“YENİ ANAYASA MÜSLÜMANLARLA BARIŞIK OLMALI”
Yapılması düşünülen yeni anayasa ile ilgili gazetemize değerlendirmelerde bulunan Araştırmacı-Yazar Müfid Yüksel ve Tarihçi-Yazar Mustafa Armağan, ‘Devletin dini İslam’dır’ ibaresinin yeniden anayasada yer alması gerektiğini ifade ettiler ve Müslümanlarla barışık bir anayasa hazırlanması çağrısında bulundular.
ENES DURMAZ - DOĞRUHABER
Bu ülkenin düşmandan kurtuluşu Müslümanların gayretleri ile oldu. İslam coğrafyasının dört bir yanından düşmana karşı koymak için Müslümanlar bu coğrafyada büyük bir cihad başlattı ve işgalciler bu topraklardan temizlendi. Daha sonraki süreçlerde TBMM dualarla ve İslami değerlerle barışık anayasa ile açıldı ancak zamanla Müslümanlara düşman, İslami değerlere düşman anayasalar hazırlanarak toplum değerlerinden uzaklaştırıldı. Yeni anayasa tartışmaları gündemdeyken kamuoyunun istediği 1921 Anayasasında yer aldığı gibi ‘devletin dini İslam’dır’ ibaresinin olduğu İslam ve Müslümanlarla barışık bir anayasanın oluşturulması… Konuyla ilgili gazetemize değerlendirmelerde bulunan Araştırmacı-Yazar Müfid Yüksel ve Tarihçi-Yazar Mustafa Armağan ‘Devletin dini İslam’dır’ ibaresinin yeniden anayasada yer alması gerektiğini ve İslami değerlerle barışık bir anayasa hazırlanması çağrısında bulundular.
“TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ KURAN KADROLAR DİNE KARŞI REFORMLAR YAPTILAR”
1928 yılında anayasadan çıkarılan ‘Devletin dini İslam’dır’ ibaresinin geri getirilmesinin zor olduğunu ifade eden Araştırmacı Yazar Müfid Yüksel, “Maalesef yapmazlar gibi gözüküyor. Yani o, zamanında verilmiş sözlerle alakalı. Toprak bütünlüğünü Lozan’da garanti altına aldıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadrolar söz verdikleri yapıda kendilerinin de istediği reformları yaptılar dine karşı. Çok sert reformlar yaptılar. Dine karşı en sert tutum alan kadrolardı onlar. Onlarla birlikte hareket eden, menfaat söz konusu olduğunda her devrin adamı olmaya aday olan insanlar da onları destekledi. Yani bu, Lozan’da galip devletlerle yapılan anlaşmanın bir gereğiydi hem zaten bunlar da içselleştirmişti bunu… Türkiye’de böyle bir durum söz konusu... Zaten bu siyaset belgesi dediğimiz, zamanında Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların önüne konulan belgeler. Anglosaksonlar, İngiltere ve Amerika’nın önüne koyduğu siyaset belgeleri vardı. Bu belgeler uzatılıyordu ve bu belgeleri kabul etmek zorunda kalıyorlardı. Özal başbakan olduğunda Özal’a da gösterilmişti. Özal bunu delmeye çalıştı fakat bunu hayatıyla ödedi. Böyle bir durum o zaman söz konusuydu. İçeride de bunlara güvence veren derin devlet içerisindeki odaklar var. O odaklar ordu içerisinde olsun, derin devletin bazı unsurları olsun, bu bakımdan Türkiye’de böyle bir sıkıntı var, öteden beri. Bazı çevrelerde bunlara payanda olan çevreler var.” İfadelerini kullandı.
“DİNE SAYGILI BİR ANAYASA YOK TÜRKİYE’DE”
Devletin Müslümanlarla barışması gerektiğinin altını çizen Yüksel, “Mevcut anayasada değişiklikler evet yapılmalı, köklü bir anayasa değişikliği yapılmalı. Devlet, anayasa, Müslümanlıkla barışmalı. Müslümanlıkla barışık bir anayasa yok. Daha doğrusu dine saygılı bir anayasa yok Türkiye’de. Türkiye’de devlet dine saygılı değil. Türkiye’de devletin iki üç tane sıkıntısı var. Birincisi devlet dine saygılı değil. İkincisi devlet ülkeyi ve milleti değil kendini ön planda tutuyor. Dolayısıyla devlet vatansever bir profil çizmiyor Türkiye’de. Vatanseverlik derken ulusalcılık veya bilmem necilik anlamında kullanmıyorum. Kendi halkını sevme, kendi ülkesini sevme anlamında devlet kendini ülkenin ve milletin önüne koyuyor. Çoğu zaman ülkeyi ve milleti kendisine feda edebiliyor. Zaten bu yüzden Türkiye birçok sorun yaşıyor. Türkiye’de dışarıdan neredeyse her büyük gücün devlet içinde bir uzantısı var. Böyle bir devlet var Türkiye’de. Bazılarının, dış güçler dediği o büyük, dev güçlerin; süper güçler olabilir, uluslararası güçler olabilir, bazılarının uluslararası kamuoyu dedikleri olabilir… Bunların maalesef devlet içerisindeki uzantıları da çok. Türkiye’de ciddi bir anayasa değişikliği, yani dine saygılı ve Müslümanlıkla barışık bir anayasa değişikliği şart.” diye konuştu.
“TEVHİDİ TEDRİSAT KANUNUNUN KALDIRILMASI GEREKİYOR”
Hıyanet-i Vataniye Kanunu kaldırılmasaydı 28 Şubat döneminde binlerce Müslümanın idam edilebileceğine dikkat çeken Yüksel, “Bu ülkede hala İslam’a karşı reform olarak gerçekleştirilen devrim kanunları var. İnkılap kanunları dediğimiz kanunlar var. Bu kanunlar her bakımdan, yani tevhidi tedrisat kanunu olsun, tekke ve zaviyeler kanunu olsun, laikliğin anayasaya konulması konusu olsun, devletin dini İslam’dır ibaresinin 1928’de çıkarılması meselesi olsun, bu meseleler var Türkiye’de ve bunlarda maalesef ciddi bir değişikliğe gidilmemiş bugüne kadar. Özal zamanında 163’ün kaldırılması önemliydi. İki tane önemli adım attı o zaman. 163. Maddenin 141-142 ile birlikte kaldırılması o dönemde, 1991 başlarında bu oldu. O önemliydi çünkü en ufak bir şeyde dini propaganda yapmaktan içeri alınıyordunuz. Hapse atılma durumu sürekli vardı. İkinci husus da hıyanet-i vataniye kanununun kaldırılması. Eğer 28 Şubat döneminde o kanun olsaydı o kanunu uygulayacaklardı ve birçok insanı idam edebilirlerdi o dönemde. Fakat daha sonrasında buna ilişkin bir şey yapılmadı. Sadece fiiliyatta bazı durumlar var. Kanuni olarak, mesela tekke ve zaviyeler kanununun kaldırılması, medreselerin önünün açılması, dini eğitimin önünün açılması için tevhidi tedrisat kanununun kaldırılması gerekiyor. Ana dilde eğitim açısından da tevhidi tedrisat kanunu önemli, çünkü buna engel olan bir kanun. Dolayısıyla bunlara neşter vurulması lazım. Bunlar kanun, anayasa maddesi değil.” şeklinde konuştu.
“2010’DAKİ REFERANDUMDA DAHA KAPSAMLI DEĞİŞİKLİKLERE AK PARTİ İÇERİSİNDEKİ ULUSALCI KANAT ENGEL OLDU”
Böyle bir anayasanın 2010 yılında yapılmasına Ak Parti içindeki ulusalcıların engel olduğunu ifade eden Yüksel, “Anayasa konusunda evet, bunlar 2010’da yapılmalıydı. Fakat o dönem Ak Parti içerisinde milletvekilleri arasında inanılmaz milliyetçi, devletçi unsurlar vardı. Onlar buna engel oldu maalesef. 2010’daki referandumda daha kapsamlı değişikliklere Ak Parti içerisindeki ulusalcı kanat engel oldu. Dolayısıyla bunun daha kapsamlı bir şekilde ele alınması lazım. Burada Kemalist ideolojinin sona erdirilmesine yönelik nasıl bir şey yapılacak? Buna Ak Partinin diğer paydaşları yani Ak Parti ile birlikte resmen olmasa da fiilen iktidarı paylaşan paydaş unsurlar bunlara ne diyecek? Bütün bunlar tartışılması gereken hususlar. Bunlar çözüme kavuşmadan Diyanet İşleri Başkanlığının konumu bile problemli. Yani Türkiye’de ciddi bir konumu yok. Ciddi bir kurum gibi orada duruyor ama yetkileri ve müdahale alanı zayıf. Camilere imam ve müezzin tayin etme dışında ciddi bir fonksiyonu yok. Diyanetin okulları, üniversiteleri yok mesela. Avrupa’da birçok kilise okulları ve üniversiteleri var. Türkiye’de öyle bir şey yok. İlahiyat fakültelerinin diyanete bağlılığı söz konusu değil. Sadece ilahiyat fakültelerinden mezun olanlar, ora kökenliler artık görev alabiliyor. Orada da inanılmaz modernleşmeci bir akım var. İlahiyatta okuyanların büyük bir kısmı imam ve müezzin olmak istemiyor. Akademisyenliğe, farklı alanlara kaçmaya çalışıyorlar. Bu sebeple artık Türkiye’de doğru düzgün vaiz bile kalmadı. Vaiz sayısında sürekli olarak bir azalma var, çünkü istemiyorlar. Çok pozitivist oluyorlar, bir kısmı inanç kırılmalarına uğruyorlar. İnançsız, deist, ateist ilahiyat mezunu gelip de nasıl vaaz verecek veya nasıl imamlık yapacak? Türkiye’de işte böyle durumlar var. Bu nedenle Türkiye’de din ile kapsamlı bir barış sözleşmesi imzalanması lazım. Türkiye’de devlet din ile barışık değil, Müslümanlık ile barışık değil. Bunu açıkça söylüyorum, yani dine saygılı değil. Bütün bunların çözülmesi lazım. Öncelikle dine, dini inançlara saygılı bir devlet tarzı gelmesi lazım.” dedi.
MECLİS AÇILIRKEN MİLLİ CİHAD ANLAYIŞLININ IŞIĞINDA KURULDU FAKAT…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında yaşananlara ilişkin bilgi veren Tarihçi-Yazar Mustafa Armağan ise, “Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu zaman arkasında üç buçuk yıllık bir İslam Cumhuriyeti oluşumu, birikimi vardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman, cihat meclisi hüviyetindeydi. Sancak-ı şerif taşınıyordu, Kur’an-ı Kerim el üstünde taşınarak açıldı. Meclis başkanının arkasında Şura Suresi 38. Ayeti asılıydı: ‘Onlar işlerini istişareyle görürler.’ Meclis açılırken milli cihad anlayışının ışığında kuruldu fakat 1924’te Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte Medreselerin kapatılması, Tekkelerin kapatılmasıyla laikliğe geçiş süreci başladı. 1928 yılında da anayasadan ‘Devletin dini İslam’dır’ ibaresi çıkarılarak bu amaca ulaşıldı. Bu ibarenin kaldırılması tek başına önemli değil. İbare kaldırılabilir fakat Cumhuriyet’in yapısı din karşıtı, İslam karşıtı bir noktaya sürüklenebilir. Birçok laik ülke var dünyada ve bunlar Hristiyanlara gayet saygılı. Stalin bile belli bir dönemde ateizm müzeleri haline getirdi kiliseleri. Fakat baktı ki savaş yıllarında halka ihtiyaç duymaya başladı. Halkı nasıl motive edecek; kiliselerle. Bu sefer anlaştı kiliselerle. Sosyalist olduğu halde dine yer açmaya çalıştı.” ifadelerini kullandı.
“İSLAM KARŞITIYMIŞ İMAJI UYANDIRACAK ŞEKİLDE DEVLET İDEOLOJİSİ YENİDEN ŞEKİLLENDİRİLDİ”
“ ‘Devletin dini İslam’dır’ ibaresinin tekrardan anayasada yer almasına taraftarım” diye konuşan Armağan, “Türkiye’de ezandan, Kur’an kurslarına kadar, İmam Hatiplere kadar büyük bir baskı altında 1950 yılına kadar gelindi. Bu aslında çok yanlış bir uygulamaydı ve sonrasında da devam etti. İslam karşıtıymış imajı uyandıracak şekilde devlet ideolojisi yeniden şekillendirildi. Laiklik ibaresi kalabilir fakat birçok laik ülkenin yaptığı gibi dine müsaade eden, dine alan açan uygulamalar yine yapılabilir. Dolayısıyla şu anda anayasa değişikliği ile başörtüsünün hukuki güvenceye kavuşturulması gibi birtakım adımlar atılabilir. ‘Devletin dini İslam’dır’ ibaresinin tekrardan anayasada yer almasına taraftarım ben. Şu anda 1923’ten daha fazla Müslüman çoğunluğu var Türkiye’de. O zamanlar Rumlar, Ermeniler vardı. Ben bir Müslüman olarak bu ifadenin tekrardan anayasaya konulmasını destekliyorum. Anayasada yer almasa bile en azından uygulamalarda bile bunun belirtilerinin ortaya çıkması lazım. Asıl problem burada ortaya çıkıyor. Bir Cuma gününün Müslümanlar için tatil günü yapılması. Bir Yahudi’nin kutsal günü (Cumartesi) tatil, Bir Hristiyan’ın kutsal günü (pazar) tatil. Müslümanlar ne oluyor? Burada Müslümanlar aleyhine bir durum var. Hiç değilse orada bir denge sağlanması gerekiyor.” şeklinde konuştu.
“BU TİP AÇILIMLAR BİZİ HALKLA, GELENEKLERİMİZLE İNANCIMIZLA DAHA ÇOK BULUŞTURACAK”
Türkiye’de laikliğin İslam karşıtlığı şeklinde işletildiğine dikkat çeken Armağan son olarak şöyle konuştu; “Batı’da laiklik çok farklı işletiliyor. Devlet başkanları bakıyorsunuz İncil üzerine yemin ediyor. Bakıyorsunuz Joe Biden seçildiğinde İncil üzerine yemin ederek göreve başlıyor. Biz Amerika’dan ya da Hollanda’dan daha mı laikiz. Bu tip açılımlar bizi halkla, geleneklerimizle inancımızla daha çok buluşturacak. Onlar İncil üzerine yemin ederken o ülkede, Yahudi’si de Müslümanı da farklı dinlere mensup insanlar da var. Bakıyorsunuz oralarda onlar bundan rahatsız olmuyor. Bizde Recep Tayyip Erdoğan seçildiğinde Kur’an-ı Kerim üzerine el bassa hemen ‘laiklik elden gidiyor’ demeye başlarlar. Bu tip düşüncelerin ortadan kalkması lazım. Bunların da ortadan kaldırılması için de bazı adımların atılması gerekir. İnşallah bu adımlar önümüzdeki yıllarda atılacak diye ümit ediyoruz.”