Lise yıllarımızda, edebiyat dersimize giren; muhafazakâr, idealist bir öğretmenimiz vardı. Bir ders sırasında, tüm sınıfa hitaben şunları söylemişti:
"Aylak aylak gezip boş teneke olacağınıza, ne olursa olsun bir fikriniz, düşünceniz, aidiyet duygunuz olsun."
Fıkıh dersimize giren başka bir öğretmenimiz ise bunların tam tersini söylüyordu:
"Okulunuzu bitirip işinizi kurmadan, hele hele evlenmeden asla, fikir ve düşünce sahibi olmayın. Bu tür yollara heves etmeyin. Hayat yolunda emin adımlar atmaya başladıktan sonra, bir düşünce seçersiniz. " derdi.
Hocamız, düşünce veya herhangi bir ideolojiye sahip olmayı, takım elbise seçmek zannedermiş ki, böyle konuşuyordu, hakkını yemeyelim; birkaç yıl dersimize girmesine rağmen, ne düşüncede, hangi renge sahip olduğunu çözememiştik.
Bebekler daha anne karnındayken, ebeveynlerinin, çevrenin konuşmalarından, davranışlarından etkilenirler. Ebeveynlerinin, dayı, amca, arkadaş çevrelerinin hangisinin düşüncesi baskınsa fıtrat zamanla o düşünce etkisinde kalıp şekillenirdi.
Hiç birimizin babası, bizleri dizlerinin dibine alıp erdemi, ahlakı, büyüklere saygıyı öğretmedi. Toplumda geleneksel olarak devam eden güzel ahlak ve erdemden herkes nasibi kadarını alıp hayat yolculuğuna devam ediyordu.
Babalar evlatlarına hangi ölçüde kızarlarsa kızsınlar, evlatları kaybetme korkusu diye bir terim üretilmemişti. Evlatların babalarına karşı saygıları her koşulda, tartışmasız devam ederdi.
Hz. Âdem'den günümüze kadar devam eden bu olgu, 2009 yılında ülkemizde kullanılmaya başlanan 3G (Üçüncü nesil) internet teknolojisi ile bir daha dönmemek üzere aramızdan ayrılıp gitti.
8 milyar insanın yaşadığı, bu gezegende 6,5 milyar akıllı telefon kullanıcısı bulunuyor.
Sarıkamış'ta Enver paşanın ütopyaları yüzünden ölen 90 bin askerin haberini, İstanbul'daki padişah iki ay sonra, Anadolu halkı ise yıllar sonra öğrenmiştir.
Günümüzde gelişen teknoloji ile Mozambik ülkesinin en ücra köyünden, Youtube'den canlı yayınlanan yemek programları yapılıyor.
Morfin iğnesinin özel doktorlarda zengin çocuklarına yapıldığı, berberlerin sünnetçilik yaptığı, suyun akmadığı, gaz lambası kullananların zengin sayıldığı mahallelerde, çocuklar canlı canlı sünnet edilirken, ağızlarına kocaman bir lokum sıkıştırılırdı, acılarını geri yutsunlar diye.
Günümüzde ister fakir olsun ister zengin, çocuk doğar doğmaz telefonla tanışıyor. Lokumun yerini android telefonlar aldı. Elimizde müşterisini bekleyen çıngıraklar dahi müzelik oldu. Telefon tüm bu ihtiyaçları görüyor.
Yeryüzündeki tüm çocuklara bakın. Yürüyüşleri, bakışları, tavırları, mimikleri, karakteristik özellikleri, giyimleri, oyunları, ilgi alanları, dinledikleri müzikler, bağımlılıkları tıpa tıp aynı.
Ülkedeki profesörün, camideki hocanın, ildeki valinin, sokaktaki seyyar satıcının çocuklarını bir araya getirin, odalarının duvarlarına, anahtarlıklarındaki figürlere, telefonlarındaki içeriklerine bakın, hepsinin aynı algıların ürünü olduklarını, teknoloji bağımlısı olduklarını göreceksiniz.
Dijital çağdan nasibini alan çocuklar öyle hızlı bir değişime uğramış ki, ruhları dahi geride kalmış, bu hıza yetişemiyor.
Maalesef biz Müslümanlar, dijital çağın tükettiği çocuklarımız için hiçbir çözüm önerisi sunamıyoruz.
Bediüzzaman'ın Risaleleri, İmamı Gazali'nin Kalplerin Keşfi kitabı, Asım Köksal hocanın ilmihali, hutbede Hz. Ömer'in adaletini anlatmak yüzyılın yeni sorunlarını çözmüyor.
Biz 3G'yi çözemeden, 4.5G'nin, kuantum bilgisayarların, robot doktorların ameliyat yaptıkları, yapay zekânın ortalığı kavurduğu, teknolojik bağımlılığın çocuklarımızı ve bizleri esir aldığı, cinsiyetsiz bir toplumun oluşturulmaya çalışıldığı, algılarımızın küresel anlamda kontrol edildiği bir dünyada; İslam dünyası 1400 yıldır çözülemeyen ve kıyamete kadar da çözülemeyecek Sıffin savaşını tartışsın. Her yıl Kerbela’yı anıp ağıtlar yaksın, zincirler vursun. Âlimler misvak kullanmanın, hurma yemenin, deve sütü içmenin faziletlerini anlatsın.
Maalesef bunlar çağın sorunlarını çözmediği gibi, günümüz İslam toplumunun da ihtiyaçlarına cevap vermiyor.
Selam ve dua ile