Cemal Çınar

Rejimler ve partiler paradoksu

07.03.2022 07:00:00 / Cemal Çınar

İslami sistemde İslami olmayan partinin kurulması veya tağuti sistemde İslami bir partinin kurulması.

İnsanı diğer canlı varlıklardan ayıran özelliklerin başında aldığı ilahi emirleri kabul edip etmemede özgür irade sahibi olmasıdır. Fakat, başka bir yönüyle, peygamberler dahil, insanların, hangi toplumda dünyaya gelecekleri kendi tercihleriyle olmamış.

İyi veya kötüyü tercih etmede insan özgür bırakılmıştır. İnsanda bu tercih hakkının bulunması ile yeryüzünün idaresi insana verilmiştir. Bakara/30 Bu özellik, göklerde, yerde ve dağlarda bile olmayan bu vasıf sadece insana has bir özelliktir. Fakat birçok insan bunun kıymetini bilmemekle cehalet, emanete ihanet etmekle nefsini cezaya müstahak ederek zalim oluyor. Ahzap/72

Tüm peygamberler geldikleri kavimlerin hidayeti için çok mücadele etmişler. İslami olmayan sistemlerini ilahi sisteme taşımak için kimisi canından, kimisi malından, kimisi hem canından hem malından ve birçokları memleketinden uzak diyarlara hicret etmişler. İslam nizamını hakim etmek için tebliğ ve daveti, bulundukları her yerde yaptılar. Ancak yüz yirmi dört bin peygamberden çok azı ilahi sistemi hakim ede bilmişlerdir. Biz bunu şöyle anlayabiliriz; Peygamberler ve onların varisleri olan Müslüman davetçilerin, Allah’ın dinini hakim etmek için çalışmak vazifeleri, hakim etmek ise maksatlarıdır. Bu manada tüm Peygamberler vazifelerini yaptılar. Ama çok azı tağuti sistemi yıkıp ilahi nizamı hakim etme maksadına ulaştılar. Yani, Peygamberler ve varisi olan davetçiler içinde bulundukları toplumda yaptıkları tebliğ ve davetle o sistemler onlara iyi gözle bakmamışlardır. Bütün bu hizmetleri yaparken imkan dahilinde ve içinde bulundukları toplumun merkezi bölgelerinde çalışmalarını yürütmüşlerdir. Mücadele ettikleri sistemin kendisi olmuştur. Onlar asla fakir fukaralarla uğraşmamışlar. Bu fakirler, kafirlerden bile olsa uğraşmamışlar.

Bu çeşit bir mücadele İslam’ın hakim olduğu zamanlarda da aynı ölçüde devam etmiştir.  Tevhidin mücadelesi şahıslarla değil, sistemlerle olmuştur. Demek ki Müslümanlar hakim olup İslam devletini kurduklarında kafir halklarla savaşmazlar, küfür sisteminin egemenliğini yok ettikten sonra kafir halkı kendi halinde ve inancında serbest bırakmışlar. Tevhidi mücadelede hakimiyeti/egemenliği elinden alınmış kafir ve müşriklerin durumu böyledir. Hakimiyeti elinden alınmış Müslüman halka müşrik deyip onları öldürmeye tevhidi mücadele demek ise hiç mümkün değildir. Bu yaklaşım tarzı, Kur’an’ın şu ayeti ile çelişiyor demiyorum, muhtevası ile çelişiyor. Kur’an açısından bu toplumsal bir körlüktür. Kur’an’ın kadrajından olaya bakamayanın hissi bir yaklaşımıdır.

Müslümanlar bulundukları ortamın şartları içinde yüce Allah’ın dinini tebliğ etmekle yükümlüdürler.

Bu manada, İslami olan bir sistemde, Hristiyan, Yahudi ve diğer düşünce mensupları rahatlıkla kendi inançlarını yaşayabilecek ve kendi dinlerine göre bir hayat sürdürebilirler. Böylece gayri müslimler, İslami sistemde bir parti kurup kendi partilerine oy vererek inançlarını İslami parlamentoda ayakta tutabilirler. Şimdi böyle bir parti İslam’ın hakim olduğu bir sistemde kendi partilerine oy vererek parlamentoda kürsü sahibi olduklarında, İslam şeriatını kabul edip Müslüman olurlar mı? veya dinlerine göre müşrik/mürted oluyorlar mı? Acaba! Bunu zihin dünyamızda tahayyül edelim! Müslüman olmayan ve kurdukları gayri İslami partilerine oy verdiklerinde İslam sistemini kabul edip Müslüman oldular dememiz mümkün değildir.

Aynen bunun gibi, İslami olmayan bir sistemde, Müslümanlar bir parti kurarak parlamentoya girseler bununla dinlerini terk etmiş olmuyorlar. Müslümanlar, tağuti sistemde kurulan bir İslam partisine oy verdiklerinde tağuti sisteme destek ve yardım etmiş olmuyorlar. Hatta, tağuti sistem ister ki Müslümanlar teşkilatsız ve dağınık kalsınlar. Müslümanların dağınık kalması tevhide uygun değildir. Müslümanlar her halukarda kendi taraftarlarını bir teşkilat ve yapı içinde toplamaya mecburdurlar. Kur’an-ı Kerim her müminden bunu istemektedir. Bugünün şartları içinde meseleye baktığımızda kurulan İslami partiler de bu manada kuruluyorlar. Caizdir diyenler olduğu gibi, değildir diyenlerin de olduğunu kabul ederek böyle bir durumda Parti kurup kurmama akidevi bir mesele olmaktan çıkar. Peki hangileri daha isabetli? Caizdir diyenler projelerini sunarak, önlerine bir hizmet ve hedefi koyuyorlar. Değildir diyenlerin belli başlı bir alternatif çalışma ortaya koyduklarını bilmiyorum. Olsa bile neticeyi değiştirmez. Caizdir diyenler, demeyenleri, değildir diyenler de caiz görenleri tekfir edemezler.

Resul-i Ekrem Müşriklerin hakimiyetinde olan put dolu Mescid ve Meclis konumunda olan Kâbe’de hem namazları kılıp dualarını yapmış, hem de onların meclisi olan Kâbe’de tebliğini yapmıştır. Her halukarda müminler bulundukları ortamda taraftarlarını belli bir disiplin altında tutmak Kur’an’ın emridir. Bu manada müminlerden olmayanlar mahşerde diyecekler ki; “...Keşke biz müminlerden olsaydık” Kasas/47

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar