Dr. Abdulkadir Turan

Ahlâka ve ahlâksızlığa isyan

21.12.2012 14:45:00 / Dr. Abdulkadir Turan
40 – 50 yıl öncesine kadar İslam dünyasında sadece “akide” problemi vardı. Çoğunluğun Müslüman olduğu şehirlerde infiala sebep olacak yaygın bir ahlâksızlık problemi yoktu. Sol ideoloji ile imandan edilen gençler bile 25-30 yıl önce İslam şehirlerinde belli ahlâki kurallara görüntüde de olsa kendilerini uydurmak zorunda hissediyorlardı.

Bugün İslam dünyasında geleneksel inanca sahip kimi ailelerin gençleri bile kendilerini belli ahlâkî kurallara uydurmak zorunda hissetmiyorlar. Bu yöndeki önerileri bile özgürlüklerinin sınırlanması, baskı altına alınma ve geleneğin kölesi edilme çerçevesinde görebiliyorlar. Sokak ortasındaki teşhire yönelik uyarıları bile anlayışla karşılamıyorlar. “Biraz daha ahlâklı olabilir misiniz?” önerisine bile isyan ediyorlar.

Dün, karşılıksız bir ilgiyle yüz yüze kalan bir genç, köyün çobanı ise ilgi duyduğu kişinin evinin önünde kavalını taşa vurur, sürüyü bırakır, memleketi terk ederdi. Güç kuvvet sahibi biri ise ilgi duyduğu kişiyi kaçırmanın yolunu arardı.

Bugün karşılıksız bir ilgiyle yüz yüze kalanlar, ilgi duyduğu kişiyi öldürmekle yetinmiyor, kimi bu ilginin karşılıksız kalmasından sorumlu tutuyorsa, aradaki engelin kim olduğunu sanıyorsa kadın, çocuk, yaşlı demeden hepsini katledebiliyor; ardından kendince yiğitlik gösterisiyle canına kıyıyor.

Yaşadığımız coğrafya ve ait olduğumuz sosyal geçmiş bakımından tam anlamıyla “soysuz” bir eylemcilikle karşı karşıyayız. Gün geçmiyor ki “cinnet” başlığı altında bu tür bir facia medyaya yansımasın. Artık herkesin mahallesinde böyle bir cani var. Her mahalle, bu tür canilerin tehdidi altında bir güvenlik problem yaşıyor.

40-50 yıl, hatta 25-30 yıl öncesine göre yeni bir problemle yüz yüzeyiz: Ahlâksızlık problemi ve iki tip insanın isyanı ile karşı karşıyayız:

Başkasının canına kıydıktan sonra, kendi canına kıyanlar üzerinde bir araştırma yapılırsa onların ikiye ayrıldıkları görülür: Ahlâka isyan edenler ve ahlâksızlğa isyan edenler. Bu isyancılardan bazıları, ilgi duyduğu kişiyi ahlaksızlığı seçmiyor diye katliam yapıyor; bazıları ise eşleri veya bir yakınları ahlâk dışına çıktı diye katlediyor. Birincisi ahlâka isyan ediyor; ikincisi ahlâksızlığa ve her ikisi de bu isyanı kendi canına kıyma acziyeti ile bitirebiliyor.

İsyana sebebiyet vermek ve isyana teşvik suçtur. Sebepler ve teşvikler var oldukça isyan devam edecektir. Bunun yanında otorite sahibi olanların isyana seyirci kalmaları da suçtur.

Öyleyse sormak gerekmiyor mu? İnsanları, ahlâka isyan ettirecek kadar insanlıktan uzaklaştıran ne ve kimdir?
Ahlâklı insanları, ahlâksızlığa karşı kendi kendine harekete geçmeye ve canına kıymaya sevk edecek kadar da ahlâka karşı duyarsız olanlar kimlerdir?

Onlar, neden toplumu çoğu zaman kendi yanlış çözümünü deneme mecburiyetinde bırakacak kadar duyarsızdırlar?
Bu isyana sebebiyet verenler, bu isyanı teşvik edenler, annelerin, çocukların, yaşlıların katline ortak olanlar kimlerdir!

SEBEPLER VE SEBEP VERENLER ARAŞTIRILMIYOR

Önümüzde bir problem var: Sıradan bir aileden gelen bir genç, eline bıçağı veya ateşli silahı alıyor ve bir gün kendi annesini, babasını, kardeşlerini, eşini, çocuklarını öldürüyor. Gayet makul bir ailenin genci ‘ya ilgimin karşılık bulması için hep beraber seferber olursunuz ya da…` tehdidinde bulunuyor.

Ve bu, münferit bir olay değil. Neredeyse her gün böyle bir olay medyaya yansıyor. Bu tür olaylar artık toplumsal bir problem haline geldi. Kronik vakalar arasına girdi.

Vakayı bu kadar ağır hale getirecek kadar niye beklendi? Ahlâk, niye bu kadar zorlandı, niye bu kadar tahrip edildi?
Batıdan ithal ideolojilere inanmış sosyolog ve psikologlar, bu sorunu adam akıllı araştırmıyor. Çünkü araştırma sonucunun kendi batıl ideolojilerine ve batıl ideolojilerinin önderlerine dayanacağını biliyor. Suçlunun ayak izlerini kendi kapılarına getirecek bir araştırma yapmaktan kaçınıyor.

Dindar psikolog ve sosyologlar ise dindar olsalar da araştırmalarını batıl ideolojilerin bakış açısıyla yaptıkları için sonuçları onların terimleriyle açıklıyor ve araştırdıkça haktan, doğrudan uzaklaşıyor.

Dindar bilim insanları, yıllardır üniversitelerde sindirildikleri için hakkı görse de kendine öz güven duyarak “İşte hak!” diye bağıramıyor; “İşte hak” diye bağırsa da batıl ideolojilerin ölçüleriyle konuşmadığı sürece kimsenin onun araştırmasına değer vermeyeceğini düşünüyor. Nihayetinde bu endişe içinde hak ile batılı birbirine karıştırarak herkesin kafasını karıştıracak ve asla çözüme götürmeyecek bir dizi karmaşık öneriyle kamuya görünüyor.

Dindar köklerden gelen bir psikolog, bir sosyolog, değişime rağmen, “Bu isyanın sebebi, dinden, imandan uzaklaşmaktır, ahlâksızlığın bir kültüre dönüştürülmesidir” diye ilanda bulunursa “bilim dışı açıklama yapmak”la itham edilmekten endişe duyuyor.

DİN DIŞI ÇÖZÜMLER “TEŞVİKTİR”

Din ile ahlâk, beden ile can gibidir. Ahlâk, ancak din bedeni içinde varlık bulur. Dinin olmadığı yerde ahlâk olmaz.
Ahlâksızlık problemine karşı kim din dışı bir arayış içine girse ancak ahlâksızlığa hizmet eder, ahlâka isyan edenlerin cinayetlerine ortak olur. Bu yönde oluşturulan her kurum, “ahlâksızlığı himaye kurumu, bu yönde yapılan her yatırım, “ahlâksızlığı teşvik yatırımı” olmaktan öteye gitmez.

Bu kurumları oluşturanların, bu yatırımı yapanların arkalarına bakmaları gerekmiyor mu? Onların gayretleri arttıkça problem onların kapısına daha çok yaklaşıyor. Ahlâksızlık problemi, kendi kurumlarını tehdit eder hale geliyor.

Din dışı ahlâk teorisinin kaynağı Batı`dır. Batı`nın ise en büyük problemlerinin başında ahlâksızlık problem geliyor. Batı yıllardır, ahlâksızlığın tahrip edici neticeleri ile boğuşuyor. Batı`nın çözümü çözüm olsaydı. Batı kendi çözümünde direndikçe batar mıydı?

Bu probleme karşı din dışı aktörler tayin edenler, feministçe bir yaklaşımla, ahlâksızlık probleminden dolayı isyana sürüklenen erkekleri suçlu bulurken, bu isyanın bir parçası olan kadınları “azize” ilan edenler, Türkiye`de sosyalist kesimin yıllardır bunu, zaten yaptığını görmüyorlar mı? “Ahlâk” diye dönüp dolaşıp sosyalist ahlâkı mı buldunuz?

Ahlâk gibi bu toplumun değerleri için hayati öneme sahip bir meselede bile çözümünüzün kaynağı sosyalistler gibi maneviyat düşmanı bir kesim ise siz sosyal alanda bize ait hangi projeye sahipsiniz?

ÇÖZÜM “AHLÂKSIZLIK KÜLTÜRÜ” MÜ?

Din dışı arayışlar içinde olanların yazıp çizdiklerine bakın: Onlar, ahlâksızlığı değil, ahlâksızlığa isyan edenleri kınıyorlar. Ahlâksızların suçunu ahlâkta arıyorlar. Ahlâksızlığı lanetlemiyorlar, ahlâksızlığa isyan edenleri lanetliyorlar. Onlar, ahlâka isyan edenleri, özellikle kadın olduğunda kutsuyorlar.

Onların bu tavrını tespit için bu yöndeki tek bir vakayla ilgili açıklamalarını duymanız yeterli. Onlar, ahlâksızlığı bir sorun olarak görmüyorlar, ahlâk için isyan edenleri sorunun merkezine koyuyorlar.

Onlara bakılırsa, toplum ahlâksızlığı normal karşılayacak kadar bir bakış açısı değişikliğine uğrasa, ahlâksızlığı görmeyecek bir körlüğe, bir ahlâk miskinliğine sürüklense ahlâksızlık normalleşir. Ne ahlâksızlığa karşı isyan edenler olur ne de ahlâka karşı isyan eden. Toplum da bu tür cinnetlerden kurtulur. Buna “ahlâksızlık kültürü” denir. Onlar, “ahlâksızlık kültürü” için çalışıyorlar, “ahlâksızlık kültürü” için emek harcıyorlar. Onlar, ahlâksızlığın bu toplumda bir kültüre dönüşmesi için çırpınıyorlar.

“Ahlâksızlık kültürü”nün keşfi onlara ait değil, onlar sadece taklitçidir; bu kültürü Batı keşfetti.

Ahlâk, bir bütündür, ahlâksızlık problem sadece “belli bir alana indirgenemez. O “belli” olan, sadece bir “patlama” noktasıdır.

- İçkinin yayılması

- Kumarın resmileşmesi

- Emanete ihanetin tabiileşmesi

- Yalanın sıradanlaşması

- Aldatmanın sanata dönüşmesi

- Dedikodunun eğlence olması

- Komşuluk ve akrabalık ilişkilerinin bozulması

Bunların her biri problemin bir yerindedir. Batı, “ahlâksızlık kültürü”nü “belli” konuyu din dışı bir çözüm adına ve felsefi bir alt yapıyla ahlâkın dışına çıkararak kabul etti. Bu, küçük sol grupların “Kadın namus değildir” anlayışında kendisini bulan bir yaklaşımdır. Bu, aslında ahlâkın, toplumsal yaygınlığa ulaşan ahlaksızlığa yenilmesinin ta kendisidir.

Konu, erkeğe “Haddini bil!”, kadına “Hakkını bil!” diyen bir dar fikirliliğe, “Hattını bil!” gibi bir polisiye çözüme sığmayacak kadar büyüktür.

Sorunu, “Kadına şiddet” meselesine indirgemek basitliktir, sebep körlüğüdür; hiçbir soruna çözüm olmayan post modern sosyalistliktir. İslamî köklerden gelenler, sosyal meselelerde dolaşa dolaşa post modern sosyalistlerin sloganlarına saplanmışlarsa vah bu toplumun hâline!

Post modern sosyalistlerin feminizmden beslenen bir yaklaşımla “Erkeği bağla!” sorun biter, demeleri onlara yakışıyor. Ama ya yıllarca “Kurtuluş İslam`dadır!” diyenlerin sorunu din dışı bir alana sürükleyerek görev verdikleri aktörlere “Haddini bil!”, “Hakkını bil!, “Hattını bil!” sloganları attırmaları?

ÇÖZÜM İSLAM`DADIR
Soruna daha geniş bakan, ahlâkı kadın konusuna indirgemeyen ama kadın konusunu ahlâkın dışına çıkararak çözme gibi bir garabete düşmeyen ve hiçbir komplekse, endişeye kapılmadan “Çözüm İslam`dadır” diyebilen birilerine ihtiyaç var.
İslam`ın Mekke günlerinden başlayarak topluma, fuhşa meyletme, kul hakkını yeme, yalan söyleme, emanete ihanet etme direktifleri vermesi ve bu direktifleri hep gündemde tutması bizim için yol göstericidir.

Ahlâksızlık problemi, her dönem var olmuş ve bu problem nerede bir çizgiyi aşmışsa toplumsal huzursuzluğa ve infiale yol açmıştır. Önce duyarlı fertler sonra toplumun bütünü bu yönde bir arayış içine girmiştir. Bugün böyle bir arayış vardır.
“Fuhşa meyletme!”, “Yalan söyleme!”, “Kul hakkını yeme!”, “Dedikodu yapma!”, “Emanete ihanet etme!”, “Rüşvet yeme!”, “Komşuna eziyet etme!” diyerek topluma çağrıda bulunanlar bu arayışa cevap verenler olacaktır.

Unutmamak gerekir ki hiçbir toplum ahlâksızlık problemini ikincil bir problem sayacak lükslüğe sahip değildir. Hele bir İslam toplumu asla!
 
Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar