Dr. Abdulkadir Turan

15 Temmuz Darbesi ve Türkiye`nin geleceği

12.08.2016 09:00:00 / Dr. Abdulkadir Turan

Darbenin sebebi açık: Türkiye, I. Dünya Savaşı`ndan sonra sıkıştırıldığı ve II. Dünya Savaşı hukukuyla bağlandığı alanın dışına çıkmak, özlem duyduğu günlere geri dönmek istiyor. Her iki savaşın kazananları, o savaşın kimi kaybedenlerini de yanlarına alarak Türkiye`yi bulunduğu yerde durmaya hatta onu daha da küçültecek bazı operasyonlara razı olmaya zorluyor.

Türkiye, 1990`lı yıllarda çıkışını Orta Asya`da gördü. Ama Orta Asya`ya açılan kapılardan biri, Rusya, diğeri ABD tarafından kapatıldı. Türkiye`nin oralara açılma talebi, Fetullah Gülen`in CİA için adam yetiştiren okulları ile tatmin edilme yoluna gidildi.

2000`li yıllarda ise Türkiye, Arap-İslam âlemine açılarak zorlandığı kalıplardan çıkma ve gönlünün ulaştığı yere etki olarak da ulaşma yoluna gitti. Arap ülkelerindeki rejimlerden umut kesmişti, kamuoyu diplomasisinden istifade ederek halklar ve onların sivil temsilcisi cemaatlerle bağ kurmaya çalıştı.

Osmanlı düşmanlığı üzerine geliştirilen seküler Arap milliyetçiliği, zayıflamış ve projenin önünde bir engel olmaktan çıkmıştı. Türkiye, seçimle iktidara gelmenin İslam âleminde yaygınlaşması durumunda kendisine dost halkların güçleneceğini düşünüyordu. Batı, bu kamuoyu diplomasisine karşı geniş anlamda Selefilikten istifade etti. Seküler Arap milliyetçileri dünyevi sebepler öne sürerek Türkiye ile yakınlaşmaya karşı çıkarken Selefiler akidevi sebepler öne sürerek Osmanlı düşmanlığını güncelleştiriyor, Türkiye ile yakınlaşmanın zeminini bozuyorlardı. Batı için, aletin önemi yoktur, mühim olan, sonuca varmaktır. İkisinin doğurduğu sonuç aynıydı. Batı, bundan memnun kaldı, Suudi Arabistan desteği altında Selefiliği güçlendirdi; Selefiliğin işlemediği yerlerde ise mezhepçiliği öne sürdü. Selefiliğin bıraktığı boşluğu mezhepçilikle kapatmaya çalıştı.

Türkiye bu engelleri aşma yolunda iken İslam âleminde önce seçimle iş başına gelme sürecine darbe vuruldu. Bu darbeyle Mısır kaybedildi, başka ülkeleri kazanma ihtimali de yakın bir gelecek için son buldu. Ama Türkiye, Mısır`ın kaybından sonra da Arap İslam âlemi siyasetinin içinden çekilmek istemedi, bazı tereddütlerden sonra Suriye ve Irak siyasetinin aktif bir tarafı olma yolunu aradı. Bunun üzerine İŞİD ve PYD üzerinden Türkiye ile İslam âlemi arasında fizikî bir duvar örüldü ve aynı zamanda bu iki unsur, Türkiye iç siyasetini yönlendirmekte birer araç olarak kullanıldı.

MİT tırları ve İŞİD`in Kobani saldırısı öne sürülerek çıkarılan olaylarda açıkça görüldüğü üzere başarısız darbe girişimine gelininceye kadar yaşanan süreç, doğrudan veya dolaylı olarak İŞİD veya PYD ile ilgilidir: Türkiye`nin Suriye`de İŞİD`i desteklediği iddia edildi, buna karşı Gülenci yapı uluslararası sistem tarafından bir önleyici unsur olarak kullanıldı, uluslararası sistem tarafından iktidarın alternatifi olarak öne sürüldü. Hükümet, mahkemelerin maharetiyle düşürülmeye çalışıldı; rüşvet ve yolsuzluk konuları gündeme getirilerek yıpratılmaya, halkın gözünden düşürülmeye çalışıldı. Bununla birlikte İŞİD, Türkiye`de katliamla sonuçlanan eylemler yaparak iktidara duyulan güveni azaltıp darbe için zemin hazırlamanın araçlarından biri olarak iş gördü.

 Öbür taraftan yine iktidarın İŞİD`i desteklediği gerekçesiyle ve İŞİD`le çatışan PYD`nin desteklenmesi amacıyla PKK, yeniden Türkiye`nin güvenlik güçleri ile çatışmaya başladı ve İŞİD`le aynı türden intihar eylemleri yaparak ülke içinde istikrara kast edip darbe için zemin hazırlama yoluna gitti.

Türkiye, bu süreç yaşanırken Arap İslam âlemindeki kamuoyu diplomasisine son verme yoluna gitmedi. Belki Rabia işaretinin anlamı değiştirildi ama bu işaret varlığını da korudu. Suriye mültecileri ile ilgili olarak ise vatandaşlık hususunu bile gündeme getirdi. Vatandaşlık, sadece seçkin bir kısım Suriyeliye verildiği takdirde bile israil`le yaptığı anlaşma ile ise Filistin siyasetinin bütün taraflarının kabul ettiği bir parçası hâline gelen Türkiye`yi sonuna kadar Suriye siyasetinin kalıcı bir parçası hâline getirecekti.

Tam bu dönemeçte Türkiye, Batı tarafından engellendiği düşüncesinde kesinliğe vardığında Rusya ile ilişkilerini düzeltme kararı aldı. Batı, köşeye sıkıştırdığı bir Türkiye`nin çıkış kapısı bulduğunu anladığında Gülenci grubun son kozu ordu içindeki cunta yapılanmasını hareket geçirip 15 Temmuz akşamı kanlı askeri darbe yoluna başvurdu.

Darbe girişiminin de başarısız olmasıyla Batı, ağır bir hayal kırıklığı yaşıyor ve an itibariyle elinde aktif güç olarak PKK`nin dışında herhangi bir hazır yapı bulunmuyor. Bu yüzden önümüzdeki dönem PKK`nin eylemlerinde artış görülebilir.

Ancak geçen yıl darbe sürecinden bağımsız olma ihtimali çok zayıf olan çukur süreciyle halk nezdinde epey yıpranan PKK, tek başına Batı`yı dilediği amaçlara ulaştıracak güçte görünmüyor. Yeniden merkez güçlere ihtiyaç vardır. Bu merkez güçler, Erdoğan siyasi yaşamın içinde iken legal bir siyasi güce dönüşebileceğe benzemiyor. Bu durumda eski Ergenekon yapılarının Gülenci yapıdan boşalan yerlere yerleştirilmesi şeytanlığına başvurulabilir. Hani Gülenci yapı geldiğinde “Ergenekon`dan Sonraki Ergenekon” demişti Doğruhaber. Şimdi “Sonraki Ergenekon`un yerine Eski Ergenekon” oyunu oynanmaya çalışılacaktır. Bu oyunun Batı için sonuç getirecek bir noktaya ulaşması ise birkaç yılı bulabilir.

Bu süreçte Türkiye, milliyetçileştirilerek biyolojik yapısını aşıp İslam âlemine açılma siyasetinden uzaklaştırılmaya maruz bırakılmak isteniyor. Türkiye`nin Kürt sorununu çözmek ve İslam âlemine açılmak için küçülttüğü milliyetçilik büyütülerek Türkiye`yi durduran bir yapıya bürünmesi yönünde çaba harcanıyor. Türkiye`nin milliyetçi kesimi, darbe girişiminde Batı karşıtı bir tutum içinde bulunarak Batı`nın oynadığı oyunun bozulmasında tarihi bir rol oynadı, Türkiye`nin İslamî kesimlerini Batı karşısında yalnız kalmaktan kurtarma gibi hayati bir iş gördü. Batı, Mısır`da milliyetçileri meydanlarda kullanarak devrime darbe indirmişti. Türkiye`de ise milliyetçiler, hem ordudaki hem toplum tabanındaki geniş varlıklarını Türkiye`nin geleneksel yapısına da uygun olarak Batı karşıtı cephede değerlendirdiler. Darbenin başarısızlığında bu tutumun büyük yeri vardır. Batı, süreç içinde bunu ters yönde işletmeye çalışacaktır.

Diğer yandan Batı`dan kaçan Türkiye, Rusya`ya teslim olmaya zorlanarak başka bir bağlantıdan Batı cephesinde tutulma yolu aranıyor.

Buna karşı Türkiye, milliyetçilerini dönüştürüyor. Dün salt bir milliyetçilikle hareket eden unsurlar, bugün İslam âlemi vurgusunu özellikle yapıyor ve bazı istisna olaylar dışında eksiden olduğu gibi Kürt sorunu ile ilgili çözüm önerilerine karşı savaşmaktan söz etmiyor.

Ne var ki Türkiye`nin Büyük Birlik Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi eksenli kadim milliyetçi cephesi, bu dönüşümü yaşarken bazı eski radikal çevreler gizli bir ırkçılığa meylediyor. Hatta fiili tutumları ile bu, bir meyil olmayı da aşıyor, Türkiye`nin içine ve dışına yönelik tutumlarının esasını teşkil etmeye başlıyor.

Milliyetçilik, küçük toplumlar için ayakta kalma yönünde baston işlevinde görünse de büyümek isteyen, imparatorluk kapasitesi olan toplumları dar bir eksende tutar, küçültür.  Amerika, Cumhuriyetçi Başkan Adayı Trump gibi siyasetçilerin elinde artık bütün dünyanın kendisine karşı hesaplar yapmak zorunda kalacağı bir yapıya bürünürken Batı Avrupa`nın üç güçlü devleti İngiltere, Fransa ve Almanya gittikçe Doğu Avrupa`nın çıkarını dikkate almayan kendilerine odaklanmış siyasetlerine geri dönme işaretleri veriyorlar.

Bu yapı, sadece Arap İslam âleminde değil, Doğu Avrupa`da Türkiye için geniş bir icraat alanı oluşturuyor. Bu icraat alanı, 19. yüzyılda Fransız Yahudilerince İslam âlemine ithal edilen ırkçı yaklaşımlara kurban edilirse hem Türkiye hem İslam âleminin diğer kesimleri zarar görür.

Bu çerçevede Kürt meselesi Türkiye`yi topal bırakıyor. Türkiye, PKK`yi aşarak meseleye bakmayı başarırsa uluslararası sistemin oyununu bozar. 

“Allah” diyebilen bir ordu ile Fransız milliyetçiliğinin kriterleri ile yetiştirilmiş bir ordunun fikriyatı da icraatları da farklı olmalıdır. Ordu yeniden şekillendirilirken bu gerçekler göz önünde bulundurulmalıdır.  Bu yapılırsa darbe girişimiyle operasyonel gücü zarar gören ordu açısından musibet fırsata dönüştürülmüş olur.

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar