Allah`ın adıyla.

Uludere`de katledilen ve unutmak üzere olduğumuz canlardan müsaade isteyeceğim. Biliyorum mazlumane öldürülmelerini aylarca konuşmak gerekirdi. En azından onları katledenler cezasını bulana kadar… Açılan bir soruşturma teskin etmemeliydi öfkemizi. Ancak ne çare… Operasyona sebep gösterilen heron görüntüleri bile verilmezken soruşturanlara; ne umacağız? Evet, cesetleri kurumadan, evlerinden yükselen ahlar dinmeden kaç gündem çürüttük aramızda.

Diyarbakır`da yapılan kazılarda kemikler bulundu. Zamanında Jitem tarafından ortadan kaldırılanların kemikleri… Jitemin varlığını bile bazıları inkar ederken; biz bu bulgulardan ne bekleyeceğiz?

Birkaç hafta önce, kızının bir komutan tarafından sorulduktan sonra öldürülme sürecini meclisteki komisyona anlatan bir babayı konuşuyorduk. Ondan sonra ne oldu? Unutulup gitti, en iyi ihtimalle arşivlendi. Oysa o zamanın orda görevli komutanı belli değil mi? Hangi kulübede, hangi saatte, hangi askerin kaç saat nöbet tuttuğu bile belliyken, o komutan hala belirlenmedi.

Bu ülkede özellikle de bölgemizde 90`lı yıllarda hem gözaltı merkezlerinde, hem cezaevlerinde hem de dışarıda yapılan insan hakları ihlalleri, işkenceler gizli değil. Yeri geldiğinde 30 yaşın üstündeki birçok insanımızın 'Bana da…' diye söze başlayıp anlattığı işkence seansları hafızalarda duruyor. Birçok mağdur, bırakın simalarından; seslerinden, nefes alışlarından bile o canileri tanıyabilir. Buna rağmen, insanlık dışı muameleleri yapanlar suçsuz gibi dolaşıyor. 'Caniler aramızda' manşetleri ancak bu kadar uygun düşer de; medya, silahlarını nedense mağdurlara çevirdi ve çeviriyor.

2000 yılının altına inmeye de gerek. Milenyum medeniyetine girdiğimiz sırada her adına rastladıklarını toplayıp işkencelerden geçirenler, herhalde hala memleketin farklı yerlerinde devlet memuru olarak görev yapmaya devam ediyorlardır. Dönemim İçişleri Bakanı operasyonları anlatırken konuşmuyor, adeta kükrüyordu. Hatırlayan bilir; aynen böyle bir kıştı, her tarafta kar vardı.

Bu açıdan; yorumcular, insan hakları ihlallerinden bahsederken 12 Eylül darbesine gitmek zorunda değiller. Örnek verdikleri iğrenç işkencelerin her türlüsü darbeden 20 yıl sonra da işlendi. Araştırmak isteyenler, hala cezaevlerinde tutulan Hizbullah yükümlülerinden bilgi alabilirler. Hukuk kırıntılarından geçici olarak faydalananların tahliyelerini hatırlıyoruz. Onlara yapılan vahşi muameleleri kimse dillendirmezken; 'yaralanan kamu vicdanı'nı tedavi için her cenah seferber olmuştu.

İnsan hakları peşinde olan her kim varsa sadece bir saatini bu insanların sözlerini dinlemek üzere ayırsın. İleri demokrasiyi konuştuğumuz bir anda bile ne kadar saçma gerekçe ve sözde delillerle insanların hapsedildiklerini göreceklerdir.

Peki, bunu istiyorlar mı; hayır. Yasama, hep egemenlere yarayacak düzenlemeler yapmakla uğraşadursun, yargı mensupları önceden belli kararlar veredursun; Türkiye Ergenekon`dan tutuklanan gazetecilerin tutuklu kaldıkları günleri saymaya devam ediyor. Sanki başkasının yılları 365 gün değil. 10 çarpı 365 ne kadar eder bir hesaplasınlar; üstüne bir sene önce kopardıkları yaygarayı hatırlasınlar. Tutukluluk süresi ne kadar olmalı meselesini ondan sonra konuşuruz.

Vakit kalırsa tutukluların hasta akrabalarını ziyaretini de konuşuruz belki.

Türkiye`de gerçekten de çok garip şeyler oluyor. Ülke`de yıllardır işlenen her mel`anetin altında izleri görünenler özel muamelelere tabi tutuluyor. Ergenekon finansmanı olmakla suçlanan bir adam aylarca hapishane yerine özel hastane konforunda kalıyor. Ardından hasta yakınını ziyaret edebilmesi için kanun hazırlanıyor. Sanki şimdiye kadar hiçbir tutuklunun bir yakını hastalanmamış. Durum yeni çıkmış ortaya. Her yönüyle çifte standart, her yönüyle 'daha eşit'lerin hukuku…

Hesap görücü olarak Allah bize yeter.