Kur’an bütün i’cazı, belâğâtı ve beyânâtı ile müşriklere ve kâfirlere meydan okudu. On beş asırdır okumaya devam ediyor ve kıyamete kadar meydan okumaya devam edecek.
Mekke müşrikleri, şiirde zamanın doruğuna çıkmışlardı. En iyi şiirleri oluşturmak için büyük emek sarf ediyorlardı. Oluşturdukları şiirler ile ilgili panayırlarda şiir yarışmaları düzenliyor ve ilk yediye girenleri Kâbe’de uzun müddet asıyorlardı. Kur’an, ümmi bir Peygamber’in (s.a.s.) dili üzerinden onlara meydan okudu. Onlara ilkin “Kur’an’ın bir benzerini”(İsra, 17/88), sonra “on sûresinin benzerini”(Hud, 11/13) ve daha sonra da “bir sûresinin benzerini” (Bakara, 2/23) getirmeleri hususunda meydan okudu.
Kur’an’ın en ufak bir sûresini dahi getirme konusunda tüm ins ve cinlerden oluşan ortaklarını ve diğer taptıkları tüm sahte ilahlarını da yardıma çağırmaları hususunda Kur’an onlara meydan okumaya devam etti. Fakat onlar bunu yapmaktan aciz kaldılar. Yine Kur’an’ın beyanıyla “onlar bunu asla yapamayacaklar.” (Bakara, 2/24)
Mekke müşrikleri şiirdeki üstün dehalarına rağmen, Kur’an’ın sûrelerinden en ufağının benzerini getiremediler. Sonraki dönemlerde şiir de ilim de teknoloji de gelişti. Fakat o günden bu güne gelişmiş olan tüm teknoloji ve bilişime rağmen Kur’an’ın en ufak bir sûresinin benzeri yapılamadı.
Günümüz kâfir, müşrik ve müstekbirleri, baba ve dedelerinin yapamadığını kendilerinin de yapamayacağının farkındadırlar. Onlar da bunun beşeri bir kelâm, şiir veya nesir olmadığını biliyorlar. Onunla, benzerini yapmaya çalışma yoluyla mücadele edilemeyeceğinin farkındadırlar. Öyleyse onunla nasıl mücadele edecekler? Bunun için asırlarca düşündüler, yazdılar, çizdiler, açık ve gizli toplantılar yaptılar. Nihayetinde kendisini insanların arasından kaldırmayacaklarının farkına vardılar.
İnsanları Kur’an’dan soğutma, uzaklaştırma yolunu denediler. Fakat bu çabaları da beyhude çıktı. Çünkü tüm dünyada ve Avrupa’da da her gün Kur’an’ın okunması ve okutulması daha da yayılıyor. Kur’an hafızları her yerde daha da çoğalıyor. Bu da kâfir, müşrik ve müstekbirleri daha da kahrediyor. Kinlerinden parmaklarını ısırıyorlar. Ne yapacaklarını bilemez durumdadırlar. Bu sebeple kinlerini ortaya koyma adına Kur’an’ın yazılı olduğu sayfaları yakıyorlar.
Kur’an’ın sayfalarını yakmaları acizliğin doruğudur. Benzerini yapamama, insanların onu okumalarına, ezberlemelerine ve onu hayat düsturu yapmalarına engel olamamalarının acizliğini onu yakarak ortaya koymaya çalışıyorlar.
Kur’an’ı yakmalarının Kur’an’a hiçbir zararı olmaz. Ona olan ilgi ve bağlılığı azaltmaz. Tam aksine ona olan ilgi ve bağlılığı artırır. Güneş balçıkla sıvanmaz. Kur’an, kâfir, müşrik ve müstekbirlerin karanlık dehlizlerini nuruyla aydınlatmaya devam edecek. Onu yakanlar, dünyada rezil ve rüsva oldukları gibi ahirette de cehennem ateşinde yanacaklar. Onların bundan kurtuluşu yoktur.
Müslümanlar İsveç ve Danimarka’daki mel’unların Kur’an’ı yakmalarına karşı daha çok Kur’an’ı okuyacaklar. Daha çok onu ezberlemeye çalışacak ve hafızlar çıkaracaklar. Daha çok Kur’an’ı tane tane tertil üzere okuyup anlamaya çalışacaklar. Daha çok tilâvet ederek onu takip edecek, peşinden gidecek ve yaşayacaklar. Ay’ın Güneş’e uydu olup onu hiç bırakmadığı gibi, onun peşinden gidip onun ışığı ile aydınlanıp dünyayı da aydınlattığı gibi, Müslümanlar da Kur’an’ın etrafında bir uydu gibi olacaklar. Kur’an’ın nuruyla kalpleri, ruhları, bedenleri, önleri aydınlanacak, dünyaları, hayatları ve kabirleri aydınlanacak. Kur’an, sıratta onlara arkadaş, cehennem ateşine karşı bir muhafız olacak.
Kıyamete kadar Kur’an’ın nuru sönmeyecek ve bir Güneş misali tüm insanlığı aydınlatmaya devam edecek. Tüm teknoloji ve bilişimlerine rağmen kâfir, müşrik ve müstekbirlere meydan okumaya devam edecek.