Devletler için bağımsız bir güç olarak var olmak, her şeyden önce gelir. Oysa laikleşmeye dayanan ulus devlet sürecini olduğu gibi sürdürmek, devletlerin bağımsızlıklarını anlamsızlaştırıyor. Fertler ve toplumlar için olduğu kadar devletler için de kimliğin önemi küreselleşme karşısında kendisini bir kez daha duyuruyor. Halkı Müslüman ülkeler, küreselleşme karşısında kendileri için kimlik arıyor; bu arayışta karşılarına emperyalizmin son aşaması küreselleşmeye karşı İslam kimliğinden daha dayanıklı bir kimlik çıkmıyor.
İslam dünyası, bizim için sömürgecilik ve emperyalizmden başka bir şey ifade etmeyen modernizmden önce kendisini sadece Müslüman kimlikle ifade ediyordu. İslam coğrafyasında toplumlar, Müslim ve gayrimüslim diye sadece iki kesime ayrılıyor; ülkeler, Müslüman kimliğin galip kimlik olduğu, gayrimüslimlerin ise bu galip kimliğin dışında bırakılsa da her tür haklarının korunduğu bir sistemle idare ediliyordu.
Bütüncül İslam kimliğinin işgalleri zorlaştırdığını gören emperyalist güçler, İslam dünyasında “parçalı kimlik” projeleri yürüttüler. Bütüncül İslam kimliğinin karşısına, önce kapsamlı bir kavim milliyetçiliği ile çıktılar. Turancılık, Arapçılık gibi milliyetçilikleri ümmetin karşısına çıkararak toplumlarda kavmî birliğin Müslüman toplumların bütüncül birliğinden kendileri için daha kârlı olacağı düşüncesi oluşturma çabası verdiler. Ancak bu tür milliyetçiliklerle ümmet hissiyatını zayıflatma amaçlarına ulaşınca yan çizdiler; geniş bir coğrafyaya yayılan kavmî bütünlüklerin Avrupa`nın birkaç katı büyüklüğünde yeni devletler doğurabileceğini ve bu iri devletlerin onların çıkarlarına muhalefet edebileceğini görüp kavim içinde “ülke milliyetçiliği” veya “bölgesel milliyetçilik” denilen gülünç bir milliyetçilik türü uydurdular.
Daha önce Turan`dan söz edenler, bu yeni akımda Türkiye milliyetçiliği, Azerbaycan milliyetçiliği; büyük Arabistan`dan söz edenler, Mısır milliyetçiliği, Suriye milliyetçiliği, Tunus milliyetçiliği gibi milliyetçilikler ürettiler.
Bu milliyetçiliklerin sosyal mühendisleri, Mısır`ın, Suriye`nin, Tunus`un ve diğer Arap ülkelerinden her birinin içinde bulunduğu coğrafik kesitte ayrı bir bütün olduğunu iddia ediyor, Miladî 19. yüzyıla kadar aradan geçen 1300 yıllık birlikteliği yok sayıyor, bir daha buluşmanın ütopya olduğunu öne sürüyordu. Buna karşı çıkanlar, ulus devlet kurumlarınca en ağır cezalara çarpıtıldı. Öyle ki Türkiye`de 1940`lı yıllarda Büyük Turan`dan söz edenler, tabutluk denen hücrelere konmuş ve iddialara göre onlardan bazılarının tırnakları dahi çekilmişti.
1970`lı yıllara geldiğinde I. ve II. Dünya Savaşlarını kazananlarca çizilmiş sınırların içinde kalan coğrafyaya “yurt”; ötesine de oralarda kim yaşarsa yaşasın “yurt dışı” dedik.
Bu ayrımda Türklük uzak kimlik, Türkiye Türklüğü yakın kimliktir; Araplık uzak kimlik, Tunus Araplığı gibi bölgesel kimlikler yakın kimliktir... Uzak kimlik ütopyadır, yakın kimlik ise realite. Herkes, bu ütopya ile realite arasında, realite yakın durmak zorundadır.
Ancak modern dönemde İslam`ın hepimizi kapsayan bütüncül kimliğine karşı üretilen sadece bu kavmî kimlikler değildir.
Uluslararası güçler, İslam dünyasına;
-Akdeniz Havzası medeniyeti, Mezopotamya medeniyeti, İran havzası, Kafkasyalılık, Doğu Afrika halkları gibi kültür kimlikleri,
-Sağcılık, solculuk gibi politik kimlikler,
-“Çağdaş kadınlık” gibi politik cinsiyet kimlikleri sürdüler.
Bu safhada vurgulanmayan tek kimlik mezhep kimliğiydi. Müslümanlar tarih boyunca da pek vurgulamadıkları böyle bir kimliğe uzak bulunmuş olacak ki Batılı güçler böyle bir kimliği gündeme getirmeyi kısmen ertelediler.
Küreselleşmenin etkisini hissettirmeye başladığı dönemden önce israil`in saldırıları karşısında modern parçalı kimlik projesine karşı yeniden bütüncül kavmî kimlik gündeme geldi. Arap Birliği fikri oluştu, bir dönem Suriye ve Mısır birleşti. Sudan ve Mısır`ın birleşmesi konuşuldu. Suriye ve Lübnan birliği her zaman gündemde kaldı. Ancak dış müdahaleler, aktif birliktelikleri engelledi; ardından sadece Arap Ligi gibi etkisiz ve bugün için artık neredeyse varlığından bile sözü edilmeyen sembolik bir siyasi toplantı türü bıraktı. Sovyetlerin yıkılmasından sonra da Arap Birliği`ne benzer şekilde Türk Dünyası Kurultayı oluşturulmaya çalışıldı, Rusya`nın Bağımsız Devletler Topluluğu girişimi karşısında bu kurultay da akamete uğradı; ardından Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi diye yine Arap Birliğini andıran siyasi olarak etkisiz bir toplantı türü bıraktı.
Bu birliklerin hiçbiri merhum Necmettin Erbakan tarafından gündeme getirilen ve en kalabalık sekiz Müslüman ülke arasında ticari işbirliğini amaçlayan D-8 kadar dahi heyecan uyandırmadı.
Bugün D-8 türü birlikler konuşulmuyor. Küreselleşme ve Batı`nın İslam dünyasındaki mevcut ülkeleri daha küçük parçalara bölme projeleri karşısında halkı Müslüman ülkeler zorunlu bir kimlik arayışı içine giriyor. Bu arayışın neticesinde Müslüman kimliğinden daha birleştirici ve koruyucu bir kimlik bulunmuyor.
Bu kimlik fikrinin ilk teorisyeni, Müslüman toplumların en küçüklerinden Bosna Müslümanlarının lideri ve büyük İslam mütefekkiri merhum Aliya İzzetbegoviç`tir. İzzetbegoviç, Bosna savaşının ardından imzalanan anlaşmada Clinton yönetiminin Bosna Müslümanlarını “Boşnaklar” olarak kayda geçirme dayatmasına boyun eğmedi, bu dayatmaya karşı gösterdiği savaşın mağdur tarafı olarak Boşnaklar değil, Bosna Müslümanlarıyız direnişini kazandı. İslam dünyasında bütün kesimlerin saygısını kazanan İzzetbegoviç`e göre Batılı güçler “Boşnak” dayatmasıyla şeytani bir amaç peşindeydiler. Onların amaçları, Boşnaklığın yüceltilmesi değil, bu kimliğe tepki duyan başka kimliklerin farkındalığının artırılması ve zaten küçük bir topluluk olan Bosna Müslümanlarının parçalanmasıydı. Bosna`da İzzetbegoviç`in bilgeliği sayesinde birliği hemen hemen aranan düzeyde sağlayan bu tespit, İslam dünyasında sesiz sedasız bir uyanışa vesile oldu.
Doksanlı yıllardan bu yana Malezya, Endonezya gibi ülkelerin ardından Pakistan, Cezayir ve Türkiye de alttan alta İzzetbegoviç`in tezine doğru yol alıyor. İslam dünyasının mühim bir kesimi Müslüman kimliğinin birleştirici ve koruyucu gücünü yeniden keşfediyor.
Bu keşif henüz oluşum aşamasında olmakla, Müslüman ülkelerdeki büyük etnik yapının kendisini üst Müslüman kimlik, diğer etnik yapıları ise alt Müslüman kimlik sayma gibi bir sapma tehlikesini barındırsa da gittikçe kabul görüyor. Öyle ki Irak Kürdistan`ı Bölgesel Yönetimi gibi genç siyasi yapılar dahi artık galip Müslüman kimliğe dayanmanın en kapsamlı birleştirici unsur olacağını ve bu kimliğin kendilerini küreselleşmenin yerel kimlikleri imha edici yapısından koruyacağını düşünüyor.
Küreselleşmeyi bir tür kendi gök kubbelerini inşa etmek için araç olarak tasarlayan uluslararası güçler, İslam dünyasındaki bu kimlik yönelişinden rahatsız oluyor. Bu arayışa giren iktidarlar ve diğer siyasi oluşumları düşman görüyor, onları yıkma yönünde projeler üretiyor. Bununla da yetinmiyor: Müslüman kimliğin siyasi değerinin yeniden keşfi karşısında mezhepsel kimlikleri büyütme ve mikro etnik yapıları parçalayıcı, istikrar bozucu bir unsura dönüştürme yönünde projeler yürütüyor, yatırımlar yapıyor.
Bunun yanında kavgadaki en büyük kesiti etnik yapılardan çok, yaşam tarzı olarak Batılılaştığı hâlde, dünün aksine kendisini kadim Müslüman kimliğiyle, siyasi olarak işgalci Batı`nın karşısında ve İslam dünyasının içinde gören “modern kitleler” oluşturuyor. İslam dünyasına karşı medeniyet savaşı ilan eden Batı, Müslümanlar arasında oldukça büyük bir nüfusa ulaşan sadece Ramazan orucunda namaz kılan ve kadınlarının önemli bir kısmının başı açık bu kesimini yaşam tarzında oldukları gibi siyasi olarak da yanına çekmeye çalışıyor. İslam dünyasındaki uç grupların eylemlerini, kimi zaman ele geçirdikleri dar coğrafyalarda yürürlüğe koydukları “hukuk”u, mezhep ve fırka çatışmalarına eğilimlerini afişe edip bu “modern toplum” kesitine “İslam kimliğini tercih bu uç grupları tercihtir, beni tercih ise çağdaş Batı`daki sükuneti tercihtir” demeye götürüyor.
Müslüman kimlik arayışındaki iktidar ve siyasi güçler ise bu propagandaya karşı bu modern kesimlerin desteğini almak ve süreklileştirmek için uç yapılardan uzak olduklarını izah etmenin ve ispatlamanın yolunu arıyor.
Bugün İslam dünyasındaki mücadelenin görünmeyen ve pek de değinilmeyen önemli bir tarafını bu kimlik arayışı sonrası çekişme oluşturuyor.