Dr. Abdulkadir Turan

Kapitalizme karşı kapitalizm

20.11.2015 10:53:00 / Dr. Abdulkadir Turan

İslam dünyasında kapitalizm, kimsenin ona karşı emri bilmaruf ve nehyi anil münker niteliğinde bile karşı koyamadığı bir canavara dönüştü.

“İnsancıl kapitalizm”,  “vicdanlı kapitalizm”, “daha yumuşak kapitalizm”...Bu kavramlar, kapitalizmde insanî yönde bir dönüşümü dile getiriyor, kapitalizmin klasik kimliğinden sıyrılıp insanileşmesini ifade ediyor.

Böyle bir dönüşüm talebinin kapitalizm karşıtları tarafından ifade edilmesi gerekirdi. Oysa bu kavramları kullananlar yine kapitalistler hatta en önde gelen kapitalistlerdir.

Önce, 2015 verilerine göre dünyanın en zengin adamı kabul edilen,  Yahudi kökenli agnostik Bill Gates konuştu.  Bill Gates “Kapitalizm, milyarlarca kişinin hayatına zenginlik kattı ama milyarlarca kişiyi de dışarıda bıraktı. Bu eşitsizlik artık sürdürülemez” dedi; kapitalizmde yumuşamayı önerdi.

Ardından kapitalizmin devletler düzeyindeki buluşmasını ifade eden G20`nin Antalya`daki Kasım 2015 zirvesi başlarken, Türkiye`nin en zengin ailesinden Ali Koç, hemen hemen Bill Gates`le aynı ifadeleri kullanarak “Eşitsizliği gidermek için kapitalizmin ortadan kalkması gerek” dedi.

Bu, kapitalizmin, kapitalizme karşı ilk itirazı değildir. Ama yüzyıllardır insanlığın kanını emen kapitalizme yönelik değişim talebinin dışarıdan değil, bizzat kapitalistlerden gelmesi bugün için anlamlıdır.

Kapitalizmin neden olduğu problemlerin çözümünü yine kapitalistlere bırakmak gibi bir tehlikeyi içinde barındırıyor bu ifadeler. Kapitalizmin muhalefetsiz kalıp kendi muhalefetini üstlenmesi gibi ürkütücü bir resmi yansıtıyor. Mutlak bir galibiyetin ilanı gibi gizli bir hâle işaret ediyor.

VAHŞİ KAPİTALİZM SAHİPSİZ

“Vahşi kapitalizm” hepimizin zihninde tarihte nice acılar bırakmış ve göçüp gitmiş bir masal canavarı gibi duruyor. Ben, vahşi kapitalistim, diyen kimse yok. Vahşi kapitalistleri açıktan duyuran, onlara yönelik adamakıllı eleştiriler yönelten kimse de yok.

Ne var ki vahşi kapitalizm ölmedi, hâlâ “Anglo Sakson kapitalizmi” olarak hayatta, Amerika Birleşik Devletleri`nde en vahşi hâliyle, en ilkel duruşuyla dimdik ayakta...

Vahşi kapitalizm, yoksulların omuzları üzerinde devletin hazinesine uzanıp oradan aldıkları ile semizlenen bir zengin azınlık canavarıdır. Bu canavar, yoksulun omuzları üzerinde devlete uzanır, bu vaziyette devletten aldıkları ile büyür, büyüdükçe devlete hükmeder ve devletin küçük imkânları bile yoksula tanımasını engeller. Devletten almaya başlayan yoksulun, onun altından çekileceğini, bununla da hükmedici yönünün küçüleceğini düşünür.

Ne korkunç bir şey... Ama ne yazık ki gelişmekte olan ülkelerin ekonomi yönetimlerinin zihninde, bu korkunç yaratığın en ideal kapitalizm türü olduğuna dair etkili bir fikir vardır. Onlar, hiçbir zaman vahşi kapitalizme sahiplenmezler, “vahşi kapitalizm” kavramı bir yana, onu kamufle eden “Anglo Sakson Kapitalizmi” kavramını dahi eleştiri amaçlı olmazsa anmazlar. Sosyal piyasa ekonomisi diye ifade edilen Ren kapitalizminden söz ederler, sosyal devlet liberalizmi derler ama iç dünyalarında şu vahşi kapitalizmi bir de biz deneyip Amerika gibi güçlü bir devlet olabilsek diye yanarlar.

Bir yandan vahşi kapitalizmin kötü siciliyle anılmamak, onun insanlık hafızasında bıraktığı kötü izlenimin altına girmemek, öte yandan vahşi kapitalizmin insanı öğüterek, insanlığı tüketerek sağladığı zenginleşme hızına kavuşmak... Bugünün dünyasında gelişmekte olan ülkelerin ekonomi yönetimlerinin hayalidir bu.

Amerika bile vahşi kapitalizme sahip çıkmıyorken onlar niye sahip çıksınlar ki? Onun kirli tarihinin yükünü niye omuzlasınlar ki? Bununla beraber eğer, ne olursa olsun “zenginleşmek” takdir edilecek bir durum ve bunun yolu da vahşi kapitalizmden geçiyorsa vahşi kapitalizmi neden denemesinler? Kapitalizme inanan için, kapitalist olmamak ya güçsüzlük ya da ahmaklıktır. Gelişmekte olan ülkeler, güçsüz değillerse neden ahmaklığı seçsinler?

Bunun için diyor bir ekonomi yazarı, gelişmekte olan ülkelerin ekonomi yönetimleri sosyal devlet, Ren kapitalizmi, sosyal devlet liberalizmi diye diye Anglo Sakson kapitalizmine doğru koşarlar.

KAPİTALİZMİN TAVİZLERİ VE ZAFERİ

Ticari anlayışını Yahudilerden, vahşetini ise Avrupa`daki kadim barbarlıktan alan ve Protestan ahlakı iddiasına rağmen Hz. İsa`nın merhametinden hiçbir şey içermediği hâlde kilisenin desteğini alan kapitalizm, ilk tavizini Ren kapitalizmi ile verdi. Alman kapitalizmi denen bu kapitalizm türü, orta sınıfın güçlendirilerek sermayenin küçük bir kısmının da olsa daha geniş toplum kesimlerine ulaştırılmasını öneriyordu.

Ama bundan daha güçlü bir taviz, İskandinav ülkelerinin sosyal demokrasi diye ifade edilen daha paylaşımcı bir kapitalizme yönelmeleri ile gerçekleşti. 

Amerikan kapitalizmi her iki tavize de duyarsız kaldı. Her iki tavizi de Avrupa kapitalizminin yaşlılığından dolayı alt sınıflara direnememesine yorumladı. Ama bir gelişme, Amerikan kapitalizmini duyarsızlık hâlinden çıkarıp bu tavizleri verenleri zorlayacak bir aşamaya getirdi. Bu gelişme, sosyalizmin iflası ile Sovyetler Birliğinin çökmesidir.

Dünyayı sadece kapitalizm ve onun isyancı çocuğu sosyalizm diye iki ideolojiden ibaret bilen Amerika, sosyalizmin zafiyetlerinden kaynaklanan bu çöküşü, kapitalizmin sağlamlığına yorumladı, kapitalizm adına zafer sarhoşluğuna kapıldı. Sosyalizm korkusuyla oluştuğuna inandığı Ren kapitalizmi ve İskandinav sosyal demokrasisindeki sermaye sahiplerinin orta sınıfa yönelik tavizlerini, boşuna kapılan bir korkunun eseri “ahmaklık” olarak anlattı. Para politikaları ile, bu tür ekonomileri gittikçe zorlamaya başladı.

Bu hava içinde Obama`nın sosyal vaatleri geleneksel Amerikan kapitalizminden tepki alırken Avrupa devletleri de kendi sosyal politikalarını sorgulamaya başladı. Sokak gösterilerinin ve yer yer grevlerin sekteye uğrattığı bu sorgulama alttan alta devam ederken Bill Gates gibi bir kapitalistin Anglo Sakson kapitalizmini sorgulayan açıklamalar yapması çok şaşırtıcı bulunmuştu.

Kimine göre bu, bir günah çıkarmaydı. Ama buna yol açan birkaç etkenden söz etmek mümkündür:

1. Kapitalizm, yeni bir muhalefet dalgasıyla karşılaşmamak için kendi muhalefetini bizzat kendisi üstlenmek istiyor.

2. Kapitalizm, dünyada rakipsizleştiğini ve kendi eleştirisini yapacak kadar özgüvene ulaştığını duyurmak istiyor.

3. Kapitalizm, sosyal yönü her zaman Batı`yı ürküten, bir numaralı düşman İslam karşısında sosyalist kesimlerin, işçilerin ve sayıları gittikçe azalsa da varlığını koruyan köylüler, küçük esnaflar gibi kesimlerin desteğini almaya çalışıyor.

Bunlar arasında bizim için en işlevsel seçenek, üçüncü seçenektir. Ancak, bunu yeteri kadar ciddiye aldığımız söylenemez.

İSLAM DÜNYASI VE KAPİTALİZM

İslam dünyası, İslam`ın sağladığı sosyal adaletle hiçbir zaman Batılı anlamda kapitalist bir sürece girmedi. Sınıflar arası fark, hiçbir zaman Batı`da olduğu kadar açılmadı. Neticede her sınıftan insan camilerde ve Kabe-i Şerif`te omuz omuza durdu.

Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi İngiliz-Amerikan etkisindeki devletlerde bile Anglo Sakson kapitalizmi uygulanmadı. Bu ülkeler, kendi sıradan yurttaşlarına Almanya ve İskandinav ülkelerini de aşarak insanı tembelleştirecek kadar sosyal katkıda bulundu, ülkenin sermayesini her tür itirazın önüne geçecek kadar sıradan insanla paylaştı.

Ne var ki petrolün daha çok gelir getirmesi ve kârlı ticari faaliyetlerle birlikte bu ülkelerin aslî yurttaşlarının müreffeh bir hayata kavuşması, bu ülkelere yönelik işçi göçlerine yol açtı. Bu ülkeler, kendi asli yurttaşlarına karşı ne kadar cömert iseler özellikle Hint kıtası ve Afrika kökenli işçilere karşı o kadar kapitalist davranıyorlar. Buralarda yabancı işçiler, adeta köle gibi görülüyor, her tür haktan yoksun olarak barakalarda yaşatılıyor, karın tokluğuna, sınırını doğal aydınlığın belirlediği bir mesaide aralıksız çalışıyor. İşinden çıkarılıp sınır dışı edilme korkusu içinde bu köleliğe sessizce razı olan bu işçilerin hakları hiçbir zeminde gündeme gelmiyor. Aksine camilerde, bunların patronlarına sadakatle çalışmaları yönünde telkinlerde bulunuluyor.

Bir zamanlar, Mısır ve Suriye`de İhvan-ı Müslimin, Lübnan`da Musa Sadr hareketiyle İslam dünyasında güçlü bir kapitalizm karşıtlığı vardı. Öyle ki kapitalizme karşı İslam sosyalizminden dahi söz ediliyordu. Lübnan`daki hareket bir bakıma devletleşti ve küçük bir alanı ilgilendiriyor. Mısır ve Suriye`deki alimlerin ise bir kısmı vefat etti, diğer kısmı ülkelerindeki baskılar karşısında Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar gibi ülkelere sığındı. Bir bölümü çalışmadan aylığa bağlanırken bir bölümü de bankalara fıkhî danışmanlık gibi görevler üstlendi, daha önce hakkı haykıran sivil bir önder iken geçim problemini çözmek için bürokrasi içinde yer aldı. İslam`ın sosyal adaletiyle ilgili söylem, İslam aleminde yetim kaldı. İslam dünyası, aslî yurttaşlar açısından farklı görünse de yabancı işçiler alanında vahşi kapitalizmin esaretine girdi. İslam dünyasında kapitalizm, kimsenin ona karşı emri bilmaruf ve nehyi anil münker niteliğinde bile karşı koyamadığı bir canavara dönüştü.

Bundan sonra ne olacak? Her tür İslamî siyasetin yasaklandığı bu ülkelerin geleceğinin muhalefetinin gayr-i İslamî olması gibi bir durumu beklemek yersiz midir?

TÜRKİYE VE KAPİTALİZM

Türkiye, kapitalizmle ilişkisinde hep gelişmekte olan ülkelerin çizgisinde kaldı. Kuruluş aşamasında sosyal devlet vurgusu yapsa da devlet himayesindeki bir kapitalizmi benimsedi. Koç, Sabancı gibi zenginler bu tür bir kapitalizmle büyüdü. 1970`li yılların sonlarından itibaren sisteme müdahale edebilecek güce ulaştı.

1990`lı yıllarda Doğru Yol Partisi (DYP) ve Sosyal Demokrat Halk Partisi (SHP) koalisyonu, Yeşil Kart gibi sosyal uygulamalara el attı. 1980`li yıllarda Turgut Özal tarafından geliştirilen Fakir Fukara Fonu (Fak-Fuk Fon), 2002`den sonra Ak Parti döneminde dönüştürülerek geliştirildi. Toplu Konut İdaresi (TOKİ) üzerinden konut edinme imkanı artırıldı. Yaşlı ve kimsesizlere yönelik sosyal yardımlar çoğaltıldı. Devlet himayesinde büyüyen ve TÜSİAD çatısı altında toplanan zenginlerin siyasi uygulamalara doğrudan müdahale etmeleri engellendi. Sosyal yardımlaşmaya yönelen vakıfların önü açıldı. Ancak devletin ana politikaları kapitalist dairede kaldı. 

Bir ülkede, zenginle yoksul arasındaki uçurum gittikçe büyüyorsa, küçük esnaflık tükeniyorsa siyasi hayata katılmak için zengin olmak gerekiyorsa o ülke kapitalisttir. 

Ya vahşi kapitalisttir ya da onun bir türevi. Bugünkü dünyada kapitalizmin o türevleri de vahşi kapitalizme doğru gidiyorlar.

Asgari ücretin ancak bir seçimle 1300 liraya çıkarılma umudunun oluştuğu, bunun da ancak bir zenginin bir günlük sofrasına denk geldiği bir ortamda kapitalizm yok da ne var? Ürkütücü olanı ise, her uygulamanın adeta bir sistem politikası gibi benimsenip kimsenin buna karşı olumlu bir eleştiri geliştirmemesidir.

Uluslararası güçlerle bağlantılı kapitalist sermayenin açıkça desteklediği sosyalist ve sosyal demokrat kesimler, sosyal haklar konusunda samimi olmayan ve ölçüsüz bir söyleme sahipler. İşçiye, yoksula hak sağlamaktan öte, inancını, yaşam tarzını paylaşmadıkları işçiyi ve yoksulu Batı`nın istediği bir sosyal ve siyasi yapı için kullanma derdindeler.

İslamî kesimler ise ya söyleyeceklerinin yanlış anlaşılmasından, işçiyi ve yoksul kesimleri kullanma derdinde olan Batıcı kesimlere desteğe dönüşmesinden endişe ediyorlar ya da kapitalizme karşı derli toplu bir söylem geliştirememe problemi yaşıyorlar.

Konunun gerçeğinde ikisi de vardır.

Duyarlı alimler, bir dönemin Abbasi ülkesinde yaşanan Hanbeli-Şii tartışmaları gibi bir gündem içinde sosyal sorunların dışında kalıyorlar. Duyarsız olanlar ise daha kötü örneklere bakıp halimize şükretmemiz gerektiğini öneriyorlar.

Gelir dengesizliğinin gittikçe arttığı Abbasi dönemindeki o tartışmaların bir gün Karmatilik ve Siyahî öfkeyle bastırıldığını, Müslümanların yoksul ve kölelerinin o yıkıcı ve eldeki kayıtlara göre sapkın hareketlere gönüllü olarak katıldığını bilmekte yarar vardır.SW

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar