Türkiyenin Darbeci Dostları
Analiz/ Hüsayin Sağlam
Ak Parti hükümeti, Mısır’da uluslararası güç odaklarının istekleri doğrultusunda yapılan darbe ile dış politikada; içerdeki “Kaos senaryolarıyla” da iç politikada en zor dönemini yaşıyor.
Mısır’daki darbenin yeni bir bölgesel stratejiyi dayatmasından dolayı bölgede yürütülen darbe öncesi dönem stratejilerinin merkezinde yer alan hükümetten, darbeci yaklaşım paralelinde bir tavır sergilenmesi isteniyor. Darbeci odaklar, ani strateji değişikliklerini İhvan’ın gelecekte oluşturacağı muhtemel tehlikeyle kamufle ederlerken, Türkiye’nin aynı kamuflajın arkasına sığınamayacak bir söylem üzerinden bölgesel gelişmelere müdahil olmuş olması, güç odaklarıyla yeni dönemde eşgüdüm içerisine girmesini zorlaştırıyor.
Açıkça söylemek gerekirse, daha önce hükümete “Bölgesel güç” yakıştırmasında bulunanlar, darbe sürecine uyum sağlaması konusunda yaptıkları baskılarla aslında hükümete “gücünün sınırlılığını” dolaylı da olsa hatırlatmaya çalışıyorlar.
Hükümetin darbeden sonra takındığı darbe karşıtı tavır anlamlı ve olumludur. Ancak bu tavrın geçirmesi gereken birtakım dayanıklılık testlerine ihtiyacı olduğu her halinden bellidir. Dayanıklılık testlerinin hem dışta hem de içte cereyan ettiğini söylemek mümkündür.
Dikkat edilirse Türk dış diplomasisinin uluslararası platformlardaki hareketliliği, darbe sonrasında yerini bariz bir durağanlığa bırakmıştır. Darbe öncesinde dış dünyaya yapılan ziyaretler, karar mekanizmalarında ve bölgesel platformlarda yaşanan baş döndürücü trafik, darbe sonrasında adeta bıçak gibi kesilmiştir. Davutoğlu’nun birbirini kovalayan dış seyahatleri neredeyse bitme noktasına gelmiştir.
Tüm bunların işaret ettiği ortak nokta, darbe sürecine karşı bir tutum sergileyen Türkiye’nin etrafında örtülü bir diplomatik ambargonun yürürlüğe konduğu gerçeğidir.
Mesela Suriye politikası üzerinden Katar’la, Suudi ile, Ürdün ile, Arap Birliği ile yaşanan bahar dönemi yerini adeta hazan mevsimine bırakmıştır. Katar, yaşadığı yumuşak darbe ile bir anda dengelerin dışında kaldı. Suudi, Ürdün ve Arap Birliği tamamen darbecilerden yana saf tuttu. Washington’un çabalarıyla yeniden başlayan İsrail-Filistin barış hikâyesinde meseleye çokça müdahil olmasına karşın Türkiye’nin esamesi bile okunmamaktadır.
Heyecan verici dış politikanın merkezindeki Suriye meselesi hem bölgesel hem de uluslararası arenadaki önemini yitirme noktasına gelmiştir.
Daha bir ay öncesine kadar bir siyasi efsane olarak “Bölgesel güç” diye telaffuz edilen Türkiye, bu aralar eski dostlarına darbeye darbe dedirtememenin acizliğini yaşamaktadır. Üstelik iş bununla da kalmamaktadır. Mısır’ın bölgesel meselelerdeki siyasi etkisi ve jeopolitik konumu ne ise Türkiye’ninki de en az o kadardır.
Darbeci güç odaklarının Türkiye tavrı, sadece oyunu kurallarına göre oynamaktan kaçınan Türkiye’yi bölgesel meselelerden izole etmekle sınırlı olmayacaktır. Türkiye eğer darbe ile start alan sürece muhalif kalmaya devam ederse, şimdilerde yapıldığı şekliyle ikna süreci yerini içte ve dışta şiddetli tazyiklere bırakacaktır.
Şu anda kısmi tazyik, daha çok da ikna çabaları sürmektedir. İkna çabalarına belki de en iyi örnek bu hafta içerisinde Arap dünyasının “Akil Adamları” şeklinde ismi geçen heyetin bizzat Başbakan’ı ziyaret ederek Mısır’daki darbeye ikna çabaları olmuştur. Üstelik heyette yer alan isimlerden bazılarının Türkiye’nin bölgesel politikalarda çokça önemsediği ve iş tuttuğu kişilerden olması ayrıca Türkiye açısından başka bir hayal kırıklığı olmuştur.
Lübnan politikasında Türkiye’nin tercih ettiği Mustakbel partisinden eski Başbakan Fuad Sinyora; bugün hala Maliki hükümetiyle yaşanan sorunların ana kaynağını teşkil eden ve seçimlerde Türkiye’nin ABD ile ölümüne desteklediği İyad Allavi ile Suriye politikasında Türkiye’nin en fazla iş tuttuğu Arap Ligi lideri Amr Musa’nın yer alması ve bunların Başbakan’ı Mısır’daki darbeye ikna etmek üzere Türkiye’ye gelmiş olmaları, bir yandan bariz bir hayal kırıklığına yol açsa da Türkiye’nin geçen dönemde ne tür “dostlarla” iş tuttuğunu ortaya koyması açısından ayrıca üzerinde durulmaya değerdir.
Ortadoğu ve Arap dünyasının “demokratikleşmesinde” Türkiye’nin rol paylaşımında bulunup ortak iş tuttuğu kişi, kurum ve devletlerin gelinen noktada hükümeti darbeci yaklaşıma ikna etmek üzere Türkiye’nin kapısına dayanmış olmaları herhalde çokça manidardır.
Geçen yıllarda Türk dış politikasını “Eksen kayması”na oturtup mahkûm edenlerin şu anda takındıkları tavrın hükümet kanadında olumlu yankı bulmaması, Türkiye için yeni bir “Eksen kayması”na giden sürecin kapısını yeniden aralayacaktır.
“Ekseninin kaydığına” hükmeden güçlerin katkısıyla geçen yıllarda “Türkiye’nin ekseninin” nasıl düzeltildiğini hatırlayanlar, benzer baskıların yeniden devreye sokulma tehlikesinin neleri beraberinde getireceğini tahmin etmekte zorlanmazlar.
O dönemde PKK’nin artan saldırıları ve belli bir kesimin resmi kurumları ele geçirerek geliştirdiği “Paralel devlet” yaklaşımı karşısında acze düşen hükümet, çareyi ABD ile “Stratejik ortaklık” yaparak düzlüğe çıkmakta bulmuştu.
Bugün de hükümetin darbeci koalisyonla entegrasyona gitmesi için hem içte hem de dışta benzer araçların kullanımına başvurulacağına kesin gözüyle bakılmaktadır. Bir taraftan “Barış süreci” ve Suriye üzerinden hükümetin köşeye sıkıştırılacağını tahmin etmek mümkündür.
Bugün de hükümetin darbeci koalisyonla entegrasyona gitmesi için hem içte hem de dışta benzer araçların kullanımına başvurulacağına kesin gözüyle bakılmaktadır. Bir taraftan “Barış süreci” ve Suriye üzerinden hükümetin köşeye sıkıştırılacağını tahmin etmek mümkündür.
Bununla beraber son zamanlarda “Eylül-Ekim ayları”na dönük yeni kaos senaryolarından sıkça söz edilmektedir. Sonbahar’da Gezi’nin devamı niteliğinde içerde bariz bir sokak hareketliliğinin baş göstereceği, bu hareketliliğe katkı sunacak malum kesimlerin yanı sıra sürpriz kesimlerin de olacağı, nihai amacın da yaklaşan seçimlerde hükümeti parçalayıp iş göremez hale getirmek olduğu konuşulmaktadır.
Hem kaos senaryoları hem de sürecin akamete uğratılması ve Suriye üzerinden yine süreçle bağlantılı tazyiklerin devreye sokulmasına dönük ipuçları yok da değildir.
Bu senaryolar, uygulanması halinde hükümetin darbe karşıtı yeni politikasının geçirmesi gereken testler olacaktır.
Bugüne kadar hükümet dayatılan testleri geçmek yerine güç odaklarıyla anlaşma yoluna giderek en kolayını tercih etmiştir. Bakalım bu kez testleri geçmek için iradesini devreye sokacak mı, yoksa yine güç odaklarıyla uzlaşma yoluna mı başvuracak?
Bir kaç soru ile noktalayalım: Geçen dönemde bölgede Türkiye ile saf tutan köhne krallıkları “halkçı / devrimci” belleyip başka faktörler üzerinden “Bölgesel statüko” kavramına sarılarak hükümet paralelinde gürültü çıkaran İslamcı trend, acaba Türkiye müttefiklerinin bir gecede “halkçılıktan/devrimcilikten darbeciliğe” dönüşen konumlarını nasıl anlamlandıracaktır? “Devrimcilikten darbeciliğe” ani dönüşün anatomisine mi eğilecekler; yoksa ucuz ve kolay olanı seçip “Bölgesel statüko” kavramına daha fazla mı asılacaklar?