• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...
HÜDA PAR Sözcüsü Ramanlı: İsveç'in NATO üyeliği veto edilmeli
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

HÜDA PAR Sözcüsü ve Batman Milletvekili Serkan Ramanlı, partisinin gündem değerlendirmesini TBMM'de düzenlediği basın toplantısıyla paylaştı.

Yeni Anayasa

Türkiye'de 28. dönem milletvekilliği seçimleri ile birlikte yeni bir dönemin başladığını belirten Ramanlı, Türkiye'nin yeni dönemde en önemli gündemlerinden birinin sivil bir anayasa olması gerektiğini söyledi.

Ramanlı, "Uzun bir süredir devam eden kronik idari ve bürokratik sorunların temelinde, hak ihlallerinin insan hakları karnemizi zayıflatmasında, devletin vatandaşa karşı yükümlülüklerini aksatmasında mevcut anayasanın yetersiz ve işlevsizliği daha fazla göze çarpar hale gelmiştir." dedi.

Yeni dönemde iktidar ve muhalefetteki siyasi partilerin, toplumun yeni anayasa beklentisini karşılamak üzere mutlaka bir araya gelmesi, kendi anlayışlarından gerekirse tavizler vermesi ve bu kritik eşiğin aşılması gerektiğini söyleyen Ramanlı, "41 yıldan bu yana bir darbe ürünü anayasa ile yönetilmek, bir utanç kabul edilmelidir. Her türlü vesayet ve ideolojiden arınmış, insan haklarına dayanan, halkın inanç değerleriyle uyumlu, sivil bir anayasa çalışmaları başlatılmalıdır. Bir toplumsal sözleşme bilinciyle oluşturulacak bu anayasa, ihtiyaçları karşıladığı gibi felsefesiyle gelecek kuşaklarımızı da kapsamalıdır.  Bununla birlikte gelecek kuşakların iradesini ipotek altına alacak her türlü dayatmadan uzak, akıl ve adalet yönü ön planda olan, temel hakların hamisi konumunda bir anayasanın temelleri atılmalıdır. Bu anayasanın aynı zamanda kuvvetler ayrılığı ilkesini güçlendiren ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi karşısında milletin iradesini temsil eden yasama organını da ezdirmeyen bir anlayış barındırması, temsilde adaleti temel felsefesi haline getirmesi önem arz etmektedir. Bu bağlamda, Meclis'in verilecek aranın ardından ilk önemli icraatı bu yeni Anayasanın tartışılması ve kabul edilmesi olmalı ve yeni döneme yeni Anayasa ile adım atılmalıdır." diye konuştu.

Kiralardaki yüksek artış

Konut ve kira fiyatlarındaki fahiş artışının milyonlarca vatandaşı mağdur ettiğini belirten Ramanlı, "Ülkemizde konut sahipliği oranı giderek azalırken kiracı oranı ise her geçen gün artmaktadır. Meydana gelen son depremlerle birlikte konut ihtiyacı had safhaya ulaşmıştır.  Yeterli konut üretilememesi, emlak vergileri, enerji ve inşaat maliyetlerindeki yükseliş konut ve kira fiyatlarındaki artışın başlıca sebepleridir." ifadelerini kullandı.

Ramanlı, şöyle devam etti:

"Piyasada kira artış oranı kimi yerlerde yüzde 200'lere dayanmıştır. Kira artış oranını yüzde25 ile sınırlandıran düzenlemenin maalesef pratikte pek bir karşılığı yoktur. Denetimsizlik ve caydırıcı yaptırımların olmaması kiracıları ciddi şekilde mağdur etmektedir.

Giderek içinden çıkılmaz hal alan bu sorunla ilgili yeni bir politika ortaya konmalıdır. Hükümetin, farklı teşvik paketleri hazırlayarak ilk kez ev sahibi olacaklara öncelik vermesi, birden fazla evi olanları ise konut yatırımı yerine başka yatırım araçlarına yönlendirmesi veya birden fazla evi olanlara farklı vergi modelleri getirilmesi gibi formülleri değerlendirmesini öneriyoruz. Ayrıca inşaat malzemelerindeki vergilerde indirime gidilerek özel sektör desteklenmeli, konut üretimi artırılarak arz-talep dengesi sağlanmalıdır. Hem kiracıların hem de mülk sahiplerinin hukukunun korunması için gerekli tedbirler alınmalı ve etkili bir denetim mekanizması işletilmelidir."

Taşeron işçilerin kadro sorunu

Kamu İktisadi Teşebbüslerinde çalışan taşeron işçilerin sorunlarının devam ettiğini belirten Ramanlı, "2017 yılında çıkarılan 696 Nolu cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Kamu İktisadi Teşebbüslerinde çalıştırılan 800 binden fazla taşeron işçi kadroya alınmıştı. Ancak TPAO, DHMİ, TEİAŞ gibi kurumlarda çalışıp kapsam dışında tutulan yaklaşık 90 bin civarındaki taşeron işçi, kadroya geçemedi." dedi.

Ramanlı, "Geçen süre zarfında söz konusu taşeron işçilere kadro verileceği yönünde sözler verilerek birtakım çalışmaların yapıldığı duyurulsa da sorun maalesef çözüme kavuşturulmadı. Hali hazırda 90 bin taşeron işçi kadroya geçmeyi beklemektedir. Kadrolu işçilerle aynı işi yapan taşeron işçilerin kadro sorunu daha fazla geciktirilmeden çözülmelidir. Kamuda çalışan tüm işçilere iş güvencesi sağlanmalıdır. İş ve çalışma barışını bozan, eşit işe eşit ücret ve eşit özlük hakları prensibine aykırı olan farklı personel rejimi uygulamasına son verilmelidir." değerlendirmesinde bulundu.

"Elektrik kesintileri çiftçileri mağdur ediyor"

Doğu illerinde, özellikle kırsal kesimlerde yaşanan uzun süreli elektrik kesintileri başta çiftçiler olmak üzere vatandaşları mağdur ettiğine dikkat çeken HÜDA PAR Sözcüsü Ramanlı, elektrik dağıtım şirketlerinin, sözde kayıp kaçakla mücadele adına sulu tarım yapan çiftçilerin elektriğini kestiğini söyledi.

Ramanlı, "Sulamaya en fazla ihtiyaç duyulan bir dönemde yapılan elektrik kesintileri mahsulün zarar görmesine yol açmaktadır. Bu durum yalnızca çiftçileri değil, bir bütün olarak zirai üretimi, gıda enflasyonunu ve dolayısıyla bütün bir ülkeyi olumsuz etkilemektedir. Elektrik dağıtım şirketlerinin keyfi uygulamalarına müsaade edilmemeli, başta çiftçiler olmak üzere vatandaşların elektrik faturaları düşürülmelidir. Zirai üretim yapan çiftçilere ve vatandaşlara uygun fiyatla elektrik satışına olanak sağlanmalı, elektrik borçlarının ödemesi kolaylaştırılmalıdır. Enerji ölçümünün doğru ve şeffaf yapılması temin edilmelidir. Ayrıca çiftçilerin “yenilenebilir enerji kaynaklarını” kullanabilmeleri için devlet, teşvik edici olanaklar sağlamalıdır." şeklinde konuştu.

Öte yandan elektrik kullanımında oluşan kayıp ve kaçak bedelinin dürüst vatandaşlardan alınmasının suç ve cezanın şahsiliği ilkesine açıkça aykırı olduğuna dikkat çeken Ramanlı, "Elektrik dağıtım şirketleri bununla birlikte kaçak elektik kullandığı gerekçesiyle vatandaşlardan büyük paralar tahsil etmekte ve suç duyurusunda bulunmaktadırlar. Elektrik dağıtım şirketleri hem kaçak bedellerini icra marifetiyle tahsil etmekte hem de oluşan kayıp kaçak farklarını tüm vatandaşların faturasına ekleyerek mükerrer tahsilat yapmaktadırlar." diye ekledi.

Ramanlı, "Hükümet, tüketicinin sırtına bindirilen bu ağır yükü hafifletmeli, vatandaşların haklarını korumak için gerekli düzenlemeleri yapmalıdır. Bu anlamda; şirketlerin özel harcamaları ile kayıp kaçak bedellerinin vatandaşa ödettirilmesi uygulamalarına son verilmelidir." çağrısında bulundu.

Mültecilere yönelik uygulamalar

Zorunlu sebeplerle Türkiye'ye sığınan mültecilere karşı son dönemlerde hortlatılan düşmanca politikaların, ülkeyi kaosa sürükleme projelerinin bir sonucu olduğunu kaydeden Ramanlı, Kocaeli'nin Dilovası beldesinde halkı mültecilere karşı kışkırtanların, ülkeyi karanlık bir sürece ve şiddet sarmalına sürükleme hevesinde olduğuna dikkat çekti.

Ramanlı, medya gücünü de arkasına alarak hareket eden bu kesimin, adlî ve ferdî bazı olayları genelleştirerek toplumsal hassasiyetleri kaşıdığını, kasıtlı bir şekilde gerçekleri çarpıttığını, mültecilere karşı düşmanlığı körüklediğini ifade etti.

Ramanlı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"İltica gerekçeleri ortadan kalkmadan mültecileri geri dönüşe zorlamak adil ve insanî değildir. Hükümet, medya üzerinden olayları manipüle edenlere karşı çok güçlü bir enformasyon ağı oluşturulmalı ve olayları çarpıtan şahıslara ağır yaptırımlı yargı süreci başlatmalıdır.

Mültecilere yönelik tahammülsüzlük zaman zaman farklı boyutlara da taşınıyor. CHP'li İzmir belediyesinin Arapça tabelaları kaldırmasıyla tezahür eden dil düşmanlığı, 30'lu yılların despot yönetim anlayışına özlem duymanın bir sonucudur.

Yerel yönetimlerin inancı, kimliği ve dilleri hedef alan uygulamalarına karşı güçlü bir denetim mekanizması kurulmalıdır. Yasal düzenlemelerle yabancı ve mültecilerin başta işyeri açma ve kendi kimlikleri doğrultusunda adlandırma/marka hakkı olmak üzere yeni güvenceler oluşturulmalıdır.

Türkiye'nin yeni yüzyılında güçlü ve adil devlet ile hoşgörü toplumu temelinde yapılanma ve yol alma idealinin, mülteci karşıtlığı ve etnik düşmanlık üzerinden sabote edilmesine müsaade edilmemelidir."

Kur'an-ı Kerim'e yönelik saldırılar ve İsveç'in NATO üyeliği

İsveç makamlarının, Kurban Bayramının ilk günü, Stockholm'deki bir caminin önünde Kur'an-ı Kerim yakılmasına izin verdiğini hatırlatan HÜDA PAR Sözcüsü Serkan Ramanlı, "İsveç makamlarının ikinci kez bu skandal eyleme izin vermesi İslam düşmanlığında geldikleri noktayı ortaya koymaktadır. Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'i hedef alan alçakça saldırıların 'ifade özgürlüğü'  kapsamında pazarlanmaya çalışması kabul edilemez. Özgürlük adı altında kin ve nefret kusmaktan geri durmayan zalimlerin, Müslümanların mukaddesatına bu denli pervasızca saldırıları derhal durdurulmalıdır." dedi.

Ramanlı, "Aynı alçakça saldırıya ikinci kez göz yuman İsveç makamlarının İslam dünyasının kuru kınama açıklamalarından çekinmediği aşikardır. İslam'a ve İslami değerlere yönelik saldırılara göz yuman İsveç'e ve diğer tüm İslam düşmanı rejimlere karşı İslam dünyasınca kapsamlı bir boykot gerçekleştirilmeli, ticari ve diplomatik ilişkiler askıya alınmalıdır.  Aksi takdirde bu düşmanca saldırıların sayısı artacak, 'özgürlük' kisvesi altında tüm değerlerimiz hedef haline getirilecektir." değerlendirmesini yaptı ve şu çağrılarda bulundu:

"Hangi dinden ve inançtan olursa olsun aklı başında her ilkeli fert ve oluşumun, bu provokatif girişim karşısında inisiyatif alması ve insanlığın huzurunu kaçırtacak bu ve benzeri densizliklerin son bulması adına harekete geçmesi gerekmektedir. Türkiye'ye de bu noktada büyük bir sorumluluk düşmektedir. Türkiye ve Müslüman kamuoyunun beklentileri dikkate alınarak, defalarca İslami değerlere yönelik aşağılık saldırılara izin veren İsveç'in NATO üyeliği veto edilmeli, diplomatik ambargo uygulanmalıdır."

Cenin mülteci kampına saldırı

Siyonist işgal rejiminin, hiçbir anlaşma ve ahde bağlı kalmadan Filistin'deki saldırı ve katliamlarına devam ettiğine dikkat çeken Ramanlı, işgalcilerin Cenin'deki katliamlarına ilişkin şunları kaydetti:

"Siyonist rejimin 1953'te işgal ettiği Filistin topraklarından sürgün edilen Filistinliler, batı Şeria'daki cenin şehrine sığınarak burada cenin mülteci kampını kurdular. İşgalciler, 1967'de cenin şehrini ve mülteci kampını da işgal ettiler. 1996'daki Oslo barış antlaşması ile de cenin, Filistin yönetimine bırakıldı.

Kurban Bayramının hemen akabinde dünya gündeminin Fransa'daki gösterilere odaklanmasını fırsat bilen işgal rejimi, cenin mülteci kampına havadan ve karadan en ağır silahlarla saldırmaya başladı. Buldozer ve iş makinalarıyla da mülteci kampının yollarını, su ve elektrik şebekelerini tahrip etti.  Saldırı ve bombardımanda yarısı 18 yaşın altında olan 10'dan fazla Filistinli şehit olurken 25'i ağır olmak üzere yüzden fazlası da yaralandı.

Sözde antlaşmayla Filistin yönetimi kontrolüne bırakılan Cenin'in pervasızca bombalanması, işgal rejiminin hiçbir ahit ve antlaşmaya bağlı kalmayacağını göstermektedir. Bu saldırıları kınıyor ve lanetliyoruz. Yönetimlerin bu utanç verici sessizliği ve işgalcilerle ittifak yarışına karşı Müslüman kamuoyu artık harekete geçmelidir. Türkiye başta olmak üzere bölge ülkeleri Siyonistlerle tüm ilişkilerini sonlandırmalı, siyonistlerin bombaları kapımıza dayanmadan bu terör rejimine karşı güç birliği yapılmalıdır."

Basın toplantısına HÜDA PAR Genel Sekreteri ve Gaziantep Milletvekili Şehzade Demir, Mersin Milletvekili Faruk Dinç ile HÜDA PAR Sözcülerinden Yunus Emiroğlu da katıldı.  (İLKHA)











Bu haberler de ilginizi çekebilir