HÜDA PAR Genel Başkan Vekili ve Gaziantep Milletvekili Şahzade Demir, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. Demir, gençler arasında özendirilen gayrimeşru hayat biçimi ve artan cinayet vakalarıyla ilgili, “Denetimden yoksun dijital mecralarda pompalanan ahlaksızlıklar, sapkınlıklar ve gayrimeşru hayat biçimine özenti, gençliğin geleceğini karartmaktadır.” dedi.

“Aile kurumuna zarar veren politikalar, ailenin koruma görevini zayıflatmaktadır”

Toplumu ayakta tutan kültürel ve manevi değerlerin aleyhine yapılan çalışmaların ahlaki yozlaşmayı hızlandırdığını belirten Demir, “Aile kurumuna zarar veren politikalar ailenin, fertlerini dış etkenlerden koruma görevini gün geçtikçe zayıflatmaktadır. Özellikle ebeveynlerin, nice emek ve özveriyle büyüttükleri çocuklarını koruma ve yönlendirme hakkını elinden alan düzenlemeler, iyiyi kötüyü ayırt edemeyen çocukları savunmasız hale getirmektedir. Evlerde yaşanan otorite boşluğu ile birlikte, denetimden yoksun dijital mecralarda pompalanan ahlaksızlıklar, sapkınlıklar ve gayrimeşru hayat biçimine özenti, gençliğin geleceğini karartmaktadır.” şeklinde konuştu.

“Ahlakî yapıyı zedeleyen her türlü içerik engellenmelidir”

“Çocuklarımızın ve gençlerimizin gayrimeşru hayata veya bağımlılıklara sürüklenmesini izlemek, bizim kaderimiz değildir.” Demir, sözlerine şöyle devam etti: “ "Bireysel özgürlükler" söylemi ile aileye yabancılaştıran, hatta düşmanlaştıran uygulamalardan vazgeçilmelidir. Dijital ortamlar denetlenmeli; çocukları ve gençleri olumsuz etkileyen, ahlakî yapıyı zedeleyen her türlü içerik engellenmelidir. Devlet, aile birliğini sağlayacak, fertleri birbirine hasım kılmayacak, anne babanın çocukları karşısında saygınlığını ve haklarını koruyacak düzenlemeler yapmalıdır. Anne babalar çocukları konusunda temkinli olmalı, onlara sevgi ve şefkat kanatlarını daha fazla germeli, özellikle küçük yaşlarda çocukların dijital ortamlara erişimini sınırlandırmalıdır.”

“Zararlı ve aldatıcı maddeler bulunan ürünleri piyasaya süren firmaların varlığı halkın sağlığına yönelik bir tehdittir”

Tarım ve Orman Bakanlığının güncellediği taklit ve tağşiş listesinin halk sağlığının büyük bir tehdit altında olduğunu gösterdiğini ifade eden Demir, “İçeriklerinde zararlı ve aldatıcı maddeler bulunan ürünleri piyasaya süren firmaların varlığı, yalnızca ticari bir ahlaksızlık değil; aynı zamanda doğrudan halkın sağlığına yönelik bir tehdittir.” değerlendirmesinde bulundu.

“Vatandaşlar helal ve temiz gıda hassasiyetinden asla taviz vermemelidir”

Hile ve tağşiş vakalarına karşı denetimlerin sıklaştırması çağrısında bulunan Demir, “Cezaların caydırıcı hale getirilmesi elzemdir. Halkın sağlığı ile oynayarak kazanç elde etmeye çalışanlara karşı devlet, denetim ve cezalandırma mekanizmalarını etkin bir şekilde işletmelidir. Aynı şekilde vatandaş da bilinçli bir tüketici olmalı, helal ve temiz gıda hassasiyetinden asla taviz vermemelidir. Helal gıda konusu sadece bir inanç meselesi değil, aynı zamanda güvenilir ve sağlıklı gıdaya erişimin de teminatıdır. Bu bağlamda, helal hassasiyetine dikkat edilmeyen ürünlerden uzak durmak toplum sağlığı açısından da önem taşımaktadır.” dedi.

Demir, konuşmasının devamında boykot ürünleri konusunda da uyarılarda bulunarak boykota devam edilmesinin bir insanlık görevi olduğunu hatırlattı. Demir, “Çünkü bu tür markalardan yapılan her alışveriş, zulme verilen dolaylı bir destektir. Boykot hem vicdani bir sorumluluk hem de adaletin yanında durmanın somut bir yoludur.” şeklinde konuştu.

“Maliye Hazinesi adeta gayrimenkulün ortağı durumuna geçmektedir”

Son aylarda Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından uygulamaya konan MEVA (Mekânsal Veri Analizi) sistemiyle on binlerce insana tapu harçlarını gerçek dışı beyan ettikleri gerekçesiyle ek ödemeyle beraber cezai işlem uygulandığını hatırlatan Demir, “MEVA uygulamasını öncelikli görev kabul eden maliye müdürlükleri, vatandaşın tapu işlemlerini adeta birer hafiye gibi takip etmektedir. Uygulamada, satışı yapılan gayrimenkulün rayiç bedeli, ilgili belediye tarafından belirlenmekte ve bu bedele göre %4 oranında tapu harcı ve ayrıca döner sermaye harcı alınmaktadır. Bir gayrimenkulün birkaç defa el değiştirmesi halinde Maliye Hazinesi adeta gayrimenkulün ortağı durumuna geçmektedir. Tüm bunlara rağmen Bakanlık, belediyelerin belirlediği rayiç bedelleri yeterli görmemekte ve re’sen ek ödeme tahakkuk ettirmektedir. Maliye ile karşı karşıya gelmek istemeyen vatandaşlar ise cezai yaptırımlardan çekinerek bu ek ödemeleri sorgulamadan yapmaktadır.” dedi.

“Hazine ve Maliye Bakanlığını belediyeler tarafından belirlenen rayiç bedellere dayanılarak ödenen tapu harçları için cezai işlem uygulamaktan vazgeçmeye davet ediyoruz”

Önemli bir çelişkiye dikkat çeken Demir, sözlerine şöyle devam etti: “Rayiç bedeller, kamu kurumu olan belediyelerce belirlenmekte ve tapu müdürlükleri de bu resmî belgelere dayanarak işlem yapmaktadır. Dolayısıyla tapu harçları, kişisel beyana göre değil, kamu idaresince tanzim edilmiş resmî evraka dayalı olarak tahakkuk etmektedir. Hazine ve Maliye Bakanlığının belediye tarafından tespit edilen bu rayiç bedelleri yeterli görmeyip cezai işlem uygulaması, belediyelerin yetki alanını yok saymakta ve kamu kurumları arasındaki görev paylaşımına zarar vermektedir. Bu yaklaşım, uygulamada ciddi bir belirsizliğe de yol açmaktadır. Belediyelerin belirlediği rayiç bedellerin yeterli görülmemesi durumunda, işlemlerde esas alınacak objektif değerin neye göre ve kim tarafından belirleneceği sorusu cevapsız kalmaktadır. Bu nedenle, Hazine ve Maliye Bakanlığını belediyeler tarafından belirlenen rayiç bedellere dayanılarak ödenen tapu harçları için cezai işlem uygulamaktan vazgeçmeye, hâlihazırda yüksek olan tapu harcı oranını %4’ten %2’ye düşürmeye davet ediyoruz.”

“Siyonist rejim Gazze’nin tamamını işgal etme hazırlıklarını pervasızca sürdürmektedir”

Gazze halkının 700 günü aşkın süredir saldırı altında olduğuna açlıkla mücadele ettiğine dikkat çeken Demir, “Abluka, sistematik aç bırakma politikaları ve aralıksız bombardımanlar; kadın, çocuk, yaşlı demeden binlerce sivilin ölümüne yol açmıştır. Bu insanlık suçunun başlıca destekçisi olan ABD, bugün sözde “müzakere” söylemiyle dünyayı oyalarken, siyonist rejim Gazze’nin tamamını işgal etme hazırlıklarını pervasızca sürdürmektedir.” dedi.

Demir, konuşmasının devamında, “Birleşik Arap Emirlikleri'nin, Batı Şeria'nın "ilhakına" karşı sert yaptırım tehdidinde bulunmasının ardından siyonist basında ortaya çıkan geri adım mesajları, baskının etkili olabileceğini açıkça göstermektedir. Aynı diplomatik kararlılık başta Gazze olmak üzere bölge ülkelerine yönelik saldırılar için de sergilenmelidir.” ifadelerine yer verdi.

“Hükümetler, onurlu ve cesur davranan vatandaşlarını koruma sorumluluğunu yerine getirmelidir”

Küresel Sumud Filosu’na da değinen Demir, “Hükümetlerin caydırıcı ve somut adımlar atmaktan geri durmasına rağmen, 44 ülkeden vicdan sahibi aktivistler, Küresel Sumud Filosu ile Gazze ablukasını kırmak üzere tarihi bir yolculuğa çıkmıştır. Bu tarihi yolculuk, dünya vicdanının sesi ve direnişidir. Gazze’deki zulmü durdurma konusunda yeterli bir çaba ortaya koyamayan hükümetler, hiç değilse onurlu ve cesur davranan vatandaşlarını koruma sorumluluğunu yerine getirmelidir. Sivil bir insanî yardım girişimi olan Küresel Sumud Filosuna katılan aktivistlerin güvenliği, hükümetlerin hem hukuki hem de ahlaki yükümlülüğüdür.” şeklinde konuştu.

“Filonun güzergâhı boyunca işgal rejiminin insansız hava araçları ve füze kilitleme sistemleri etkisiz hale getirilmelidir”

Tunus limanlarında yola çıkma hazırlığı yapan Sumud Filosuna ait gemilerin iki kez saldırıya uğradığını hatırlatan Demir, “Eğer filoda vatandaşları bulunan ülke yönetimleri, işgal rejimine gerekli cevabı vermez ve filoya koruma sağlamazsa işgal rejiminin sabotaj ve saldırıları devam edecektir. Yapılan saldırılar şunu göstermiştir; filoda vatandaşları bulunan ülkeler, savaş gemileri veya sahil güvenlik unsurları ile Sumud Filosunun güvenliğini sağlamalıdır. Ayrıca filonun seyri sırasında deniz devriyesi kapsamında insansız hava araçları hava gözetimi yapılmalıdır. Filonun güzergâhı boyunca elektronik harp sistemleri devreye alınarak işgal rejiminin insansız hava araçları ve füze kilitleme sistemleri etkisiz hale getirilmelidir. Aksi halde Küresel Sumud Filosuna yönelik saldırılara karşı sessiz kalanlar, bu vahşetin ortağı olarak tarihe geçecektir.” değerlendirmesinde bulundu.

“İslam ülkeleri Afganistan İslam Emirliği yönetimini tanımamakta...”

Afganistan’da meydana gelen depremde 2 binden fazla kişinin vefat ettiğini anımsatan Demir, “Son büyük deprem, ülkenin doğal afetlere karşı ne denli savunmasız olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu kırılganlığın başlıca sebeplerinden biri, Batı’nın hâlâ Afganistan üzerindeki ekonomik işgalini sürdürmesidir. Uygulanan yaptırımlar ve ülkeye ait mali kaynakların dondurulması, Afgan halkının temel insani ihtiyaçlara dahi ulaşmasını engellemektedir. Ne yazık ki bazı İslam ülkeleri de bu adaletsiz politikalarla paralel bir çizgide durmakta, Afganistan İslam Emirliği yönetimini tanımamakta ve halkın yaşadığı bu ağır süreçte gerekli desteği sunmamaktadır.” dedi.

“Depremden etkilenen halkın tedavi, geçici barınma, gıda ve temel ihtiyaçları için acil yardım seferberliği başlatmalı”

“Afganistan’daki insani krizin temelinde, 40 yıl süren işgal ve iç çatışmalar yatmaktadır.” diyen Demir, sözlerini şöyle noktaladı: “Bu işgalden sonra ülkeyi kalkındırmaya çalışan Afganistan İslam Emirliği, uluslararası toplum ve özellikle İslam ülkeleri tarafından güçlü biçimde desteklenmelidir. Ayrıca Afganistan’a komşu ülkeler başta olmak üzere bölge ülkeleri, depremden etkilenen halkın tedavi, geçici barınma, gıda ve temel ihtiyaçları için acil yardım seferberliği başlatmalıdır.”

Muhabir: Oktay Gündüz