Dr. Abdulkadir Turan

Yeni bir iktidar dizaynı

21.08.2019 07:34:01 / Dr. Abdulkadir Turan

Bir iktidarın askeri darbeye başvurulmadan devrilmesi ana hatları ile,

  1. Mevcut iktidarın yıpratılması
  2. Ona karşı bir muhalefetin organizasyonu
  3. Muhalefetin toplum tarafından meşru görülecek bir misyon sahibi edinilmesi
  4. Muhalefetin söz konusu misyonu gerçekleştirme iddiasıyla iktidar edinilmesi aşamalarını kapsar.

Dolayısıyla bir iktidarın devrilişi aynı zamanda, yeni bir iktidarın dizaynı ile eş zamanlı yürür.

Türkiye gibi ülkelerde “istikrarsızlık” bir dış güç stratejisi olduğundan bu aşamalar aslında hep rutin olarak işler. Ama 15 Temmuz 2016’dan bu yana bu aşamalar, daha dikkat çekici bir “itiş”le işletiliyor.

İktidar yıprandı mı yıpratıldı mı?  Yıpranmayan bir iktidarın yıpratılması, çoğu zaman akıntıya karşı kürek çekmek gibidir. Bunun için yıpranmayan bir iktidar açık veya gizli askeri darbeyle yerinden edilir. Burada söz konusu olan aşamalar ise yıpranan veya yıpranmaya meyleden iktidarlara yönelik işletilir. Türkiye’de gerçekleşen de budur; iktidar zaman için yıprandı ve aynı zamanda bir program doğrultusunda yıpratılıyor. Analizimizde konunun iki yanına da değineceğiz.  

İKTİDARIN YIPRANMASI

İktidar, her şeyden önce “Milli Görüş” gömleğini isteyerek veya “koşullar gereği” çıkarırken kendisi için özgün bir ideoloji/fikriyat geliştirmedi.  Dünyada daha çok sağ renksizliği, dolayısıyla farklı seçeneklere açık olmayı ifade eden “muhafazakârlığı” ideolojisi diye öne sürdü. Muhafazakârlığı dünyadaki örneklerinden daha yoğun milli değerlere dayandırma çabası ise ilk yıllarda liberalizmle malul kaldı. Son yıllarda ise “Rabia” simgesiyle yapılan eklemeler, “milliyetçi muhafazakâr” bir imaj oluşturmaktan öteye geçemedi.

İdeoloji/fikriyat, siyasi partilerin hem eritme potaları hem yenilenme rafineleridir. Partiye dışarıdan gelenleri partinin misyonu etrafında tornadan geçirir; içerdeki paslanmayı ise esaslar doğrultusunda vuruşlar yaparak engeller, canlılığı sürdürür.

Özellikle iktidardaki partilerin ya da iktidar olma ihtimali yüksek partilerin önündeki “bireysel menfaat havuzu” tehdidi, o partilerin güçlü bir eritme potasına sahip olmasını gerektirir.

AK Parti’nin muhafazakârlık söylemi, ideoloji olma boyutundan uzak kaldığından, böyle güçlü bir eritme kabiliyetinden yoksun olduğu gibi geleneksel sağ ve sol partilere oy veren “çıkarcı siyasetçileri” de partiyi açma riskini barındırıyordu. O tür siyasetçilerin özellikle bazı yörelerde karşılığının olması, başta AK Parti için imkân olarak göründü. Ama onların parti içinde erimeden anahtar konumlar edinmeleri, zamanla partiyi klasik çıkarcı sağ partiler görünümüne büründürdü.

Çıkarın etki sahası, salt “klasik çıkarcılar” değildir.  Sağlam bir “bireysel çıkar ötesi” kişiliğe sahip olan şahıslar bile zamanla nefis terbiyesini ihmal ettiklerinde bireysel çıkarcılığa sürüklenebiliyorlar.

Ak Parti’ye çıkar için katılan “klasik çıkarcılar”, parti içinde erimek bir yana bireysel çıkar ötesi hedeflerle siyaset yapan pırıl pırıl kadroların bir kısmını da etkileri altına aldılar, erittiler.  Ya da halk dilinde “arada kaynama”  ile ifade edilen bir hâlle çıkarcılar içinde kayboldular.

AK Parti, buna karşı son yıllarda idealler vurgusu yaptıysa da çıkarcılığın kurumsallaşmasının önüne geçemedi. Parti, misyonuyla çelişerek, bireysel menfaat havuzu görünümüne büründü. Bireysel çıkarlar, tabiatı gereği geçicidir. Neticede AK Parti’de  “bireysel menfaat havuzu” ile bağı kesilen, partiyi sorguladı. Bu sorgulama, kitleler nezdinde partinin geleceğe kalmayacağına dair bir kanaat oluşturuyor.

Öte yandan ideolojisizlik; kökeni dindar ama aldıkları eğitim ile aslında sıkı bir post-modern Batıcısı kimselerce kurulan KADEM türü yapılanmalara da saha sağladı. Partinin ideolojik renksizliği suiistimal eden bu tür yapılar, Batı’daki gerileyiş içinde yaşanan çürümüşlüğü, “geleneğe karşı konumlanışları” ile bir yenilik gibi algıladılar. Siyasi güçlerini kullanarak o çürümüşlüğü yasal değişiklikler üzerinden topluma dayattılar. Bu da AK Parti için, dindar toplum tarafından kınanan, yozlaşmış bir yenilikçilik görünümü oluşturdu. Dolayısıyla AK Parti muhafazakâr olmayanlarca benimsenmediği gibi muhafazakâr diye tanımlanan aileler nezdinde de itibar kaybetti.

İdeolojisizliğin AK Parti için oluşturduğu üçüncü sorun; partinin genel anlamda, milli değerler karşıtlığını değil, CHP’yi kendisine rakip olarak tanımlamasıdır. Nihayetinde CHP’nin artık dini değerlere karşı olmadığı söylemi yoğunlaştığında, buna karşı da AK Parti’nin dini değerleri koruma becerisi sorgulandığında CHP karşıtlığı, son yerel seçimlerde açıkça görüldüğü üzere AK Parti’ye siyasi kazanım sağlamadı.

İdeolojisizliğin AK Parti için oluşturduğu dördüncü sorun; plan ve hizmetlerini ifade edecek, bireysel çıkar havuzundan beslenme ümit ve ithamından uzak saygın kadroları bulamamasıdır. Partinin Kürt meselesi gibi ciddi bir konuda dahi plan ve yatırımlarını ifade etmek, daha çok trol olarak ifade edilen kişilere kaldı. Troller, ilk anda kitlelere açılan birer imkân gibi göründüyse de itibarsızlaşma sürecinden sonra “çıkar için halkı yanıltan birer demagog/paralı sosyal medya çalışanı” olarak göründüler ve her atakları, ters tepkiye yol açtı, partinin itibarını sarstı.  

İktidar olmanın sevimsizliğini bertaraf eden mekanizmalar arasında yer alan “Af”ın işletilmemesi ise ideolojisizlik dışında AK Parti’ye en çok zarar veren husus oldu. Affı gündem dışı tutmak, ilkin partinin ilkelerine bağlılığı ile yorumlandıysa da zamanla katılığına ve hatta diktatörlük eğilimine yorumlandı.

İKTİDARIN YIPRATILMASI

AK Parti, sözünü ettiğimiz vaziyetinden bağımsız olarak uluslar arası güçlerle ilişkisi inkâr edilmeyen bir yıpratılma sürecine tabi tutuldu.  

Bu yıpratılma projesinin ana hedeflerinden biri, dindar kesim için imkân olacak iktidarın aslında onlar için sorun olduğu imajının ihdasıdır. Bu hedefin çekirdek yapısında FETÖ yer aldı. Söz konusu yapı, 2013’e kadar farklı dindar kesimlere iktidar imkânları ile zulmederken 15 Temmuz’dan sonra “zulmedilen” görünümüne büründü. Neticede her iki süreçte de yıpranan AK Parti oldu.  Af mekanizmasının işletilmemesi ve 15 Temmuz sonrasında görevden uzaklaştırmalar ve güvenlik soruşturmalarında yaşanan haksızlıklar, FETÖ’nün propagandası ile birleştiğinde toplumun bir kesimi için inandırıcı bir zulüm imajı oluşturdu.    

Öte yandan Batı kurumları tarafından finanse edilen muhalefet trolleri; iktidarın devasa köprüler, otobanlar, havaalanları, üniversiteler, şehir planlamaları gibi hizmetlerini dahi karaladılar. İstanbul Havalimanı gibi büyük bir yatırım dahi bir hizmetten öte bir sorun gibi anlatılıyor. İktidarın bu yöndeki karalamalara cevap verme mekanizmaları ise gün geçtikçe aciz kalıyor. İktidarın onarma hızı, yıpratılma hızının çok gerisinde kalıyor. Kazanılan başkanlık seçimleri ve kaybedilen son yerel seçimler, bu acizliği açıkça ortaya koyuyor. Muhalefet,  plan ve projeleri ile değil, yıpratma hızıyla, çok zayıf adaylarla dahi iktidarı başkanlık seçimlerinde zorladı ve yerel seçimlerde yendi.

Muhalefet trolleri sadece icrai karalamalara gitmedi; stratejik karalama da yaptılar. Dindar kesim, şu veya bu hoca denerek yıpratıldı;  hoca hoca/yapı yapı itibarsızlaştırıldı. Buna karşı laik kesime, “çağdaşlık”, “insan hakları yanlılığı”, “hayvanseverlik”  gibi etiketlerle itibar kazandırıldı. Söz konusu yıpratılma sürecinde, AK Parti muhafazakârlığının dayandığı gelenek bütün olarak kötülenip itibarsızlaştırılırken “çağdaş yaşam” etiketi altında soyunma, giysilerden uzaklaşma dahi kutsandı. KADEM gibi kuruluşlar da bunun ikinci kısmına olmasa da ilk kısmına katkıda bulundu. Buna FETÖ operasyonlarında başörtülü kadınların teşhiri gibi özensizlikler de eklenince iktidarın üzerinde hayat bulduğu zemin tahrip oldu.  

YENİ BİR İKTİDARIN DİZAYNI

Türkiye’de muhalefetin büyük dezavantajı dağınık olmasıydı. AK Parti’nin muhafazakârlığına muhalefet edecek yapı tabii olarak Sol’du. Oysa Sol; Türk Solu ve Kürt Solu diye iki kutba bölünmüştü. Türk Solu da kendi içinde Kemalistler, sosyal demokratlar, Marksist radikaller gibi yapılara ayrılmıştı.

İktidarın “çağdaş yaşam”ı tehdit ettiği algısı Sol, bir oranda buluşturuldu. Bu algıyla Sol’un kendi yağında kavrulması sağlandı.  Ama asıl “artı değer”, Suruç ve Ankara Tren Garı’nda gerçekleştirilen katliam boyutundaki eylemlerle geldi. Bu eylemlerle veya bu eylemler kullanılarak bütün Sol için “ortak acı” oluşturuldu, CHP ile HDP arasındaki buzlar ortak acıda eritildi.
Solu kaynaştırma süreci; nihayetinde Canan Kaftancıoğlu gibi radikal laik ve Marksist Sol’la da iyi ilişkilere sahip bir “burjuva” temsilcisinin CHP İstanbul teşkilatının başına getirilmesi ve ardından CHP’nin daha çok “çıkar Solu” içinde yer alan Ekrem İmamoğlu’nun aday gösterilmesi ile tamamlandı. CHP, Kaftancıoğlu ile aksiyoner/eylemci Sol’un canlılık desteğine kavuşurken “burjuva” desteğinden de olmadı. Ekrem İmamoğlu’nun adaylığı ise geleneksel CHP’lileri radikal sol CHP’lilere karşı dengeledi. İkilinin buluşması CHP içinde, büyük bir iç ittifak meydana getirdi.

Muhalefet için en büyük sorun ise, milliyetçilerin bu ittifakın içine çekilmesiydi. ABD,  bu zor hususta milliyetçi kesim içindeki kıdemli çalışanlarını işletti. Daha önce beş yüz okuyucuya ulaşamayan kimi kafatasçı ırkçı, gazeteciler, bu işletme ile sosyal medya üzerinden Türkiye’nin en çok okunan yazarları oluverdi.

İttifaka bir de küskün AK Partili ve hatta kimi İslamcı geçinen şahsiyetler eklenince birkaç yıl önce vücut bulması imkânsız görünen geniş bir ittifak ortaya çıktı:

Devletçilik namına Şamanist totemler paylaşan ülkücülük iddiasındaki ırkçı; devlete verdiği zararı zafer işareti ile kutlayan Marksist Dev-Sol militanı; bir eli bomba düzeneğindeki PKK’ci; başörtüsü Sümerlerden kalmadır diyen köhnemiş ulusalcı Solcu ile başörtüsünden dolayı işinden olmuş kişiler aynı aday için oy kullandı.

Bu tabii bir muhalefet ittifakı oluşumu değil, aynı zamanda bir muhalefet dizaynı ve dolayısıyla yeni bir iktidar dizaynıdır.

Sudan’da askeri yapı bir yana bırakılırsa yeni iktidarın dizaynı tamamlandı. Türkiye’de de ilk anda tamamlanmak isteniyor.  

Bu dizaynın geldiği nokta, bir tepki etrafında buluşmayı aşıp bir misyon etrafında iktidar olma zeminine geçiş aşamasıdır. Bu zemin için konsensüs oluştuğu an belki seçimsiz; oluşmadığında ise seçimler beklenerek Türkiye’de iktidarın değiştirilmesi süreci işletilmeye çalışılıyor. 

   

 

 

 

 

 

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar