Avukat Karadaş: Halkın değerlerini ve inancını dikkate almayan anayasa amacına ulaşamaz
Hukukçu Kasım Karadaş, toplumun tüm kesimlerinin beklentisi olan yeni anayasa ile ilgili çalışmalarının bir an önce başlatılması gerektiğini ifade etti.
Türkiye tarihinde kara bir leke olarak yer alan kanlı 12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden 40 sene geçmesine rağmen ülkenin halen darbe yasalarıyla yönetilmesi her kesimden tepki topluyor.
Yıllardır darbe ürünü olan 1982 Anayasası ile yönetilen Türkiye halkı, her seçim öncesi seçim vaadi olarak dillendirilen yeni, adil, halkın değerleri ile barışık ve toplumun her kesimini kucaklayan sivil bir anayasa bekliyor.
1982 Anayasası, gerek hazırlanma yöntemi ve gerekse de içerik bakımından halkın kabul etmediği bir anayasa olarak öne çıkıyor.
Şu anda yürürlükte bulunan 1982 Askeri Darbe Anayasası; irili ufaklı 19 değişiklik ve 3 referandum gördü. 175 maddesinin 98'i değiştirildi. 1982 Anayasası'nda son değişiklik 16 Nisan referandumunda yapıldı.
Anayasada yapılan değişiklikleri yeterli görmeyen halk, 1982 Anayasası'nın tamamen değiştirilmesini istiyor.
1982 Anayasası millete, memlekete giydirilmiş deli gömleğini andırıyor. Darbe anayasası; cunta mantığıyla insanların hürriyetlerini sınırlandırmakta, vesayet kurumlarıyla siyasetin alanını daraltarak, kollarını bağlıyor.
Türkiye'de yaşayan tüm kesimlerin ihtiyacını giderecek yeni anayasa için artık somut adım atılmasını isteyen hukukçular da artık halkın özgürlüğünü sağlayacak, insan hak ve hürriyetlerini koruyacak bir sivil yeni bir anayasa istiyor.
Avukat Kasım Karadaş, yeni anayasa beklentileri ile ilgili İLKHA'ya konuştu.
"Siyasi iktidar yeni anayasa çalışmalarını rafa kaldırıldı"
1982 Anayasası'nın katı ve detaycı bir anayasa olduğunu belirten Karadaş, "Öncelikle her seçim öncesi yeni anayasa tartışmalarının oluşması son derece doğaldır. Türkiye, anayasa hususunda bir travma geçmişine sahiptir. Geçmişte yaşamış olduğu travmalara istinaden her seçim döneminde siyasi partiler, bunu düzeltme vaatleriyle seçmene hitap etmektedir. Bu hususta darbe anayasası olan 1982 Anayasası'nın katı, kazuistik ve detaycı yöntemlerle ele alınmış olması, elbette 1982'den bu yana birçok değişikliğe maruz kalmasının da en azından gerekçelerini oluşturmaktadır. Bu hususta Türkiye'de görüldüğü kadarıyla siyasi iktidar yeni anayasa çalışmalarını rafa kaldırılmıştır. Türkiye'nin her zaman olduğu gibi yeni ve adil bir anayasaya ihtiyacı olduğu günceldir." ifadelerini kullandı.
"Yeni anayasa yapılırken halkın değerleri, inancı ve tarihi dikkate alınmalı"
Toplumun yeni anayasa beklentilerine değinen Karadaş, "Toplumun bazı kesimleri anayasadan dolayı büyük zorluklar yaşadı. Anayasanın kısmen ideolojik olması ve bu ideolojiye ters düşen ya da bu ideolojiyi paylaşmayan kesimlere yönelik çok katı tedbirler öngörmesi ve bu tedbirlerin de dönemin siyasi iktidarları tarafından muhalif toplumsal kesimlere acımasızca uygulandı. İnsanlar her dönemde olduğu gibi anayasanın gerçekten adil bir hale gelmesini istemektedir. Bu da onların en doğal hakkıdır. Anayasaların toplumsal sözleşme özellikleri de zaten toplumsal değerlere yönelik bir çaba gerektiriyor. Toplumsal sözleşmeyi kuracağınız zaman elbette toplumun değerlerini, inancını, tarihini ve kimliğini dikkate almak durumundasınız. Bunları dikkate almadan yapılacak olan herhangi bir anayasa çalışması başarıya ulaşamaz." şeklinde konuştu.
"Yeni anayasada laiklik tam olarak tanımlanmalı"
Anayasada laiklik ilkesinin net olarak tanımlanmadığı için ciddi sorunlara neden olduğunu ifade eden Karadaş, "Uygulandığı günden bu yana Türkiye'de çok ciddi mağduriyetlerin yaşandığı ve çok ciddi reflekslerin gösterildiği bir ilke var; laiklik ilkesi… Anayasada laiklik ilkesinin tanımlanması gerekir. Laikliğin ne olduğunu ve ne olmadığını anayasada net bir şekilde tanımlamalıdır. Tanım olmadığı, muğlak kaldığı sürece laikliğe her türlü anlam yüklenebilir. Bu yüklenen anlamlar da dönemin siyasi iktidarları tarafından toplumun kesimine baskı aracı olarak uygulanabilir. Görüşüme göre en acil ihtiyaç; laikliğin tanımının yapılmasıdır." dedi.
"Seçim barajı yüzde 1 ile yüzde 3'e düşürülmelidir"
Seçim barajının düşürülmesi ile ilgili tartışmalara vurgu yapan Karadaş, "Anayasada seçim barajının makul seviyeye düşürülmesi gerekmektedir. Son yapılan değişiklikle seçim barajı yüzde 7'ye düşürülmüştür. Bu olumlu bir gelişme olmasına rağmen yeterli değildir. Türkiye'de siyasal toplum dikkate alındığında bu oranın yüzde 1 ile yüzde 3 arasında seviyelere inmesi gerekiyor. Her şeyden önce toplumun birçok kesimi tarafından paylaşılan endişeleri bir hukukçu olarak bende taşıyorum. Her şeyden önce askeri-sivil ayrımından ziyade adil bir anayasanın yeniden gündeme alınması, toplumun barış ortamında bu süreci geliştirmesi ve bu sürecin sonunda sivil toplum kuruluşlarının, kanaat önderlerinin, hukukçuların, akademisyenlerin, yazarların ve gazetecilerin katılımıyla çok ciddi bir süreç yürütülmelidir." şeklinde konuştu.
"Türkiye'de hukuki öngörülebilirlik neredeyse sıfıra yakındır"
Türkiye'de bütün toplumsal kesimleri kucaklayacak biçimde süreci yöneterek yeni bir adil anayasa oluşturulması gerektiğini belirten Karadaş, "Ehliyetli ve liyakatli insanlardan oluşan bir anayasa komisyonu kurulması gerekiyor. Bu anayasa komisyonu Türkiye'nin bütün toplumsal kesimleri kucaklayacak biçimde bu süreci yöneterek yeni bir adil anayasa oluşturulması gerekiyor. Bu anayasayı da elbette referanduma sunarak toplumun her kesiminden 'Bu benim anayasamdır' diyecek şekilde bir kabul görmesi gerekiyor. Türkiye’de hukuki öngörülebilirlik neredeyse sıfıra yakındır. Bir insan ‘şunu yaparsam başıma ne gelir’ ya da ‘herhangi bir suç işlemezsem başıma hiçbir şey gelmez’ düşüncesi oldukça zayıfladı. Suçsuz bir insan dahi endişeye kapılmakta ve 'başıma her an her şey gelebilir' inancını taşımaktadır. Bu da Türkiye'de hukuki bir öngörülebilirliğin neredeyse kalmadığını göstermektedir." diye konuştu.
"Yargı bağımsızlığının yeniden temin edilmesi amacıyla düzenlemelerin yapılması gerekir"
Yeni anayasada adil yargılanma ve yargı bağımsızlığı konularına değinen Karadaş, "Hukuk aynı zamanda Türkiye'nin başta ekonomi ve dış politika gibi birçok alanına da etki etmektedir. Elbette hukuki öngörülebilirlik son derece önemlidir. Bunun yanında adil yargılama ve yargı bağımsızlığı özellikle hâkimlerin siyasetçilere yönelik bir baskı taşımamaları gerekmektedir. Yargı bağımsızlığının yeniden temin edilmesi amacıyla düzenlemelerin yapılması gerekir. Ceza kanununda, ceza hukukunda bir caydırıcılık söz konusu değil. Maalesef Türkiye'de ceza kanunları, caydırıcı olmaktan çıkmıştır. Birçok düzenleme ile denetimli serbestliğin uzatılması, verilen kararda hükmün açıklanmasının geri kalması, müesseselerin Türk Ceza Kanunu'nda öngörülen hapis cezalarının uygulanmamasını beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla insanlarda 'suç işlersem hapis yatmayacağım' anlayışını doğurmuştur. Bu da toplumsal kaosa sebep olur. Bu hususta da gerekli düzenlemelerin bir an önce acilen yapılması gerekmektedir." ifadelerini kullandı.
(İLKHA)