tohum ekmek, çift sürmek, tarlayı sulamak gibi sebeplere riâyet etmektir. Ancak, mümin çok iyi bilir ki, buğdayı veren tarla değil, Allah'tır.
Nitekim, dava yoluna baş koymuş insanın bir bakışı ve duruşu olmalıdır. Dava adamı hırsına yenilip virgül gibi eğilen değil; tam aksine o, kanaati şeref, hırsı da zillet bilip elif gibi dik durmasını bilen, hem zalimlerin yüzüne hakkı haykırabilendir. Saltanat ve şöhret uğruna hırsına yenilip zillet libası giyen Yezitlere karşı, kanaati şeref bilip ısırıcı saltanat rejimlerinin habisliklerinden kendini ve aile efradını koruyan, bu yolda izzet ve şerefi tercih edip şehadet mertebesine erişen çağın Hüseyinlerine binler selam olsun! (devam edecek...)