Fesih Yasak

Kâinat İnsan İlişkisi Üzerine

18.10.2021 07:23:05 / Fesih Yasak

Felsefe ilmi daha yeni ortaya çıktığı dönemlerde, yöneldiği sorunların başında kâinat düzenine ilişkin araştırmalar ve serdedilen fikirler gelmekteydi. Bu mesele üzerinde yoğunlaşan ve fikir beyan eden bir kısım Yunan filozofu, evrenin doğru bilgisini edinen bir insanın, davranışlarını da doğru biçimde düzenleyebileceği düşüncesini savunmaktaydı. Bu filozoflara göre kâinatın ve varlığın bilgisi, toplumsal düzenin şartı olarak görülmekte, ondan belli ahlaki ve davranış ilkeleri türetilmekteydi. Aslında düzen, insan aklının işleyişinin zorunlu bir şartı ve sonucudur. Şartıdır; çünkü insan aklı ancak belli bir düzen ve yöntemle işler. Sonucudur;  çünkü düzen insanın yaşamsal ihtiyacıdır ve hayatta kalma mücadelesinde insanın yegâne dostu olan akıl, bu yaşamsal ihtiyaca yönelmeden edemez. Fikri altyapıları doğaüstü varlıkların öyküleriyle yüklü mitoslardan esinlenen bu filozofların ekseriyeti, aklı ve bilimi putlaştıran pozitivist düşüncenin tuzağına yakalanıp heba olmuşlardır.

Rabbimiz bizlere kusursuz bir akıl vermiş. Sebepleri kadar gayeleri araştıran ve her şeyde Allah'ın varlığının ve eserlerinin bir işaretini gören bir akıl...Evet, böylesi bir aklın görevi insanlara daha insani bir gelecek hazırlamak ve insanlığın sorunlarına çözüm getirmek olmalıdır. Müslüman düşünür Roger Garaudy güzel bir tespitte bulunmuş: "Batı Dünyasında ve batının egemen olduğu coğrafyalarda akıl, "pozitivist" bir akıldır. Bu akıl temel boyutları koparılıp alınmış, kötürüm bir akıldır. Bu akıl gayeler problemini hiç ortaya atmaz, sadece vasıtalar problemiyle uğraşır. O kadar ki herhangi bir gayeye, hatta cinayetle ilgili bir gayeye erişmek için bile bugün elimizde devasa imkânlar bulunmaktadır." der.

Yunan bilgeliğinin en yüksek buyruğu olan "kendini bil" sözü, bu anlamda, hem insanı kendi benliğini bilmeye davet eden ahlaki bir hükümdür, hem de ondan kâinattaki özgün konumunu kavramasını talep eden kozmolojik bir ilkedir. Sokrates, "Kendini Bil" sözünü söylerken insan için bilginin önemine ve bilme uğraşının kendini bilmekle olan ilişiğine işaret eder. Bu meyanda Hz. Resul-i Ekrem(s. a. v)'in; "Kendini bilen rabbini bilir" hadisi ile Sokrates'in sözünün aynı kaynaktan fışkırmış kadar benzerlik arz etmesi tesadüf olmasa gerek... Evet, rabbini bilen yeryüzünde yüklendiği halifelik misyonunu ve sorumluluğunu idrak eder ve şerefli bir varlık konumuna yükselir. Hakikaten, bilginin olmadığı yerde bilgisizlik ve cehalet vardır. Zaten insanoğlunun en büyük yanılgısı da bilmediği halde bildiğini sanması değil midir? Burada insanın kendini bilmesi, ahlaki bakımdan iyi olabilmesi, rabbine iman edip emir olunduğu gibi dosdoğru olması, doğru yolda kalabilmesi, sebat etmesi yine kâinat düzenin geneline ilişkin bir kavrayış elde etmesi şartına bağlanmıştır.   

Allah Teâlâ, insanoğluna doğru yolu takip etmenin hürriyetiyle birlikte, tabiatın bütün diğer varlıklarının reddettikleri o kutsal emaneti verdi. İnsana yeryüzünde Allah'ın halifesi olma görevini yükleyip Allah'ın hükümranlığının yeryüzünde hâkim kılınması sorumluluğunu verdi. Bununla birlikte insana Allah( cc.)'ın kendisi için çizdiği gayeye erişmek için bütün yeteneklerini kullanabilme imkânını sağlayan sosyal bir düzen kurmak gibi mühim bir vazife de tevdi etti.   

İnsanoğlu doğası gereği bilmek ister. Bilmek için de okumak ve araştırma yapmak esastır. O, hidayet kitabını okurken kâinat kitabını okumayı da ihmal etmez. Yerlerin ve göklerin rabbinin isimlerini mutat aralıklarla zikrederek Kur'an'la ruhunu tedavi etmeye çalışır. Onun (cc.) yaratmasının, bir insanın yapmasına benzemediği bir hakikattir. İnsanın daha önce var olan birtakım malzemeleri değişikliğe uğratarak bir şeyler meydana getirmesi izafidir. Zaten insanın yaratma(haşa) kudreti yoktur, yoktan bir şey var edemiyor, belki var olanı şekillendiriyor. Oysa Allah(cc.)'ın yaratması mutlaktır ve ondan şüphe yoktur. Allah'ın yaratması insanı aşan ve insanın ölçemeyeceği bir zaman dilimi içinde ortaya çıkar.  

Yaratılışın amacı Allah'ın kendisini mahlûkatı ile tanıtmasıdır. Mahlûkat içinde akıllı ve şuurlu olarak yaratılan insanın görevi de Allah'ı tanımaktır. Allah'ı tanıyarak yaratılış amacına hizmet eden bir insan ebedi saadeti kazanır. Ebedi saadet yurdu ise cennettir.

Rabbim cümlemizi güzel dostlarla cennetlerinde buluştursun inşallah!

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar