• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...
HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Tanrıkulu:  “6-8 EKİM VAHŞETİNİN ULUSLARARASI BOYUTU DA VAR”
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

DOĞRUHABER

Rehber TV'de yayımlanan "Medya Kritik" programının canlı yayın konuğu olan HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Şeyhmus Tanrıkulu, 6-8 Ekim olaylarının birçok yönünün olduğuna dikkat çekti. 6-8 Ekim vahşetinin iki önemli hususu olduğunun altını çizen Tanrıkulu, "Birincisi o dönem için söylüyorum, 13 yıla yakındır iktidarda olan AK Parti iktidarını sandıkla düşürememe. İkincisi ise bölgede özelikle siyasi alanda çalışmalara başlayan ve bu konuda da gittikçe halkın teveccühünü kazanan partimizin yükselişini durdurabilmek için. Ötekileştirme adına bu saldırılara maruz kaldık." dedi.

"6-8 EKİM VAHŞETİ ÖNCESİ HAZIRLIKLAR YAPILDI"

6-8 Ekim vahşeti öncesi yapılan hazırlıklara dikkati çeken Tanrıkulu, "2013 yılında çözüm sürecinin başlaması ile birlikte nevrozda bir mektup okundu. Fakat ona paralel olarak şehirde alfabede harf bırakmayacak kadar çeteler kurulmaya başlandı ve bunların daha sonra asayiş adı altında video ve canlı yayınlarla medyada yer edinmesi, yolları kesmeleri, kimlik sorgulamaları ve akabinde KCK yöneticilerinden birinin şehir gerillacılığı diye örgüte göndermiş olduğu 17 maddeden oluşan bir talimatname vardı. Bunları göz önüne getirdiğimiz zaman çözüm sürecini fırsata çevirmek isteyen bir örgüt zihniyeti ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Kobani tamamen bahane. Evet Kobani’de bir IŞİD saldırısı vardı. Fakat onu bahane ederek buradaki dindar insanlara saldırmak, kamu mallarına zarar vermek ve halkın malı ile canına kast etmek kesinlikle doğru değil. 'Kobani namustur' denilerek vandallıklar yapıldı. Kobané namustur da Diyarbakır ve diğer iller namus değil miydi? Bize göre burada uluslararası güçlerin müdahale etmesine bir alan oluşturmaya yönelik bir girişimdi bu. Gerçekten de o gün belki tarihte eşi ve benzeri az görülmüş olayların yaşandığı bir gündü. O gün meydana gelen olayları değerlendirirken, sadece 6-8 Ekim olayları değil, bundan önce de PKK’nin savaşa, 6-8 Ekim olaylarından sonra da çukur ve barikat siyaseti adı altında 8 bine yakın Kürt gencini çukurlara gömdükleri öz yönetim ilanları başlamıştı. Bundan önce 2013 yılında gezi olayları vardı. Kısacası Türkiye’de Türk ve Kürt’ler arasında bir iç çatışma ortamı hazırlamaya çalışmak. Bu da olmasa devlet tarafından 90’lı yıllarda yapıldığı gibi halka zulüm edilerek veya bazı katliamlar yaptırılarak uluslararası güçlerin müdahale etmesi, Türkiye’nin Suriyeleştirilmesi hedefleniyordu. Halkımız bu konuda duyarlı davrandı ve bu oyunları boşa çıkardı." diye konuştu.

"HÜKÜMETİN EN BÜYÜK EKSİKLİĞİ, DÖNEMİN MÜLKİ AMİRLERİYLE İLGİLİ HERHANGİ BİR İDARİ SORUŞTURMAYI BAŞLATMAMASIDIR"

Süreçle alakalı olarak hükümetin, dönemin mülki amirleri hakkında soruşturma başlatmamasının büyük bir eksiklik olduğunun altını çizen Tanrıkulu, şunları söyledi: "İlk günden beri biz hep şunu dile getirdik. Kitlesel hareketle sokak eylemleri yapılıyorsa mutlaka bunun arkasında bir güç vardır. Bunları yönlendirenler vardır. Bir de olayların bu kadar büyümesine sebep olan mülki amirler var. Aslında bize göre hükümetin en büyük eksikliği bu süreç ile alakalı olarak dönemin mülki amirleri ile ilgili herhangi bir idari soruşturmanın başlatılmamasıdır. Bu çok ciddi bir şekilde eleştiriliyor. Evet, biz de biliyoruz ki FETÖ darbesinden sonra özellikle emniyet müdürlerinin, bu konuda İçişleri Bakanlığının açıklaması ile neredeyse yüzde 95'inin FETÖ'cü oldukları veya bu olaylardan önce binlerce FETÖ'cü polisin bölgeye sürgün olarak gönderildiğini biliyoruz. Mahkeme istemesine rağmen mobese kayıtlarının gönderilmemesi ve bazı yerlerde silinmesi bunu gösteriyor. Ama bu konuda ciddi bir irade ortaya koyarak, en azından bir soruşturma açılmaması bizim itiraz ettiğimiz bir husustur. Dolayısıyla ister vali olsun ister emniyet müdürü olsun ister başka mülki amirler olsun fark etmiyor. Sonuç itibari ile bu kadar büyük olaylar gelişmişse ve bunlara zamanında müdahale edilmemiş ise bunun mutlaka hesabının sorulması gerekiyor. Çünkü biz inanıyoruz ki devletin asıl vazifesi, devletin meşruiyeti kendi halkının canını, malını, inancını muhafaza etmesidir. Eğer bir devlet kendi varlık sebebini, meşruiyetini tartışma konusu yapabilecek bir pozisyona geliyorsa, o zaman kendisi tartışılmaya başlanır. Dolayısıyla bu gibi meselelerde hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadan yakın olsun uzak olsun kim olursa olsun bu işte ihmalkârlığı bilerek veya bilmeyerek olanlar hakkında bir soruşturma açılması gerekir. Ama bugüne kadar açılmadı. Biz inanıyoruz ki mutlaka açılacak. Nasıl ki 12 Eylül askeri darbesi aradan yıllar geçmesine rağmen haklarında dava açıldı, mahkûm edildiler. 28 Şubat'ta post modern darbenin öncüleri ile ilgili dava açıldıysa ve şu anda cezaevine atıldılarsa, ben inanıyorum bununla alakalı da yapılacak. Evet, bu işte ihmalkârlığı olanlar, seyredenler ve olayların büyümesine neden olanların büyük bir kısmı FETÖ’cü olabilir, şu anda bir kısmı kaçmış olabilir veya cezaevinde olabilir ama en azında olayın tespit edilmesi açısından da bunların masaya yatırılması veya hukuki bir sürecin başlatılması gerekiyor."

"AMAÇ BÖLGEYİ İSLAMSIZLAŞTIRMAKTI"

Amacın dindar halkı bölgede çıkarmak olduğunu dile getiren Tanrıkulu, il ve ilçelerde parti binalarının hedef alınarak tahrip edildiği, inancından dolayı insanların saldırıya uğradığını belirtti. Tanrıkulu, "25 tane il ve ilçe binamıza saldırı yapıldı ve bazıları tahrip edildi. Mademki Kobani bahanesiyle siz hükümeti sözde protesto etmek için sokağa iniyorsunuz peki burada HÜDA PAR’ın ve dindar insanların dahli nedir? Sivil toplum kuruluşları, camiler, medreseler hedef alındı, tahrip edildi. Demek ki amaç şu, ben bir şey yaparken, bu arada dindar insanları da bu bölgeden çıkartayım. Çünkü Rojava'da bunu yaptılar. 2013 yılında Esad rejimi ile anlaştıktan sonra kendilerine muhalif olan muhafazakâr, laik ve bir kısım ulusalcı Kürdler de dahil olmak üzere, dindar Kürdleri bölgeden çıkardılar. 2014 olaylarında da bunu bahane ederek biz tekrar bir gözdağı vererek, katliamlar yaparak bölgeden bu insanları çıkartırız. Bölgeyi tamamen İslamsızlaştıralım gibi bir hedefleri vardı. Ama daha önce de söylediğimiz gibi bir tek ferdimiz kalıncaya dek ve biz var olduğumuz müddetçe bu bölgeyi asla ikinci Endülüs haline getirmenize izin vermeyeceğiz diye onlara söyledik. Denenmişi tekrar denemeye gerek yoktur. Eğer siz gerçekten mazlum ve Mustazaf Kürd halkının insani ve insan hakları için mücadele ettiğinizi iddia ediyorsanız, samimiyetinizi ortaya koymanız lazım. Oysaki çözüm sürecinde, sözde Kürd halkının temel hakları için bir çözüm süreci başlatıldı. O süreçteki konuşmalarda, görüşmelerde kesinlikle Kürd halkının hiçbir talebi gündeme getirilmedi ve masaya yatırılmadı." diye konuştu.

"ŞİMDİ BÖLGE HALKI BU OLAYLARDA HDP’Yİ MAHKÛM ETMEKTEDİR"

"Şimdi bölge halkı bu olaylarda HDP’yi mahkûm etmektedir." diyen Tanrıkulu, " Bizim görüştüğümüz yakın çevremizde olan insanlar veya onlara yakın olan insanlar, gerçekten büyük bir yanlışlığın yapıldığı, çözüm sürecinin de aslında 'Seni başkan yaptırmayacağız.' ile başlayan o sürece giden dönemi değerlendirdiklerinde, büyük bir yanlışın, stratejik bir hatanın yapıldığını kabul ediyorlar. Bunu çok ciddi bir şekilde de eleştiriyorlar. Evet, bu eleştiri belki şu ana kadar sandığa sayısal olarak yansımadı ama sahada bunu halk gösterdi. Çukur ve barikat olaylarından sonra belediye başkanları, milletvekilleri ve genel başkanları gözaltına alındı, fakat halk bunlara tepki göstermedi. Tepki göstermemesi bu yapılan yanlışları protesto etme anlamındaydı. Bundan da ders çıkarmaları gerekiyor. Bizim varlık sebebimiz şu, biz İslam’ı referans alan bir siyasi partiyiz. Halkımızın örfi, geleneği ve inancı ile uyumlu bir şekilde siyaset yapan bir partiyiz. Fakat bizim ile halkımızın arasına çok farklı algılar, karalamalar ve yalanlamalar gibi operasyonlar ile bizim ile halkımızın arasına bazı şeyler sokulmaya çalışılıyor. Biz hiçbir zaman çatışma taraftarı olmadık. Biz her zaman barışı önceleyen bir siyasi partiyiz. Bizim için barış önemlidir. Siyasetin yapılabilmesi için çatışmanın olmaması ve barış ortamının olması gerekir. Biz kendi fikirlerimize, kendi düşüncelerimize güvenebiliyoruz." ifadelerini kullandı.

“YASİN BÖRÜ'NÜN VİDEOSU ÇIKTIKTAN SONRA…”

"Bize göre HDPKK seviciliği yapan medyanın etkinliğinin kırılma noktası 6-8 Ekim olaylarıdır. Şehit Yasin Börü'nün videosu ortaya çıktıktan sonra bunlar çok ciddi yalanlarını iftiralarını rahat bir şekilde yapamamaya başladılar." diyen Tanrıkulu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Çünkü gidip katlediyorlar, bomba patlatıyorlar, öldürüyorlar ve medyayı kullanarak tam tersi algı oluşturabiliyordular. Ama Yasin Börü'nün videosu çıktıktan sonra bu algıları diyebilirim ki yüzde elli kırıldı. O dönem Diyarbakır İl Başkanıydım. Kitlesel olarak 6-7 defa il başkanlığımıza saldırı girişiminde bulunuldu. Üyelerimiz, halkımızın bir kısmı da partimizi korumaya gelmişti. Saldırıya gelenlerin bir kısmı halk tarafından yakalandı ve biz onların elinden aldık. Daha sonra da videolu, kamera kayıtlarını alarak, isimlerini alarak, güvenlik güçlerine teslim ettik. Ondan sonra bizim hakkımızda 'insanları alıkoymuşuz' gibi bazı yalanlar üzerine adımıza dava açıldı. Adımıza dava açan savcısı, hâkimi ve polisi hepsi FETÖ darbesinden sonra yakalandı. Düşünün saldırıya gelmiş, katliam yapmaya gelmiş kişiler hakkında dava açılması gerekirken, biz bunları muhafaza etmişiz ve güvenlik güçlerine teslim etmişiz ama daha sonra bizim hakkımızda dava açılıyor. Böyle büyük bir çelişkiyi görmemiz gerekir. O dönem için söylüyorum medyanın belki yarısından fazlası çok ciddi bir şekilde şiddet olaylarını, çatışmayı yapanları ve azmettirenleri desteklediklerini de gördük. O dönemde ben bir televizyona telefon ile bağlandım. Ben onlara diyorum bize saldırı vardır. O da bana diyor ki 'siz niye çatışıyorsunuz. HÜDA PAR, PKK ile niye çatışıyor.' HÜDA PAR siyasi bir parti, PKK ise silahlı bir örgüt. Nasıl algı oluşturulmaya çalışılıyor."

"KADER BİRLİĞİ YAPMIŞ TÜRKLER VE KÜRDLER CUMHURİYETLE BİRLİKTE TARİHSEL BAĞLARINDAN KOPARILDI"

Malazgirt Zaferi ile birlikte bir kader birliği yapmış olan Tükler ve Kürdlerin, Cumhuriyetle birlikte tarihsel bağları koparıldığını belirten Tanrıkulu, kader birliği yapmış olan iki halkın içerisinde birbirine zıt ve düşman bazı gruplar çıkarıldığını vurguladı. Tanrıkulu, "1071 Malazgirt Zaferi ile birlikte bir kader birliği yapmış olan iki halk vardır. Bunlar Kürtler ve Türklerdir. Cumhuriyet ile birlikte bu iki halkın tarihsel bağları koparıldığı için Osmanlı bakiyesi üzerine kurulan cumhuriyetin zaman içerisinde ve devletin de imkânları kullanılarak İslam'dan, İslam'ın şiarlarından, tarihimizden ve medeniyet değerlerimizden hem Türkler hem de Kürtler olarak uzaklaştırıldık. Dolayısıyla kader birliği yapmış olan iki halkın içerisinde birbirine zıt ve düşman bazı gruplarda çıkarıldı. Şu anda da tamamen Kürt milliyetçiliğini yapan veya Türk milliyetçiliğini yapan gruplar da vardır. Ama halk olarak bizim birbirimize bakışımız, hâlâ kardeşçe duygular içerisindedir ve bunun görünmesi de gerekir. Cumhuriyet kadrolarının tamamen inkâr ettiği, asimileye uğrattığı, reddettiği, bunu da anayasal olarak gösterdiği ve inkâr ettiği bir halkın varlığından biz şu an bahsediyoruz." ifadesini kullandı.

“BU YENİ DÖNEMDE, ÖNÜMÜZDE ÇOK CİDDİ BİR SEÇİM OLACAK”

Muhalefetin, 6-8 Ekim olaylarını görmezden gelerek, üstünü örterek veya başka bir yöne çevirerek siyaset devşirmeye çalıştığının görülmesi gerektiğini vurgulayan Tanrıkulu, "Erdoğan, iktidardan düşürülsün de ne olursa olsun. Muhalefet bundan vazgeçmelidir. Türkiye'nin 84 milyonun hak ve hukukunu, geleceğini göz önünde bulundurmalıdırlar. Çünkü dünyada hiç kimse kalıcı, baki değil. Ama birisine karışı olan karşıtlığımız üzerinden kalkıp bir halkı istismar etmeye çalışırsanız, hukuksuzlukların üstünü örtmeye çalışırsanız, bu doğru değil. Bu yeni dönemde, önümüzde çok ciddi bir seçim olacak. Bu seçimi de göz önünde bulundurarak, hükümetin daha önce dile getirmiş olduğu hususları, özellikle halkımızın kalbine, fıtratına hitap edecek sözlerde bulunması gerekiyor."

Bu haberler de ilginizi çekebilir