• DOLAR 34.653
  • EURO 36.459
  • ALTIN 2950.8
  • ...
Bayramlar ne zaman azad ola bayram o bayram ola...
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve hayatını bu doğrultuda tanzim eden insan için, inandığı/ iman ettiği kaidelerin kapsama alanı hayatın tamamıdır. Şekerin çayda eriyip, çayın her zerresine karışması gibi, bu ilkelerin etkisi, küçükten, büyüğe, özelden, genele hayatının her zerresindedir, her yerindedir.

Dolayısıyla iman eden insan, hüznünü de, sevincini de bu ilkelere yaraşır şekilde yaşar.

Bu aynı zamanda ahir zamanın kaygan zemininde, dosdoğru durabilmenin ve bu yolda sağlam bir duruş sergilemenin de teminatı olur.

Örneğin sevinç günlerinden olan bayramlar bu hususta çok güzel örneklerdir.

Malum, insanlık tarihinin en kadim geleneklerindendir- sevinç günleri bayramlar. Bu bağlamda insan topluluklarının çeşitleri kadar, bayram çeşidi sayılabilir dersek abartmış olmayız herhalde.

Örneğin, Allah Resulü (sav) Medine’ ye hicret etmeden ve Medine İslam devletini/ medeniyetini kurmadan önce, Medinelilerin de orada yaşayan Yahudi ve Hıristiyanların tesirinde kalarak kutladıkları bayramlar  vardı. Ayrıca, İranlılardan/ Fars kültüründen etkilenerek kutladıkları, Nevruz (ilkbahar) ve Mihrican (sonbahar) bayramları vardı.
       Hicretin 2. Yılında, Ramazan orucunun farz kılınmasının ardından, iman edenler için  bayram konusunda da bir ölçü getirildi.

Enes bin Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Hz. Peygamber (sav) Medine’ye geldiğinde halkın eğlence ile geçirdiği iki gün vardı. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem): ‘Bu iki gün(ün özelliği) nedir?’ diye sordu. ‘Câhiliye döneminde o günlerde eğlenirdik.’ Dediler. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: ‘Şüphesiz Allah sizin için o günleri onlardan daha hayırlı olan Kurban ve Fıtır (Ramazan) bayramlarıyla değiştirdi.’” (Ebû Dâvûd, Salât, 239)

Böylece  Müslümanların bayram/ sevinç günleri de bu Nebevî emirle belirlenmiş oluyordu. O günlerde Allah’ın hudutlarına riayet edilerek yine Allah’ın rızasına uygun bir şekilde sevinmeyi bizzat Allah Resulü (sav)  öğretiyordu.

Hz. Âişe (r.a) anlatıyor:

“Yanımda Ensar’ın cariyelerinden iki küçük kız Buâs gününe dair (ensarı öven ve düşmanlarını yeren sözlerden oluşan) şarkılar söylüyorlardı. Bu iki küçük kız şarkıcı da değillerdi. Bu esnada babam Ebûbekir yanıma girdi ve ‘Resûlullah’ın evinde şeytan işi çalgılar ha!’ dedi. Bu olay bayram günü yaşanmıştı. Resûlullah bunun üzerine, ‘Ebûbekir! Her toplumun bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır.’ Buyurdu.” (Müslim, Îdeyn, 16; B952 Buhârî, Îdeyn, 3)

O dönemde,Allah Resulü'nün  ﷺ  bayram günlerine özel uygulamaları olurdu. Gusül alır,o güne has özel giyinir ve güzel kokular sürünürdü. Kaynaklarda, bayram  namazını mescidinde değil de, yakınlarında bulunan geniş bir alan olan musallâ da, namazgâh denilen yerde  kıldırdığı nakledilir. Kutlu Nebi’nin teşvikiyle bu namaza, kadın ve çocuklarda iştirak  ederdi ve büyük bir coşkuyla geçerdi.

Müslümanlar hep beraber, birbiriyle, “Allah bizden de sizden de kabul etsin” تَقَبَّلَ اللَّهُ مِنَّا وَمِنْكَ diyerek bayramlaşırlardı.

(İbn-i Hacer, Fethu’l-bârî 5/119)

 İki cihan güneşi, dönüşte geldiği yoldan farklı bir yoldan döner ve tekbirler getirerek yolu katederdi.

Cabir ibni Abdullah (r.a) Resulullah ﷺ ‘in bayram namazını şöyle naklediyor:

“Bayram günü Resulullah ile  birlikte namazda hazır bulundum. Hutbe okumadan önce, ezan okumadan ve kamet getirmeden namaza başladı. Sonra Bilal’e dayanarak ayakta iken Allah’a karşı takva üzere bulunulmasını tavsiye etti. Allah’a itaate teşvik ederek halka vaaz ve nasihatte bulundu. Sonra yürüdü, kadınların bulunduğu tarafa gelince onlara vaaz ve nasihatt etti.” (Müslim, Salâtü’l-İydeyn: 4)

 Hadis kaynaklarında geçen bir rivayete göre Kutlu Nebi, bayramlık elbisesi olmayan hanım sahabîlerin  arkadaşlarından ödünç elbise alarak giymelerini ve  musallâya  bu şekilde gelmelerini söylerdi.( Ebu Davud)

Ancak,bayramlarda giyim kuşam konusunda özene teşvik ederken, bu hususta  helâl haram konusunda da hassas ve tavizsizdi. Nitekim Hz. Ömer’in (r.a) bayramlarda ve heyetler geldiğinde “ipek elbise giymesi” hususundaki önerisini geri çevirdiği kaynaklarda geçmektedir.(Buhârî, Cum’a 7; Müslim, Libâs ve zînet 6)

Kutlu Nebi'nin, namaz bitiminde, ashabtan birini alıp, kadınlar bölümüne gelerek onlarla bayramlaştığı rivayet edilir.  Yine böyle bir bayram gününde,namazdan sonra Bilâl’i Habeşi’yi  (r.a) yanına alarak kadınların yanına geldi ve onlara şöyle buyurdu:

 “Ey kadınlar topluluğu! Sadaka verin, bilin ki sadaka sizin için daha hayırlıdır!”

İhtiyaç sahipleri için onlardan yardım talep etti. Buna mukabil, kadınlar yüzüklerini ve çeşitli ziynet eşyalarını bağışlamak suretiyle, bu güzel talebe en güzel şekilde  karşılık vermişlerdi.(Müslim, Salâtü’l-îdeyn 2)

Ayrıca bayram günlerinde at ve deve yarışları yapılır, beraber yemekler yenir ve Müslümanlar birbirlerine ikramlarda bulunurdu.

Bu hususta Kutlu Nebi şöyle buyurmuştur:

“Bayramlar birlikte yeme, içme ve ikramda bulunma günleridir.” (Müslim, Sıyâm 138)

Anlaşıldığı üzere Asrı saadette bayram günleri, Allah’a yaklaşmanın, toplumla kaynaşmanın, sevincin, coşkunun, infak ile yardımlaşmanın, birlik, beraberliğin dorukta ve özel bir şekilde yaşandığı sürur günleriydi.

Asrı Saadetten günümüze geldiğimizde, bayram kutlamaları ve genel anlamda bayramlara dair bazı farklılıkların olduğu aşikâr.

Öyle ki, Fıtrat Bayramı/ Ramazan Bayramına, Şeker Bayramı denmesi, kurbiyetin nişanesi olan “Kurban Bayramının”ise ‘Et Bayramına' evrilmesi ve asıl maksatlarından farklı idrak edilmeleri en göze çarpan farklılıklardandır.

Bunun haricinde seküler, kapitalist rüzgarların  ve modernitenin etkisiyle, bayramların birer tatil aracına dönüşmesi, giyim/ kuşam, yeme içme de israfa, harama kaçılması, bayram kutlamalarının helâl haram hududuna riayet edilmeden yapılması, kadın-erkek ihtilatının had safhalara ulaşmasını da, bu farklılıklar arasında zikredebiliriz.

Bir taraftan da, kutlamaların helâl yollardan yapılmaması ve insanın fıtratında bulunan bu duygunun/ihtiyacın, helâl yollarla tatmin edilmemesinden dolayı, ecnebi bayramlarına ve kutlamalarına karşı bir özenme, imrenme durumu da hasıl olmaktadır.

