Abdulhalim Velioğlu

Geçmiş ve gelecek arasında sıkışmak…

24.02.2023 07:00:00 / Abdulhalim Velioğlu

Geçmiş nedir?

Gerçekten de geçti mi tüm yaşananlar?

Eğer geçtiyse neden hala bugünümüzü aydınlatmak için geçmişe gidiyoruz?

Ve en önemlisi neden hala geçmişi yaşıyoruz?

Evet, dünya geçmişte olduğu gibi değil artık, teknoloji üst seviyelerde, şehirler daha modern ve daha güvenli…

O halde geçen, zaman, mekân ve yaşayanlardı; yaşananlar değil…

Öyle ya bugün yaşanan neredeyse her şeyi geçmişte örneklendirebiliyoruz…

Dün Aristoteles: “Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar, yetişkinlere karşı saygısızlar, ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar.” derken, bugün bizler de buna yakın cümleler kurmuyor muyuz?

Demek ki biz bugün yaşadıklarımız veya söylediklerimizle sadece geçmişe dair bir kayıt tutmuyoruz geleceğe dair de kayıtlar oluşturuyoruz…

Nasıl mı?

Bütün okuduklarımız geçmişte yazılanlar değil mi?

Sürekli geçmişi okumak nasıl bir geleceğe götürür hiç düşündük mü?

Sadece geçmişi okumak geçmişi tekrar ettirmez mi?

Sadece geçmişi okumak geçmişe bir özlem oluşturmaz mı?

Bu döngü içerisinde gelecek derken ne kastediyoruz hiç düşündük mü?

Yoksa gelecek derken geleneği mi kastediyoruz.

Eğer öyle ise biraz geçmişe gidip İslam tarihinde geleneğin nasıl bir gelecek inşa ettiğine bakalım…

Daha önce ‘’Medeniyetimizin izinde’’ adlı 5 yazı yazdığım için detaylarına girmeden geleneğin nasıl bir gelecek tasavvur ettiğine kısaca değinmek istiyorum.

Geleneğin âlimleri dünyaya o güne kadar astronomiye dair kimsenin hayal bile edemeyeceği bilgiler sundular…

Geleneğin âlimleri tıpta çığır açtılar…

Geleneğin âlimleri mühendislikte yeni icatlara imza attılar…

Geleneğin âlimleri edebiyatta ölümsüz eserler bıraktılar…

Geleneğin âlimleri müziğe büyük katkılar sundular…

Geleneğin âlimleri sanata öncülük ettiler…

Geleneğin âlimleri matematiğe büyük katkılar sundular…

Ve o geleneğin alimleri bugün sarsılmayan inancımızın temellerini attılar…

Peki, ya bu âlimlerimiz yaşıyor olsaydı veya gerçekten bizler onların varisleri olsaydık?

Muhtemelen bugünün bilim insanları 2050 de Mars’a gitmenin hayallerini kurar; biz ise şimdi Mars’a seyahatlere başlamış olurduk.

Muhtemelen İbni Sinalarımız kanserin tedavisini bulmuş…

Birunilerimiz depremi önceden haber veren icatlara imza atmış…

Gazalilerimizin kurmuş olduğu üniversiteler (medreseler) dünyanın en prestijli kurumları haline gelmiş…

Ve daha ismini sayamadığım yüzlerce alimimiz yaptıkları icat ve yeniliklere dünyayı kendine hayran bırakmıştı…

Varisleri olarak biz ne yaptık?

İlk iş olarak bilime öncülük edenleri halkanın dışına itince bilim insanlarını küçümseyip bilimden uzak kaldık…

İlmiye sınıfını bizdendir bizden değildir diyerek ayrıştırıp, düşünce alanımızı daralttık…

Oysa hepsi de bizimdi…

Onları dışlamak yerine ana başlığın, alt başlıkları olarak görebilir, geçmişimizden güç alıp geleceğimizi inşa edebilirdik…

Oysa şimdi bizi nasıl bir geleceğin beklediğini Hollywood bilim kurgu filmlerini izleyerek sadece hayal kuruyor ve bizi ne zaman geleceğe götüreceklerini bekliyoruz…

Belki de artık kavramlara yüklediğimiz tanımları genişletebilir ve İmam Gazalinin bıraktığı yerden devam edebiliriz…

Zira İmam Gazali geleceği ve gelecekteki muhtemel tehlikeyi ve Müslümanların bilimden uzaklaşacağını görmüş olmalı ki bizi uyarmış ve şöyle demişti: “İlmi sermayesi fıkıh ilminden ibaret olan fakihin bazı kimseleri tekfir ve tadlile (sapık olduğunu söylemeye) daldığını gördüğünde hemen ondan yüz çevir, kalbini ve dilini onunla meşgul etme. Çünkü sahip olduğu ilimlerle başka insanlara karşı meydan okumak insan tabiatında var olan bir içgüdüdür.”

Hüccetül İslam bu sözüyle bize ne anlatmak istemiş olabilir?

Din insanın özüdür meşguliyeti değil; eğer bilimle kendini meşgul etmezsen dini meşguliyet olarak görmeye başlar ve her evin çeşmesinden temiz suyun aktığı günümüzde biz hala temiz ve kirli suları anlatır kulleteyn hesabı yaparız…

 

 

 

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar