Cemal Çınar

 İslami partilerde tahakküm-temekkün ilişkisi

06.12.2022 05:00:16 / Cemal Çınar

Yüce Allah, inanan bir mümini imkan dışı amellerden sorumlu tutmaz.

Allah’ın (cc) mükellef tutmadığını kullar hiç ama hiç sorumlu tutamazlar. İnsan yüce Allah tarafından yaratılmış ender bir canlı varlıktır. Kulun takat ve gücünü en iyi Allah azze ve celle  bilir ve bunun için, kulu gücü nisbetinde sorumlu (Bakara/286) tutar.

Bu böyle olunca Yüce Allah’ın dinine hizmet edenlerin de birbirlerine karşı olan tavırlarının bu minvalde olması gerekir. Kim bu ilahi ölçünün dışına çıkıp, bu manada bir başkasını sorumlu tutar ve bu konuda bir hüküm vermeye kalkarsa, Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen durumuna düşer. Bu manada bir yanlış hüküm verme vebali, sıradan gelen bir hata gibi de değildir.

İnanmış bir insan için dünya hayatında en önemli ictimai yükümlülük toplum yönetimidir. Yüce Allah, diğer ibadetlere önem verdiği gibi yönetime de değer vermiştir. Hatta toplum yönetimine daha öncelik verdiği (Bakara/30) Kur’ani bir hakikattir. Önem arz eden yönetimi Kur’an farklı mefhumlarla zikretmektedir. Zikrettiği mefhumların başında temkin veya temekkün gelir. Yer, güç ve imkan manasına gelen “temekkün” Kur'an’da hem Müslümanlar (Yusuf/56) hem de gayri müslimler için (Ahkaf/26) bahsedilmektedir. Bu da toplum yönetiminin insanoğlunun ortak noktası olduğu hakikatini göstermektedir. Kur’an tahakküm değil de “temekkün” demiş şimdi bunu anlamaya çalışalım.  

Temekkün, sonradan verilen bir imkan ya da verildikten sonra nankör kavimlerin (Ahkaf/26) nankörlüklerini zikrettiği yerde temekkünden bahsedilmiştir. Bazen de salt yönetmek manasında zikredilir(Nur/55).

Bu da yönetime varma veya yönetimde iken kişinin sadece elindeki imkanlardan sorumlu olduğunu göstermektedir. Bunun konumuzla olan alakasına gelince, İslami çalışmalar yapan kardeşlerimizin sahip oldukları imkanlardan başkasıyla sorumlu olup olmadıkları hadisesidir.

Dolayısıyla temekkünü imkan ile tanımlayarak tahakkümden farklı yere oturtmaktadır. Bu, konunun anahtar cümlesidir.

Yani kula verilen imkandan başkasına kul sahip olmadığı için, imkanı dışındaki olan bir fiilden de o sorumlu değildir. Buna usulde “Teklifi Mala-yutak” denir. Kul yapamadığından sorumlu tutulamaz. Peki bir Müslüman, Rabbimizin bu sınırını aşarak, Müslüman dedi mi şunu yapacak bunu yapacak diyerek, imkanı dışındakilerden bir başkasını sorumlu tutabilir mi? İslam’ı hakim edemeyen Müslümanları Allah’ın hükmü ile niçin hükmetmiyorsun diye onu tekfir edebilir mi? Halbuki, bazen Müslümanlar yönetime geldikleri halde, içinde bulundukları cahili sistemin muhalifi durumunda kalabiliyorlar. Yönetmek ayrı, yönetim gücünü elde etmek apayrı şeylerdir. Cahili sistemin meclisinde, İslami partiyi, temekkün üstü bir tahakkümle suçlamak bir cehalettir.

İslami parti iktidara, yargıçlar da göreve geldiklerinde, eğer cahili sistemin temel dinamikleri kendi yerinde duruyorsa, İslami parti kadir, Müslüman yargıçları da hakim olarak görmek bir miyop körlüğüdür. Mecliste olan bir İslami partiyi, Allah’ın emriyle niçin hükmetmiyor diye mesul tutmak “teklifi mala yutak” kaidesine de aykırıdır. Bu manada bir Müslüman, cahili sistemde İslami partiye tahakküm değil temekkün gözüyle bakmalı.

Mevcut yasaları beğenerek bunun kavgasını verenlerle, mevcut sistemde bazı yasaları aşamadıkları için var olan tüm imkânlarıyla İslam ve Müslümanların faydasına mücadele verenleri bir tutamayız.

Kısaca, cahili bir sistemde Müslümanların kurdukları partiler hükmetmekten değil, imkanlarını İslami hizmete verip vermemekten sorumlu olurlar. Ellerindeki imkanları İslam ve Müslümanların faydasına kullandıkları müddetçe varlıkları meşrudur. İmam ibn Teymiye’ye göre cahili sistemde Müslümanlara yapılan zulmü azaltacağına inanan kişinin valiliği talep etmesi vacip olur. Dolayısıyla, imkanları dahilinde bir parti kurarak veya yargıya gelerek Müslümanlara yapılan zulmü bırakın kaldırmayı, azaltabileceğine inandıkları halde bunu yapmazlarsa bir vacibi terk etmiş olurlar. Toplum yönetimini din düşmanlarına terk etmenin dinen izahı, nübüvvet, risalet, davet, siyaset ve stratejik olarak büyük bir hatadır.

Müslüman, Yüce Allah’ın hükmüyle beşeri hükmü tercih edip etmemede serbest olursa “Allah’ın hükmüyle inanmayarak hükmetmezse o zaman itikaden sorumlu olur. Allah’ın dini ile kişi hükmetme hakimiyetine sahip olmadan niçin Allah’ın hükmüyle hükmetmiyorsun denilemez. Konu hakkında inen Maide/44,45 ve 47. Ayetler Müslümanlar Medine’de hakim iken nazil olmuş, kişi, Allah’ın hükmüyle hükmedip etmemede serbest olduğu halde Allah’ın hükmünü istemeyen şahıs hakkında inmiş olmasının tüm meseleyi hallettiği kanaatindeyim. Kısaca Müslümanlar, hakim iken tahakkümden değilse temekkünden sorumlu olurlar.

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar