Kendi nefsimizi bir yoklayalım, bir an için kendi kendimize düşünelim, kaç mümine kin ve adavet duyuyorum. Kaç mümini çekemediğimden dolayı listemden silmişim. Kaç mümini kendisinde olan ama bende olmayan bir hayırdan dolayı kıskanmışım, kendimle onunla arasına set çekmişim. Kimisinden selamı bile kesmişim ve bunun sebebi ise bir ceviz kabuğunu doldurmayacak kadar küçüktür.
Rahmetli Fethi Yeken müminin düşmanlarını şeytan, nefis, kâfir, münafık ve hased eden mümin olarak sayar. Şeytanın, nefsin, kâfir ve münafığın düşmanlık etmesi düşünülebilir ama müminin mümine düşmanlık etmesi düşünülemez. Çünkü mümin müminin kardeşidir. Onu sever ve sahip çıkar. Ondaki bir ayıbı ve eksikliği örter. Onda hayırlı ve güzel bir hal gördüğünde sevinir, nahoş bir hal gördüğünde üzülür. Bunun tersini mümin için düşünmek bile doğru değildir. Çünkü mümin müminin dostudur. İyi ve kötü günde yardımcısıdır.
Hased etmek, mümin kardeşinin hayrını istememektir. Ondaki hayrın yok olmasını ya da o hayrın onun değil kendisinin olmasını istemektir.
Abdülkâdir-i Geylânî: “Ey iman sahibi, seni bir tuhaf görüyorum. Komşuna hasetli bir haldesin; onun yemesini çekemiyorsun, içmesinden hoşlanmıyorsun. Onun giydiği sana tuhaf geliyor. Evi gözünde büyüyor. Hanımı dahi senin için çekilmez bir dert oluyor. O, Mevla nimeti içinde zengin olmuştur. Onun zenginliğinde bir türlü hoşluk bulamıyorsun. Bu hallerin neden oluyor?
Bilmiş olman gerek ki bu halin iman zafiyetinden ileri geliyor. Bu hal seni, Allah'ın rahmet nazarından uzaklaştırır. İlahî gazabı üzerine çeker. Peygamberimiz (s.a.s.): “Hased eden, nimetimin düşmanıdır. Hased hastalığından korunmayı başaran kimse ise cenneti hak eder” buyurmaktadır.
Enes b. Mâlik anlatıyor: Peygamberimizle beraber oturuyorduk, buyurdular ki:
“Şimdi size cennetliklerden bir adam çıkagelecektir.”
Bir de baktık ki Ensar'dan bir adam çıkageldi. Sakalından abdest suyu damlıyordu. Ayakkabılarını da sol eline almıştı. Ertesi gün olunca Peygamberimiz bir önceki gün söylediği gibi söyledi. Yine baktık ki aynı adam bir önceki günkü gibi çıkageldi.
Üçüncü gün olunca Peygamberimiz (s.a.s.) yine önce söylediği gibi söyledi. Derken aynı adam ilk hali gibi çıkageldi. Peygamberimiz (s.a.s.) oradan kalkınca, Abdullah b. Amr bin As o adamı izledi ve ona “ben babamla tartıştım, üç gün onun yanına girmeyeceğime yemin ettim. Eğer siz, bu süre benim yanınızda kalmama izin verirseniz kalacağım” demiş.
Adam:
Evet, kalabilirsin, diye cevap vermiş. Abdullah onunla beraber üç gün kalmış, fakat gece ibadete kalktığını görmemiş. Ancak, sabah namazına kadar uyandıkça Allah'ı anmış ve tekbir getirmiş. Abdullah: “Onun hayırdan başka bir şey söylediğini duymadım. Üç gün geçince sanki onun amelini küçük görür gibi dedim ki:
“Ey Allah'ın kulu, babam ile aramda bir anlaşmazlık yoktur. Peygamberimiz (s.a.s.) sizin için üç kere: “Şimdi size cennetliklerden bir adam çıkagelecektir” dediğini işittim. Üç defasında da siz çıkageldiniz. Sizin yanınızda kalarak amelinizin ne olduğunu görmek istedim. Böylece sizin yaptığınızı yapmak istiyordum.
Fakat büyük bir amel yaptığınızı görmedim. Sizi, Peygamberimizin (s.a.s) müjdelediği mertebeye ulaştıran nedir? Adam dedi ki:
Şu gördüğünden başka değildir. Ben oradan ayrılmak üzere dönünce, bana seslendi ve dedi ki:
O senin gördüğün şeyden başkası değildir. Ancak ben, Müslümanlardan hiç kimseye kalbimde hile ve kin tutmam ve Allah'ın verdiği bir hayırdan dolayı hiç kimseye asla hased etmem. Bunun üzerine Abdullah:
“İşte seni bu dereceye yaklaştıran, bizim de güç yetiremediğimiz şey budur” dedi.