Hayalleri çalınan çocuklar mı, yoksa masumiyet mi paramparça olup al kanlara bürünen?
Samimiyet mi, yoksa yaşama umudu mu çatısı başına yıkılan?
Yoksa esir Kudüs, prangalara vurulmuş Gazze, mahzun Mescid-i Aksa mıdır, kafile kafile payına ölüm düşen?
Barutun kokusuna, demirin gamsızlığına, betonun soğukluğuna ve ateşin hararetinin insafsızlığına terk edilen dünyanın vicdanı değil mi sizce?
Nerde evrensel insani değerler?
İnsan hakları edebiyatı, çocuk hakları, kadın örgütleri…
Samimiyeti yitireli neler kaybetmişiz?
Toprağın çatlamasına rağmen bulutlardan yağmurun yağmaması ne ki, parçaları kutulara doldurulan masum çocuklara rağmen, göz pınarları kurumuş.
İlmin ve bilimin tedrisatında diz çökmüşüz, mürekkep yalamış; fikirleri yutmuş, okumuşuz, okutmuşuz hatta kitabını yazmışız ne yazar; insana, insanlığa dair en temiz hissiyatları yitirmişiz. Hakikatte kendimizi kaybetmişiz, fıtrattan firar edip nefse, hevaya, hevese demir atmışız; Dünyaya, dünyalığa, mala, mülke, mevkiye, makama gönül kaptırmışız.
Zehrimiz, endişemiz ve derdimiz olmuş. Daha çok mal, daha güzel makam en büyük hedefimiz olmuş. Unutmuşuz, Efendimiz aleyhissalatu vesselamın Müslümanların sayıca çok olmalarına rağmen dünya sevgisinin onları su üstündeki çerçöpe dönüştüreceği uyarısını. Unutmuşuz, Efendimiz aleyhissalatu vesselamın “Ya Ali, senin vesilenle birinin hidayete ermesi, dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır” fermanını. Unutmuşuz, Bedir’de Efendimiz aleyhissalatu vesselama “sen bize denizi gösterip dalsan biz de dalarız” diyen ashab-ı kiram efendilerimizi. Yine cenk meydanında yiğitliklerini, hayır ve yardım çağrılarına yarışarak icabet etmelerini, ibadete olan düşkünlüklerini…
Tüm bunlar bir yana görmemezlikten gelinmeyecek hakikat, ümmetin bir eli necat bulmadığı acıya, çileye, ölüme rağmen kavgaları iman, hayatları cihat, ömürleri direniş, evlatları İsmail, anneleri Hacer…
Ümmetin diğer bir elinin ekseri varlık imtihanı malumdan.
Kaderin cilvesi, imtihanın sırrı…
Unutan ekserden olmamak için iddiamızı ispat etmemiz elzemdir. İddiamızı ancak hayatımızla ispatlayabiliriz. Hayatında davasına yer vermeyen ferdin dünyası zillet, ahireti nedamettir. Bundan hayatımız özelde Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın hürriyeti genelde yeryüzüne ila-i kelimetullahı hakim kılma davasından rengini almalıdır. Kudüs ve Mescid-i Aksa davasının bir toprak parçası meselesi olmadığını anlatarak Kudüs’ün özgürlük meşalesinin ateşini tutuşturmamız elzemdir.
Duamızla, yakarışımızla, namazımızla, niyazımızla, infakımız bağışımızla Mescid-i Aksa’nın etrafında kelebekler misali uçan Filistin’in evlatlarının yanında olmalıyız. Onların attığı taş, gözlerindeki kıvılcım olmalıyız. Kardeşliğe dair sevinçleri, yarına dair ümitleri olmalıyız. İstikbale yürüyen ayakları, mücadele eden bedenleri, siyonizme kafa tutan sapanları olmalıyız.
Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa özelinde bir devin uyanışı, bir yiğidin silkinişi, adaletin tesisi, mazlumun ümidi, zalimin korkusu olmalıyız. Konuşanlar, yazanlar, nutuk çekenler değil hayatlarıyla İslami mücadeleye imza atan bahadırlar olmalıyız. Pratikleriyle, çalışmalarıyla projeleriyle sahada aşk ve heyecanla Selahaddin-i Eyyubi’nin ruhuna bürünmeliyiz. Ümmetin vahdetine, mü’minlerin kardeşliğine kürek çeken, Allah ve peygamber davasıyla yol alan her meşrebe hüsnü niyet ve muhabbetle kucak açan; küfre ve zulme karşı gemileri yakan birer Tarık bin Ziyad olmalıyız.
Rabbimizin, bizi de Kudüs özgür olana dek Selahaddin-i Eyyubi ruhuyla nefes alıp verenlerden eylemesi temennisiyle, vesselam.