Emin Güneş

Maksat tebliğ mi? Tekfir mi?

22.08.2014 09:38:00 / Emin Güneş

Her Müslüman, ümmet bilinci ile bir araya gelmeyi ister. Ümmet coğrafyasının suni sınırlarla parçalanmış olmasından şikâyetçi olur. Bu bölünmüşlüğün, parçalanmışlığın sorumluluğunu genellikle kâfirlere yükler.

Huzur dolu, güçlü, itibarlı ve dünya siyasetine yön verecek bir devlete sahip olmak isteyen bu Müslüman, ümmetin parçalanmışlığından kendi sorumluluğunu hiç düşünmez. Bu parçalanmada kendi rolünün çoğu zaman farkında bile olmaz.

En basitinden mensubu olduğu camianın, partinin, tarikatın ya da kavmin üstün gelmesi için gerekirse bir satır darbesi ile ana gövdeden bir parça koparma iştahını İslami gerekçelerle savunmaya çalışır. Mesela muhalefetteki bir İslami parti, iktidardaki İslami partiye, İslam karşıtı partilerden daha acımasızca saldırabiliyor.

İktidardaki bir İslami parti de, muhalefetteki bir İslami partinin önünü kesmeyi, onların güçlenmesini engellemeyi, adeta şer`i bir vazife olarak telakki edebiliyor. İktidar için gerekçe hazırdır ve çok bilinen bir gerekçedir, “parçalanıp zayıf düşmemek için `kardeş katli` caizdir.” Buna mevki, makam ve saltanat hırsı da eklenince devlet kutsallaşır ve onu korumak için Hz. Hüseyin`in katli dahi caiz hale gelir!

İslam birliğini savunan hemen her siyasi/dini gurup kendi coğrafyasında “biz ve ötekiler” diyerek kendi dışındaki Müslümanları neredeyse Müslüman kabul etmezler. Kendileri dışındakilerin dalalette olduklarına dair bolca ayet ve hadisten çıkarımlarda bulunan ulemaları vardır. Son zamanlarda gündemde olan “tekfircilik” akımlarına karşı olduğunu bağıra bağıra söyledikleri halde hemen hemen her siyasi/dini cemaat, adeta bir “gizli tekfircidir”. Zaten tekfircilik yapanlar da kendilerinin tekfirci olduklarını kabul etmezler.

Türkiye`nin %99`unun Müslüman olduğunu söyleyenler konu Müslümanlar arası birlikte hareket etmeye getirildiğinde bu oran %1 ile maksimum % 20`ye düşürülür. “Bir buçuk milyarlık İslam âlemi” diyenler icabında bir çırpıda bu nüfusun yarısını ve ya en azında yarım milyarını kâfir veya kâfirden beter ilan edebilmektedirler. Bir tek gâvurun Müslüman olmasına sevinenler, milyonlarca Müslümanı barındıran bir mezhebi topyekûn kâfir ilan edebiliyorlar. Bir yerde, aynı anda on milyon ya da bu yüz bin ve ya on bin Müslümanın İslam`dan çıktığını düşünelim, bu olay bizleri kahretmez mi? Ama ümmetin yarısı ve ya en azından üçte birine tekabül eden kısmını pervasızca tekfir etmek gibi korkunç bir olay maalesef bizi ürkütmüyor.

Bu fiili durum giderek Müslümanların tevhit anlayışlarının zayıflamasına neden olmaktadır. Kavlen demeseler bile fiilen birçok İslami çevre “Şu veya bu Müslümanlarla bir araya gelmektense şu kâfirlerle bir araya gelmeyi tercih ederim” aşamasına gelmiştir. Kâfirlerle yapılan ittifaklar için hiçbir şer`i gerekçe bulamayanlar da mütekabiliyet ilkesine dayanarak “Niye karşımdaki Müslüman da kâfirlerle ittifak yapmıyor mu?” gerekçesine sarılmaktadır. Bu son derece tehlikeli eylem ve söylemlere rağmen “ehli kıble tekfir edilmez” anlayışıyla hareket edenler ne yapabilirler.

Diyelim ki bir Müslüman grup yeri geldiğinde müttefiki olan bir kâfir grup ve ya devletin kılına zarar gelmemesi için icabında kendini fedaya kalkışıyorsa bu gruba nasıl muamele edilecek. İşte en zor olan soru budur. Zamanımızda cevabı bulunacak en acil soru budur. Bu soruya cevap bulunmadığı sürece ciltler dolusu fıkıh kitabı okumanın bir önemi kalmamaktadır. Birbirlerine kılıç çeken Müslümanlardan katilin de maktulün de cehennemde olduğunu haber veren bir peygamberin ümmeti olarak neredeyse sadece Müslümanların birbirlerini öldürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. Topyekûn cehennem tehlikesi ile karşı karşıya iken bundan daha acil nasıl bir meselemiz olabilir ki?

Müslümanlar birbirlerinin imanını tashihe(!) yani sadece kendileri gibi inanmaya harcadıkları zamanın kırkta birini imansızların iman etmelerine harcasalar çok daha iyi bir konuma geleceğimize inanıyorum. Sanki dünya da yeterince kâfir yokmuş gibi onlara yenilerini ilave etmenin kâfirlerin değirmenine su taşımaktan başka kime ne faydası olur?

Evvela nefsimden başlayarak derim ki, herkes kalbini yoklasın, alenen kimseyi tekfir etmese de içinde gizli tekfircilik emareleri var mı? Mesela başkasına sorsun, ben de buna dair emareler görüyor musun? Ben kalbimi yokladığımda sadece elindeki devlet gücünü münhasıran Müslüman cemaatlerin adeta imhasına sarf eden, binlerce Müslümanın çeşitli komplo ve kumpaslarla işkencelere maruz bırakarak, ağır cezalarla ömürlerini esarette geçirmelerine neden olanlar konusunda zaman zaman mayına basmaktan korkuyorum. Hal bu ki o cemaatten de ahlakını, edebini, takvasını, sahavetini takdir ettiğim o kadar çok kardeşim var ki.

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar