Ülkemizde ve özellikle de bölgemizde PKK/BDP karşıtı olan belli bir kesimin olduğunu biliyoruz. Bunlar yaklaşan yerel seçimlerde kendilerince PKK/BDP`nin önünü kesmeyi en önemli maksat olarak ortaya koymaktadırlar. Onların bu düşüncesine bir itirazımız olamaz. Ancak bu kesimin maksatlarına ulaşmak için seçtikleri yol, kanaatimizce meşru olmadığından varacakları yer Üstad Bediüzzaman`ın ifadesi ile maksudun zıddı olacaktır. Yani zayıflatmaya etkisizleştirmeye çalıştıkları PKK/BDP`yi güçlendireceklerdir.
Bu kaygıyı taşıyanlar üç nedenle PKK/BDP`ye karşıdırlar. Biri bunların şiddeti yöntem olarak benimsemeleri ve bunu terk ettiklerine dair yeterince güvence verememeleri, İkincisi Marksist Laik seküler yapıları nedeniyle inançlarını yaşamalarına belli oranda mani olacakları ve üçüncüsü de ülkeyi bölecekleri endişesidir. Dindarların, Laik TC ile yaşadıkları zorlukları bu zihniyetle de yaşayacakları, haklı bir kaygıdır.
Bu kaygıların haklılığı ve ya haksızlığı ayrı bir bahsin konusudur. Şimdilik maksadım bunu tartışmak değildir. Maksadım bu kaygıları taşıyanların mücadele yöntemini tartışmaktır. Bunun için PKK/BDP`nin kısa tarihçesini hatırlamakta yarar vardır. Tarih kitaplarını karıştırmaya gerek yok, çoğumuz bu süreci yaşadık, kendimiz bu tarihin canlı tanıklarıyız. PKK öncesi yıllarda fakir halkımızın ağalığın despotluğu ve zulmü altında nasıl ezildiğini biliyoruz. İnsanlarımızın patozlara, vücutlarına taş bağlanarak Fırat nehrine atıldıklarını duymayanımız yoktur. Silahının etkili menzilini test etmek için yoldan geçen çerçilere sıkanları biliyoruz. Bu zalimler bu gaddarlar geçmişte Süleyman Demirel`in Adalet partisi çatısı altında idiler. Şimdi ise bu çatının AK Parti olduğundan kimsenin kuşkusu yoktur.
Bütün bunlar halkın gözü önünde meydana gelirken bir de duyduk ki bir gurup devrimci genç silahlanmış, ağaların en büyüğüne sıkarak ağalığa meydan okumaya zorbalarla ölümüne silahlı mücadeleye kalkışmışlar. Bu mücadelenin geçtiği aşamaları hatırlıyoruz. Devlet ve ağaların önceleri bir avuç eşkıya diyerek aşağıladıkları, işkenceler eşliğinde yargısız infazlarla bitirmeye çalıştıkları hareket giderek büyüdü. Devlet, bir taşta iki kuş vurmak misali koruculuk sistemi ile Kürdü Kürde kırdırarak ağlamayan Kürd anası bırakmadığı gibi, Anadolu`nun gariban Türk Arap ve diğer analarını da gözyaşlarına boğdu. Masum ve mazlum Kürd halkını devletin ve ağaların zorbalıklarından kurtarmak, halkımızı ana sütü gibi helal haklarına kavuşturmak gibi haklı, meşru ve ulvi gayelerle yola çıkan bu devrimci gençlik hareketi maalesef tamamen ortadan kaldırmaya muvaffak olmadığı ağalığın, zorbalığın en büyüğüne dönüştü. Öyle ki, umutlarını bunlara bağlayan insanlarımız, maalesef şimdi de bunlardan kurtulmak için devlete ve devletin beslemesi ağalara sığınmak zorunda kalıyorlar.
İslam düşmanlarının Müslümanlara kurmuş olduğu bu tuzaktan kurtulmak için tek çare İslam`a sığınmak olmasına rağmen Devlet ve örgüt İslam`ı ortak düşman ilan ettiler. Ama bir avuç imanlı genç hem zorba devleti hem de zorba örgütü karşısına alma pahasına “çare islam” diyerek her ikisinin acımasız zulüm ve işkencelerini göze alarak cihad ve şehadet yolunu seçti.
Gelinen noktada “çare islam” diyenlere karşı sözde islami duyarlılık sahiplerinin “haklısınız ama” diyerek örgüte karşı ağaların zorbaların çatısına dönüşen bir partiyi desteklemeleri, Üstadın: “gayr-i meşru tarik ile bir maksada giden zat, galiben maksudunun zıddıyla görür mücazat.” Veciz sözünü haklı çıkarır mahiyettedir. Özellikle Hüda Par`ın seçime girdiği yerlerde bu partiye destek olmayan Müslümanın bu konuları yeniden düşünmesi gerekir. Diğer iki partiye oy vermek zulüm sarmalından çıkış yolu olamaz. Ağalardan ağa, zorbalardan zorba beğenmek olan bu tercih haksız ve anlamsız bir tercihtir.
İki tarafın sahip olduğu yüksek ateş gücünün Hüda Par`ın elinde olmadığını biliyoruz. Ama ateşin üzerine ateşle veya körükle gitmek yerine İslam`ın ateşi “berden ve selamen`e” dönüştüren suyu ile müdahale neden tercih edilmesin. İşin zorluğunun farkındayız ancak Rabbimizin “(Vemen yettekıllahe yec`âllehu mahracen ve yerzukhu min haysu lâ yahtesib. Ve men yetevekkel alallahi fehuve hasbuh)” Kim Allah için korunanlardan olmuşsa, Allah da ona bir çıkış yolu verir. Ve ona umut etmediği yerden hesapsız rızık verir. Kim Allah`a tevekkül ederse, Allah ona yeter.” hükmünü hatırlatmakla yetiniyoruz.