“İstidrâc” bir kimseyi bir şeye adım adım, derece derece yaklaştırmak manasına gelir. Belâgat ilminde muhatabı incitmeden, reddedilmez mantık dokusu içerisinde, aklını çelerek bir fikri kabul etmesini sağlayan söze ve üslûba denir.
İbnü’l-Esîr istidrâcı, söz sahibinin ince, yumuşak ve gönül alıcı ifadelerle muhatabına görüşünü kabul ettirmesi şeklinde tanımlamıştır. Söz sahibinin inkârcı muhataplarının öfkesini üzerine çekmeden gerçeği kabul etmelerine yardımcı olacak şekilde onlara bunu duyurmayı sağlamasıdır. İnkârcılara açık bir dille bâtıl yolunda oldukları söylense, öfkeleri üzerine çekilir ve tebliğ davası baştan kaybedilir. Bunu ayetlerden aldığımız iki örnekle açıklayacağız.
Allah (c.c.) Meryem Süresi 41-45. ayetlerde: “Kitapta İbrâhim’i de an. Zira o sadık bir peygamberdi. Bir zaman babasına dedi ki: Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın? Babacığım! Gerçekten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki seni düz yola çıkarayım. Babacığım! Şeytana kulluk etme, çünkü şeytan çok merhametli olan Allah’a âsi oldu. Babacığım! O yüce merhamet sahibi Allah tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum” buyuruyor.
Hz. İbrahim’in (a.s.) konuşması, ince bir nezaket ve yumuşaklık, sıcak ve içten bir yaklaşım, yüksek bir edep ve güzel ahlâk, onur yücelten bir tevazu içermektedir. Söze putlara tapmanın sebebinin sorulmasıyla başlandıktan sonra akıl ve mantığa hitap edilerek ilâhlığın en önemli vasıfları olan “işitme-görme, fayda-zarar” bakımından putlara dikkat çekilmiş, muhatabı gaflet ve cehaletle suçlamadan ondan farklı olarak sadece bir parça ilme sahip olunduğu ifade edilmiştir. “Seni kurtarayım” yerine “sana doğru yolu göstereyim” ifadesi muhatabın onurunu okşayan engin bir tevazuu gösterir. Şeytana tapmaktan nehyederken şeytanın Âdem’e (a.s.) ve onun soyuna düşmanlığı değil Allah’a âsi olduğunun ifade edilmesi iman ve ihlâs bütünlüğünü anlatmaktadır. Muhatabın kötü akıbeti dile getirilirken onu korkutmak yerine “korkuyorum” denilmektedir. Belli bir azap yerine belirsiz bir azap anılmaktadır. Azaba çarpılmak, ateşte yanmak gibi sert ve ürkütücü ifadelerin yerine “azabın dokunması” şeklinde daha yumuşak bir söz seçilmektedir. Her nasihate “babacığım” diye sevgi ve merhamet dolu hitapla başlanmakta, Allah’ın isimleri arasında O’nun engin sevgi ve merhametini belirten “rahmân” sıfatı tercih edilmektedir.
Allah (c.c.) Ğafir Süresi 28. ayette: “Firavun ailesinden olup imanını gizleyen mümin bir kişi şöyle dedi: Siz bir adamı rabbim Allah’tır dediği için öldürecek misiniz? Halbuki o size rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir. Eğer o yalancı ise yalanı kendisinedir, eğer doğru söylüyorsa sizi tehdit ettiği azabın bir kısmı gelip size çatar. Şüphesiz Allah haddi aşan, yalancı kimseyi doğru yola eriştirmez” buyurmaktadır. Bu âyette, getirdiği açık mucizelerle onların hayrına çalışan bir kimsenin (Hz. Mûsâ) sırf farklı inanç ve kanaatte olduğu için öldürülmesinin akla aykırılığı ve çirkinliği inkâr sorusuyla sorgulanıp ortaya konmaktadır. Sonra akıl ve mantık yoluyla yarar ve zarar açısından Hz. Mûsâ’nın muhtemel iki durumu irdelenmektedir. Anlatımda nezaket, edep, sübjektiflik ve duygusallıktan uzaklık, tam bir insaf ve tarafsızlık, kendini muhatabının yerine koyma özellikleriyle istidrâc sanatının mükemmel bir uygulaması görülmektedir.
Bizler davetçiler olarak Peygamberleri ve Hz. Peygamberi örnek alarak, en güzel üslup ve nezaket kuralları içerinde davet ve tebliğimizi yapar, muhatabımızın ilgi, sevgi ve sempatisini celbederiz. Empati ve sempatimizle onu İslam davasına kazandırırız.
Allah her daim Peygamberlerin izinde yürüyen kullarından eylesin. Amin.