HÜDA PAR Sözcüsü ve Batman Milletvekili Serkan Ramanlı, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında Gazze’de yaşanan insanî krize ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Kış şartlarının ağırlaşmasıyla birlikte çadırların kullanılamaz hâle geldiğini, on binlerce ailenin soğuk, açlık ve hastalıkla baş başa bırakıldığını ifade eden Ramanlı, siyonist işgal rejiminin barınma ve temel ihtiyaç malzemelerinin Gazze’ye girişini engellediğini vurguladı.

Gazze’de insani krizin derinleştiğini belirten Ramanlı, "Gazze’de kış şartlarının ağırlaşmasıyla birlikte insani kriz daha da derinleşmiştir. Sürekli bombardıman altında kalan bölgede, hâlihazırda barınma imkânı neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumdadır. Yıpranmış ve kullanılamaz hale gelen çadırlar, son yağışlarla birlikte sular altında kalmış; on binlerce aile açıkta ve soğukta adeta ölüme terk edilmiştir. Bölgede halen en az 300 bin çadıra acil ihtiyaç varken, siyonist işgal rejimi çadır ve temel barınma malzemelerinin Gazze’ye girişini engellemektedir." dedi.

"İnsan hakları örgütlerinin sorgulaması gereken, Aksa Tufanı değil; bu direnişi zorunlu kılan işgal, abluka ve sistematik zulüm politikalarıdır"

Konuşmasının devamında Ramanlı, şu ifadelere yer verdi:

"Soykırım saldırıları sürecinde on binlerce çocuk katledilmişken, bugün de hayatta kalanlar açlık, soğuk ve hastalıkla baş başa bırakılmaktadır. Buna rağmen ateşkesin arabulucusu olan ülkeler dâhil uluslararası toplum, yalnızca açıklama yapmakla yetinmekte; işgal rejiminin ateşkesi hem saldırılarla ihlal etmesine hem de insani yardımları engellemesine karşı somut ve bağlayıcı adımlar atmaktan kaçınmaktadır. Her gün sivillerin hedef alındığı bu tabloda, Uluslararası Af Örgütü’nün 7 Ekim Operasyonunu merkeze alarak HAMAS’ı hedef alan tutumu da kabul edilemez. İnsanlığa karşı suç teşkil eden gerçeklik, 7 Ekim’den çok önce başlayan işgal, Batı Şeria’da süregelen katliamlar, Filistinlilerin topraklarına ve evlerine el konulması ve Gazze’ye girecek en temel gıdanın dahi onlarca yıldır siyonist onayına tabi tutulmasıdır. Uluslararası toplumun ve insan hakları örgütlerinin sorgulaması gereken, Aksa Tufanı değil; bu direnişi zorunlu kılan işgal, abluka ve sistematik zulüm politikalarıdır."

"Baro’nun iddiaları hem hukuken hem de toplumsal gerçeklik bakımından temelsizdir"

Baro’nun ibadete karşı tutumunun kabul edilemez olduğunun altını çizen Ramanlı, "İzmir Menderes Adliyesi’nde bir hâkimin, Cuma namazı saatinin mesai ile çakışması nedeniyle duruşmaya ara vermesi, İzmir Barosu tarafından hedef alınmış; Baro, bu insani ve anayasal hakkı 'Cumhuriyet’in kazanımlarına aykırılık' gibi köhnemiş bir söylemle mahkûm etmeye çalışmıştır. Bu yaklaşım, yıllardır bu ülkede laiklik ve Kemalizm adına topluma tepeden bakan, dışlayıcı ve inanç düşmanı zihniyetin tipik bir tezahürüdür. Oysa Anayasa’nın 24. Maddesi, din ve vicdan hürriyetinin yalnızca inanca sahip olmayı değil, inancın gereği olan ibadetleri serbestçe yerine getirmeyi de kapsadığını açıkça düzenlemektedir. 2016 yılında yayımlanan genelgede de Cuma namazı saatinin mesai ile çakışması hâlinde kamu çalışanlarının izinli sayılması hüküm altına alınmıştır. Baro’nun iddiaları hem hukuken hem de toplumsal gerçeklik bakımından temelsizdir." şeklinde belirtti.

Ramanlı, "Ne var ki idari tasarruflara rağmen hem kamu hem özel sektörde uygulamada hâlâ ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Tam da bu nedenle HÜDA PAR olarak Temmuz 2025’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunduğumuz kanun teklifiyle, Cuma namazı saatinin mesaiyle çakışması hâlinde memur ve işçilerin kanunen izinli sayılmasını öngördük. İzmir Barosu’nun açıklaması, bu ihtiyacın ne kadar elzem olduğunu bir kez daha göstermiştir. İnanç özgürlüğünü hedef alan gerici ve dayatmacı zihniyete karşı, toplumsal barışın ve anayasal hakların güçlendirilmesi adına tüm partileri ve kesimleri bu kanun teklifini desteklemeye çağırıyoruz." ifadelerine yer verdi.

"Tüp bebek tedavisi dışında çocuk sahibi olamayan çiftlere, üç çocuğa kadar tüp bebek tedavisinin ücretsiz hâle getirilmesi gerekir"

Tüp bebek tedavisi tamamen ücretsiz olması gerektiğine değinen Ramanlı, son olarak şunları aktardı:

"Sayın Cumhurbaşkanının 2025 yılını 'Aile Yılı' ilan etmesi, demografik yapımızdaki hızlı değişime karşı alınması gereken tedbirlerin önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Türkiye’nin doğurganlık hızı 2001’de 2,38 iken 2024’te 1,48’e düşmüş; nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2,1’in çok altına inmiştir. Aynı dönemde yaşlı nüfus oranı yüzde 10,6’ya ulaşmıştır. Mevcut eğilimler devam ederse 2100 yılında her iki kişiden birinin 60 yaş ve üzerinde olacağı öngörülmektedir. Bu tablo, geleceğimizin güvenle inşasından ekonomik istikrara kadar birçok alanda ciddi riskler barındırmaktadır.

Doğurganlıktaki bu keskin düşüş dikkate alındığında, tüp bebek tedavisi aile politikaları açısından büyük önem kazanmaktadır. Tüp bebek tedavisi dışında çocuk sahibi olamayan çiftlere, üç çocuğa kadar tüp bebek tedavisinin ücretsiz hâle getirilmesi; değilse de en azından ilk çocuk için yapılacak tedavi masraflarının tamamen devlet tarafından karşılanması gerekir. Ayrıca doğum öncesi ve sonrası anne adaylarına sunulan sosyal ve psikolojik desteklerin güçlendirilmesi, çocuklarına bakan annelerin daha fazla desteklenmesi ve ailelere yönelik ekonomik teşviklerin artırılması gerekmektedir. Güçlü aile, güçlü toplum demektir. Bugün atacağımız adımlar, yarının nüfusunu, üretim kapasitesini ve toplumsal dayanıklılığını şekillendirecektir."

Kaynak: İLKHA