• DOLAR 32.223
  • EURO 35.1
  • ALTIN 2502.2
  • ...
Söz Sahibi Olmak İstiyorsanız
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Emrah Tel / İstanbul

Yaklaşık 500 yıldır ilmin ve bilimin merkezi haline gelen Süleymaniye kandili, dünyada söz sahibi olmak isteyenlerin yolunu aydınlatmaya devam ediyor. Din ve fen ilimlerinin en eski eserlerinin yer aldığı Süleymaniye Kütüphanesi tüm cömertliğiyle, ilme merak duyan, okumayı seven ve “Benim de söylenecek sözüm var” diyenleri bekliyor.

47. Kütüphaneler Haftası’nı dikkate alarak, dünyanın en önemli kütüphanelerden Süleymaniye Kütüphanesi’nin Müdürü Emir Eş Hoca ile konuştuk. Toplumumuzda okuma arzusunun hızla azaldığına dikkat çeken Eş, Müslüman gençliğe çok okumaları tavsiyelerinde bulunarak: “Peygamberimiz (sav): ‘Düşmanınızın silahıyla silahlanınız’ buyuruyor. Şu an ise en büyük silah bilgidir. Biz de, genelde insanlığın, özelde ise ümmetin problemlerini çözme hususunda söz sahibi olmak istiyorsak çok okumak zorundayız” dedi.

Sizleri yoğun çalışma temposu içinde bize zaman ayırarak birikimlerini aktaran Emir Eş Hocamızla baş başa bırakıyoruz:

Hocam, öncelikle bizim neslimiz neden okumuyor?

Malatya’nın bir ilçesinde ilk öğretmenlik yaptığım yıllarda bir sınıfta öğrencilere “Ne için kopya çekiyorsunuz” diye sorduğumda bir öğrenci; “Bize öğretilen bilgiler hayatımızla doğrudan alakalı değil. Sırf bilgi bulunsun diye öğretilenleri sınavdan sonra unutacağız. Bir süre sonra unutmak zorunda olduğum bilgiye niye çalışalım” gibi düz mantıkla bakıldığında doğru olan bir cevap vermişti.

Özellikle o yıllarda eğitim sistemi, çocuğu lüzumsuz bilgiler hamalı yapıyordu. Böyle bir sistemde yazılıdan sonra unutmak durumunda olduğu bilgiyi öğrenci neden okusun, ezberlesin, anlasın? Demek oluyor ki toplumun okumamasının en büyük nedenlerinden biri eğitim politikalarındaki yanlışlıklardır. Okumayı ‘harfleri seçmek’ten ibaret bir eylem sayıyorsak, toplumumuzun yüzde 95’i veya daha fazlası okur-yazardır. Ama okumak bu değildir. Sesleri bir araya getirmek vurgu yapmak değildir okumak. Okumak hayatı okumaktır. Ve okumanın maalesef bizde çok zayıf bir refleks olduğunu düşünüyorum.

HARF DEVRİMİYLE BİR NESİL DEĞİŞTİRİLDİ

Süleymaniye Kütüphanesi’ne baktığımız zaman ümmetin okumaya verdiği önemi açık bir şekilde görebiliyoruz. Ne oldu da okumayı seven bir ümmetin torunları okumaktan bu derece uzaklaştı?

Sosyal olayların sonuçları akşamdan sabaha ya da birkaç yılda oluşmaz. Sosyal anlamda yaptığınız bir yatırımın sonuçlarını ancak yıllar sonra alabilirsiniz. Bunun için en azından bir neslin değişmesi lazım. Bakınız bunu teyit eden bir şey söyleyeyim: Osmanlı toplumu aslında çok okuyan bir toplum.

Ama tabiidir ki uzun savaş yıllarının doğal sonucu olarak okuma yazma oranı düşer, ekonomi çöker, iç barış sıkıntıya düşer. Osmanlı’nın son dönemlerde okur-yazar oranının ciddi seviyede düşmesinin çok önemli sebeplerinden birisi de Yemen’den Galiçya’ya, Arnavutluk’tan Sibirya’ya kadar bütün cephelerdeki Osmanlı askerlerinin içerisinde en çok okur-yazar kesiminin telef olmasıdır.

Dolayısıyla okul açamıyorsunuz, eğitim yaptıramıyorsunuz. İnsanları organize edemiyorsunuz. Kaldı ki merhum Sultan Abdülhamit döneminde olağanüstü olumsuzluklara rağmen fevkalade önemde eğitim yatırımları yapılmıştır. Süleymaniye Kütüphaneleri 1557’den 1918’e kadar medrese olarak hizmet vermiş. Yani Süleymaniye Külliyesi ve çevresindeki medreseler eğitim hizmeti sunmuşlar.

Bu medreselerde en çok, başta hadis ilimleri olmak üzere, fıkıh, matematik, astronomi ve tıp okutuluyordu. Fakat 1918’de Osmanlı devletinin yıkılması, İngilizlerin İstanbul’a girmesi gibi sebeplerin yanı sıra; 1922, 1923,1924’lü yıllarda gerek Tevhid-i Tedrisat Kanunu, gerek tekke ve zaviyelerin kapatılması, gerekse de 1928’deki Harf Devrimi yazma eserlerin şehrin çeşitli yerlerinde farklı farklı alanlarda korunmasını zorlaşmıştır.

Özellikle İngiliz askerleri İstanbul’a girdikten bir süre sonra şehrin çeşitli yerlerindeki yazma eser kütüphaneleriyle olumsuz anlamda ilgilenmeye başlamışlar. Bizim bu medreselerde talebe kalmayınca İstanbul’da camiler, tekkeler, türbeler, Mevlevihaneler, muallimhaneler, darül mesneviler, vakıflar, saraylar, konaklar ve özel şahıs evleri gibi yerlerde bulunan çeşitli yazma eserler kütüphanelerinin bulunduğu ve sayısı toplam 200’ü bulan mekânlar tek tek kapatılıyor. Bakınız o dönemlerde 1 milyonluk İstanbul’da 200 den fazla kütüphane vardı.

Süleymaniye Kütüphanesinin girişinde bir afiş var. Afişte, “İstanbul’da 300’den fazla kütüphane var biliyor musunuz?” diye bir ifade kullanılıyor.  Bu rakamı bilmeyenler 300’ün çok yüksek bir rakam olduğunu zannediyorlar. Bundan 90 sene önce İstanbul’da en az 200 kütüphane var. Nereden biliyorum? Bunu 140 tanesi şu an benim elimde, burada, Süleymaniye Kütüphanesinde.

Diğer 60 tane koleksiyonun da nerelerde olduğunu biliyoruz. Yani, gelişen teknolojiden vazgeçtik, -sadece rakamsal olarak izah etmeye çalışacak olursak- bir milyonluk İstanbul’da 200 kütüphane varsa, 15 milyonluk İstanbul’da 3 bin tane kütüphane olması lazım. Biz ise şimdi 300 den fazla kütüphane olmasıyla övünüyoruz. Bu kütüphanelerin de ne denli ciddi kaynaklar oluşturup oluşturmadığı tartışmaya açıktır. Hafife almıyoruz ama, işin başka boyutları var.

ELİMİZDEKİ HAZİNEDEN FAYDALANMIYORUZ

Elimizin altındaki böylesine büyük bir zenginlikten neden hakkıyla faydalanmıyoruz?

Asıl anlatmak istediğim şey şu; 1922 tarihine tekabül eden bir belge var elimde. Buranın müdürü Evkaf Nezareti’ne bir yazı yazıyor. Orijinal ifadesiyle “Efendim kari’lerimiz Ramazan-ı Şerif’te kütüphanenin sahura kadar açık olmasını istiyor. Biz de istiyoruz. Fakat bir problem var. O problem aşılmadan olmaz.

Onun için sizden yardım istiyoruz” anlamında evkaf nezaretine yazı yazılıyor. Sorun ne biliyor musunuz? “Aydınlanmayı sağlayacak bir tek lambamız yok. Bize bir lamba bulun, açalım” diyorlar. Lamba bulunmuş mu bulunmamış mı, açmışlar mı açmamışlar mı, bunu bilmiyoruz. Ama elimde bir başka belge daha var. O da 1926’ya tekabül ediyor. Diyor ki; “Emanet radyum lambasının iadesine dair mazbatadır.” Muhtemelen emanet bir radyum lambası bulmuşlar.

Daha sonra başka lambalar temin edince o emanet aldıklarını iade etmişler. Yani okur-yazar oranının fevkalade düştüğü toplumda insanlar sahura kadar kütüphanenin açık olmasını istiyorlar. Ama bugün resmi istatistiklere göre düzenli okuma anlamında maalesef ülkemiz dünyanın en geri ülkelerinden birisi.

O günün toplumunda insanlar niye bu kadar okuyormuş? Savaşlarda en çok okuyan kesim zayi olduğu halde neden insanlara gündüzleri yetmiyor, Sahurlara kadar da okumak istiyorlarmış ve bugün neden okumuyoruz? Bunun gerçekten çok sağlıklı ve sosyolojik bir tahlilinin yapılmasına ihtiyacımız var. Okuma olayının öznesi ve nesnesi açısından doğru değerlendirilmeye ihtiyacı var. Okumayan insanların okumama nedenleriyle, neden okunmuyor diyen yayınların sağlıklı bir şekilde gözden geçirilmeye ihtiyacı var.

Biz ilk emri “Oku” diye başlayan, kitaplı bir dinin -elhamdülillah- mensubu olarak, yeryüzüne ilk gelen insanın aynı zaman da okur-yazar bir insan olduğu noktasından hareket etmemize rağmen neden bizim toplumumuz harfleri seçme, kelimeleri çatma anlamında değil, anlamlı bir okuma manasında hala dünyada çok gerilerde? Bunun ciddi bir araştırmasının yapılması lazım.

SAHİBİ OLDUĞUMUZ DEĞERİN FARKINDA DEĞİLİZ

Peki, Hocam okumak neden bu kadar önemli?

Evrensel Pazarlık masasında: “Bizim de çarelerimiz, reçetelerimiz, projelerimiz var. Bizim de insanlığa söyleyecek sözümüz var. Bizim de önerilerimiz var” deme durumundaysak, okumaya mecburuz. Neden? Peygamberimiz (sav)’in: “Düşmanınızın silahıyla silahlanınız” emri, bizi olayı böyle anlamaya zorluyor da ondan. Düşman bilgiyi silah olarak kullanıyorsa, biz de karşılığında insanlığı uyarmak için kullanmalıyız.

Dolayısıyla bilgiye ulaşmanın yolu kitaptır. Kitaba ulaşmanın yolu kütüphanedir. Bilginin tarih içinde hangi aşamalardan geçerek bu günki seviyeye geldiğini ve bilginin kaynağının bizim elimizde bulunduğunu dünyaya haykırmak istiyorsak biz de bilgiyi kullanmak zorundayız. Bin yıldır bilgi hazinesinin üzerinde oturuyormuşuz da haberimiz yokmuş. Ne büyük bir derinliğe sahipmişiz.

SÜLEYMANİYE DE ÇOK BÜYÜK BİR HAZİNE VAR

Süleymaniye Kütüphanesinden söz edecek olursak ne tür eserler var, Süleymaniye kütüphanesinde?

Amerika, Irak’a girdiği zaman Bağdat kütüphanelerine zarar verdi. Bu bizim için kahredici bir durum. Ama biliyor musunuz 8-10 yıl önce Irak Hükümeti, Amerika’nın kendilerinden gasp ettiği kitapların listesini bizden sordu. Yani o eserlerin asıl nüshaları Türkiye’de. Bağdat kütüphanelerinin kataloglarını soruyorlar bizden. Görüldüğü gibi bizim elimizde böyle bir zenginlik var.

Süleymaniye Kütüphanesi’nde bütün bilim dallarından kitap vardır. En eski eserimiz 1376 yaşındadır. Arap şiiriyle ilgili. Genel olarak bütün kitaplarımızın yaş ortalaması 500 yıldır. Bundan bir süre önce Amerika’dan parlamenter ve gazetecilerden oluşan bir kafile geldi.

Misafirlerimize dostane davrandık ama onlara bir şey söyleme ihtiyacı hissettim ve onlara kütüphanedeki en eski eserimizin 1376 yaşında olduğunu en yeni eserimizin de Amerika Devleti’nden daha yaşlı olduğunu söyledim. İstanbul bir ilim ve kültür merkezi olduğu için dünyanın her tarafından kitaplar burada toplanmış. Kocaman bir coğrafyanın bir özeti şeklindedir, yazma eserler. Farklı oranlarda olmakla beraber, her alanda yazma eser vardır. Yazma eserler bize tarihi derinliğimizi ve tarihi köklerimizi hatırlatıyor.

Gençlik, Süleymaniye’deki mücevheratın farkında mı?

Birkaç yıl önce Galatasaray Lisesi öğrencileri buraya geldi. Kendilerine bir tanıtım yaptık. Gençlerden biri yanındakine dirseğiyle dokundu, mırıldandığı sözü biz de duyduk. Dedi ki, “Keşke biz buraya bir yıl önce gelseydik.” Toplantıdan sonra o öğrenciye böyle yakınmasının sebebini sorduk. Öğrenci, “Efendim, bizi her sene Fransa’ya götürürler. Geçen sene de  götürdüler. Bir üniversitenin konferans salonuna topladılar bizi.

Karşımıza bir profesör çıktı ve bize Fransa medeniyeti, Fransa kültürü, Fransa şusu, Fransa busu diye övdü de övdü. Sonunda konferansı şöyle bitirdi: Siz Türkiyelilerin nesi var? Bizi ezdi. Ben Fransa’ya gitmeden önce Süleymaniye Kütüphanesi’ne gelseydim o profesöre nelerimin olduğunu anlatabilirdim. Ama buraya gelmeden oraya gittiğim için, bunun acısını çekiyorum” dedi. Büyük bir hazine barındırıyoruz, Süleymaniye Kütüphanesi’nde.

Bir gün akşam saat 10 civarı baktım Japon bilim adamları kütüphanede çalışıyorlar. Hal hatır sordum. Sonra “Ne araştırıyorsunuz” dedim. Bana, “Biz muhasebe tarihi araştırıyoruz” dediler. Bakın muhasebe tarihi yazmak için buraya gelmek zorundalar. İngiliz bilim adamları, optik konusuyla ilgili araştırma yapmak için Süleymaniye Kütüphanesi’ne geliyorlar.

Kur’ân-ı Kerim’in, adı bile bilinmeyen tefsirleri var, Süleymaniye Kütüphanesi’nde. Toplumsal realiteler de burada bulunur. Mesela, ulemalar arasındaki yazışmalar. Ulema ile saray arasındaki yazışmalar, toplumun çağa göre öne çıkardığı konularla ilgili detay bilgileri havi eserler, burada var. Bu eserlerden haftanın tüm günlerinde, sabah 9’dan akşam saat 23.00’ a kadar ziyaret edebilir, buradaki eserlerden faydalanabilirler.

BATI BİZE ULAŞMANIN  HESABINI YAPSIN

Peki, bu eserlerden faydalanma adına ne gibi tavsiyeleriniz olacak?

Eğer insanlığı uyandırmak gibi bir görevimiz varsa, insanlığa karşı sorumluluklarımız varsa, sorumlulukları olan birisinin mazeretlerin arkasına sığınma hakkı yoktur. Mazeretlerin arkasına sığınanlar hedefi olmayan insanlardır. Hedefsiz yaşayan insanların ise dört ayaklılardan bir farkı yoktur. Bundan dolayı Süleymaniye Kütüphanesinde fen bilimlerinden teknolojiye, coğrafya’dan hijyene, tefsirden edebiyata, tarihten astronomiye kadar sayısız eseri koruyoruz.

Bu zenginlik dünyaya parmak ısırttırıyor. Ama biz bu eserleri henüz bilim dünyasına sunabilecek seviyeye getiremedik. Herkes biliyor ki bu dağın altında maden var, ama bu madenin rezervi nedir hangi kalitededir, henüz bunun adı konulamıyor? İslam milletinin elinde ne büyük bir zenginliğin bulunduğunu dünyayla paylaşmalıyız.

Biz Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler’de işaret ettiği gibi Batıya kaç yıl sonra ulaşabileceğimizin hesabını yapma yanlışlığına düşmemeliyiz. Biz, bugün Batı’nın elindeki teknolojiyi parayla satın alabiliriz de onlar bizim elimizdeki bu hazineyi satın alabilir mi? Öyleyse biz Batı’ya ne zaman ulaşabileceğimizin hesabını yapacağımıza, Batı bizim elimizdeki zenginliğe kaç bin yıl sonra ulaşabileceğinin hesabını yapsın. Çünkü biz onların ağzının suyunu akıtan olağanüstü eserlere sahibiz.

EN BÜYÜK DÖRDÜNCÜ ZENGİNLİK GENÇLERDİR

Bu hazineden faydalanmada gençlerin rolü nedir?

Bakınız Osmanlı dört şeyi hazine diye adlandırıyor. Birincisi Hazine-i Humayun, yani altın stokları. İkincisi Hazine-i Birun, yani Mukaddes Emanetler. Üçüncüsü Hazine-i Evrak, yani Kütüphane ve Arşivler. Dördüncüsü ise gençler. Neden gençler? Bakınız ‘define’ ortaya çıkarılmamış hazineye denir. Gençlerin kafasındaki projeler henüz deşifre edilmemiştir. Ama yarınların projeleri onların kafasında ve gönlünde gömülü ya, bundan dolayı Osmanlı genç kuşağa define ve hazine gözüyle bakıyor.

Dolayısıyla eğer “Masada biz de varız” diyorsak, biz de bu hazineleri kullanacağız. Bilgiyi kullanacağız böylece insanlığı uyaracağız. Nitekim bilginin bu günkü seviyeye hangi aşamalardan geçerek geldiğini öğrenmek istiyorsak Süleymaniye’ye uğramak zorundayız. Zira yol nereden geçiyorsa yolcu oraya uğramak zorundadır.

Bu haberler de ilginizi çekebilir