Bunların başında, Noel kutlamaları,(“Her yıl 25 Aralık tarihinde Hz. İsa’nın doğumunun kutlandığı Hristiyan bayramıdır. Ayrıca Doğuş Bayramı, Kutsal Doğuş veya Milat Yortusu olarak da bilinir. 20. Yüzyılın başlarından itibaren Noel, Hristiyan olmayanlar tarafından da kutlanan, dinî motiflerinden arınmış, hediye alışverişi etrafında yoğunlaşan kapitalizme hizmet eden bir bayram olarak da kutlanmaya başlamıştır. Bu seküler Noel versiyonunda mitolojik figür Noel Baba temel bir rol oynar.”)

Yeni yıl kutlamaları, (Yılbaşı, Miladi takvim kullanan ülkelerde 31 Aralık'ı 1 Ocak'a bağlayan geceye denmektedir. Yılbaşı, Jülyen takvimine göre Hristiyanlık öncesi Roma'da, Ocak ayının da adının verildiği geçit ve başlangıç tanrısı Janus'a adanmıştı. Hristiyan aleminin Miladi takviminde bir tarih olarak, hâlen Anglikan ve Lutheran Kilisesi'nde İsa'nın Adlandırma ve Sünnet Bayramı olarak ayinlerle kutlanır.”)

Festivaller, ( “Sözcük Latince dies festivalis "bayram günü" deyiminden evrilmiştir. Bu sözcük Latince festus "yortu, bayram" sözcüğünden +alis sonekiyle türetilmiştir. Latince sözcük Arkaik Latince fēsia "belli bir tanrıya adanmış olan gün, yortu" sözcüğünden türetilmiştir.”)

ve karnavallar (“Tarihsel süreçte çıkışı, Hıristiyanların, büyük perhizden önce, şaşırtıcı kılıklara girerek yaptıkları şenlik ve eğlence dönemine dayanır.”) geliyor elbette.

Bu kutlamalar sebebiyle cahiliye toplumlarına öykünen Müslümanların hali ortadadır.  Mevzubahis kutlamalar sebebiyle, toplumun ifsada, fahşaya, harama, israfa ve isyana kucak açması da peşi sıra gelmektedir.

Nasıl ki Asrı saadette bayramların hakkıyla idrak edilip kutlanmasında önce cahiliyeye dayalı bayramlar konusunda  Nebevî bir men gelmişti, yaşadığımız zaman içinde aynı kaide geçerlidir.

Tam bir teslimiyet ve samimiyetle Allah'ın bizler için sevinç, neşe, eğlenme, mutlu olma günleri olarak belirlediği bayramlar dışındaki tabulaşmış, öğrenilmiş duygular sebebiyle hayatımızda yer etmiş, tüm cahiliye kutlamalarını ve bu minvaldeki bayramları hayatımızdan çıkarmamız ve toplumdan uzaklaştırmak için çalışmak acilen, şarttır.

Sonrasında da, Nebevî usullerle bayramlar nasıl idrak ediliyorsa, nasıl yaşanıyorsa ve ne şekilde kutlanıyorsa, öyle idrak etmemiz, öyle yaşamamız, o şekilde kutlamamızda en az o kadar gereklidir ve şarttır.

Bunun için öncelikle, yanlış bayram algılarımızdan, monotonlaşmış bayram kurgularımızdan, robot misali sadece seslendirdiğimiz ve fakat samimiyetten uzak, kalıplaşmış, ruhsuz bayram repliklerimizden,  hatalı ve nakıs  bayram anlayışlarımızdan ve bu minvaldeki Nebevî ruhtan uzak, kalıplaşmış, klişeleşmiş bayram kutlamalarımızdan, bayramlarımızı azad etmekle işe başlayabiliriz. Bunu başardığımız vakit, bayramlarımızı hak ettikleri yere getirmek, hakkaniyetle sahip çıkmak, Hakk’ ın istediği doğrultuda idrak edip, Nebevî usül ve tavsiyelerle kutlamak ta nasip olacaktır..

Bayramlar ne zaman azad ola, bayram o bayram ola ...

Bildane KURTARAN

 

 

 

 

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir