`Şeyh Said ve Bir Dönemin Siyasi Anatomisi`
FEDA-DERin Cumartesi seminerlerinin bu haftaki konuğu sosyolog yazar Bahadır KURBANOĞLU idi.
Karadeniz Ereğli’de faaliyet gösteren FEDA-DER’in (Fikir ve Eğitim İçin Dayanışma ve Adalet Derneği) Cumartesi seminerlerinin bu haftaki konuğu sosyolog yazar Bahadır KURBANOĞLU idi. “Şeyh Said Bir Dönemin Siyasi Anatomisi” konulu bir sunum gerçekleştiren konuşmacı, Şeyh Said’i tanıtarak, bölge açısından önemini ortaya koyarak sözüne başladı.
Şeyh Said’in dedelerinin 4. Murat döneminde yaşadığını, bölge insanı üzerinde etkili olduklarını, halkın ihtilafa düştüğü konularda çözüm üretebildiklerini ve adeta bölgenin devleti pozisyonunda olduklarını ifade eden Bahadır KURBANOĞLU, 4. Murat’ın, Bağdat seferi için Şeyh Said’in dedelerinden olan Seyyid Haşim’den fetva istediğini, fakat Seyyid Haşim’in Müslüman kanı akıtılacağından fetva vermediğini ama yine de sefere çıkan 4. Murat’ın, sefer dönüşü bölgedeki tüm şeyhleri kıyımdan geçirdiğini, medreseleri yıktığını anlattı.
Neden böyle bir arka plandan bahsederek konuya girdiğini ifade eden konuşmacı, özellikle kürt ulusalcıların, dindarların her zaman işbirlikçi oldukları yönündeki kanaatlerinin gerçeği yansıtmadığını belirterek şöyle devam etti:
“Şeyh Said’de bu dedesinden kalma direniş geleneğini devam ettirmiştir. Gayr-i Müslimlerin dahi korunması için mücadele vermiştir. Örneğin Ermeni mezalimine karşı çıkacağını anlayan İttihat ve Terakki, Şeyh Said’i sürmek ister. Ancak o, durumu anlar ve ‘Bölgede kimin canına, malına, namusuna dokunulursa karşısında bizi bulur’ diyerek tavrını ortaya koyar.
13 Şubat 1925’de kıyam başlar. Peki, Şeyh Said neden kıyam etmiştir?
Bize anlatılanların birincil kaynakları Kemalist kaynaklardır. Yobazların, gericilerin ihaneti olarak ifade edilir. Bu yalan anlatıya göre; Şeyh Said, iki yıl önce Azadi teşkilatıyla isyanı başlatmıştır. Kıyamın çok öncesinde hazırlıklar yapıldığı ve planlandığı anlatılır. Bu iddiaya sahip çıkan İslamcılar, buradan bir kahramanlık destanı çıkarma peşindeler. Kürt ulusalcılar da Azadi hareketinden dolayı sahiplenirler. Yani hem İslamcılar hem Kemalistler hem kürt ulusalcılar aynı anlatıyı sahiplenmişler ama tüm taraflar bunu kendi amacına hizmet edecek şekilde kullanmışlardır.
Oysa olaylar kendi gerçekliği içinde okunmalıdır. Ortada bir kurt- kuzu hikâyesi vardır. Bu gerçek, bir direniş olmadığı anlamına gelmez. Hükümetin ne yapmak istediğinin anlaşılmasından sonra isyan gerçekleşir. Hükümet, gerçekleştirmek istediği politikalar için provokasyona ihtiyaç duyar. Bölgenin çok değer verdiği bir şahsiyet olan Cibran’lı Halit’in yakalanması nabız ölçen bir provokasyondu. Daha sonra bu şahıs, çok kapalı bir şekilde çalışan Bitlis mahkemelerinde idam edilmiştir.
Piran’da Şeyh Said’in de katıldığı bir düğüne sığınan beş mahkûm-ki bunlar da aslında hükümet tarafından gönderilmiş, yüz kızartıcı suçlardan mahkûm olmuş kişilerdir- askerler tarafından alınmak istenir ama Şeyh Said vermez. Şeyh Said’in kardeşi çatışır ve bu haberler yayılınca halk bulunduğu yerleri işgal etmeye başlar. Şeyh Said hükümetin politikalarından rahatsızdır ama isyan etmeyi amaçlamaz. Ne yapılmak istendiğini anlayınca işin başına geçer.
Tüm bu oyunlara neden ihtiyaç vardı? Bu senaryolar neden üretildi?
Çünkü diktatoryal bir süreç başlatılmak isteniyordu. İsyanın ne kadar büyük ve planlı olduğu algısı üzerinden bir kampanya başlatılmış ve yapılanların tümü meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. İsyan ne kadar büyük ve planlı olarak sunulursa, tehlike o kadar büyütülecek ve yapılan tüm zulümlerin üzeri örtülecektir. Hükümetin hedefi aslında bir isyanı bastırmak değil. O isyan üzerinden gerçek hedefini gerçekleştirmektir.
Şeyh Said bahanesiyle, istiklal mahkemeleri harekete geçmiş, Takrir-i Sükûn yasası çıkarılmıştır. Böylece tüm basın susturulmuş ve Hıyanet-i Vataniye kanununun 1. maddesi değiştirilmiştir. Çünkü 1920’den beri var olan bu kanun, insanları yargılamak için yetersiz kalıyordu. Aslında olanlar bir darbe idi. “Dinin siyasete alet edilmesi” ifadesinin burada literatüre girdiğini görüyoruz. Eylül 1927’de 3. meclis, süt liman olmuş bir ortamda açılmıştır. Hiçbir muhalefet kalmamıştır. Tüm gazetecilerin basın hayatı bitirilmiştir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın tüm yöneticileri istisnasız cezalandırılmıştır. Cumhuriyet döneminde yazılan beş hatırattan üçünün istiklal mahkemelerinde görevli kişilere, ikisinin gazetecilere ait olması manidardır. Affedilmek, Mustafa Kemal’in sofralarında onur kırıcı hareketlere muhatap olmaktan, aşağılanmaktan geçiyordu. Falih Rıfkı Atay’ın, istiklal mahkemelerinin kapanma nedenini ‘gazinin ihtiyacının kalmaması’ olarak ifade etmesi durumun vahametini gözler önüne sermektedir. Hukukla uzaktan yakından alakası olmayan asker milletvekilleri, adeta tiyatro sahneleri kuruyor ve mazlum insanları katlediyordu. Avukatın olmadığı, temyizin olmadığı, delile ihtiyacın olmadığı ve üstelik hiçbir kuruma karşı sorumluluğu olmayan zulüm mahkemeleri, ülkenin dört bir tarafında terör estiriyordu. Zaten Kemalistlerinde büyük bölümü bu mahkemelere hukuk mahkemeleri olarak bakmaz. Onlara göre olağanüstü dönem mahkemeleri oldukları için hukuka uygun olmaları gerekmez. Hatta bu beklenti içinde olanlar sert bir dille eleştirilir ve hukuk beklentisi, süreci yavaşlatan bir zaaf olarak görülür.
Yani Şeyh Said, ülkedeki tüm muhalefetin bitirilmesi ve diktatörlüğün ikame edilmesi için kullanılan bir bahane olmuştur. Şeyh Said’e hep planlı hareket ettiği ve uzun bir süre hazırlılar yaptığı kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Ama o durumun vahametini görmesine rağmen hitabeten ve kitabeten mücadele etmeyi tercih ettiğini belirtmiştir. Fakat olaylar başladıktan sonra kaçmamış, halkını yalnız bırakmamıştır. Çevreden yardım istemiştir. Her ne kadar aleviler, Seyyid Rıza’nın tarafsız kaldığını iddia etseler de Seyyid Rıza yardım etmek istemiş ama yapamamıştır. Zulmün durması için Ankara’ya telgraflar çekmiştir.
Bu onurlu direnişte sadece isyancılar cezalandırılmamıştır. Tüm bölge halkı cezalandırılmıştır. Şark Islahat Planı çerçevesinde 500 bin kişi göçe zorlanmıştır. 8-10 kişiden fazla kişinin aynı mahallede oturmasına bile izin verilmemiştir. Kıyama katılan kişi sayısı en fazla 5 bin civarında iken katledilen insan sayısı 80 bin olmuştur. Dersim katliamından daha çok insan bu dönemde katledilmiştir.
Şey Said’in bu kıyamında Kürtçülükle ilgili hiçbir işaret yoktur. Onun davası tamamıyla İslam’dır. Bunu idama giderken söylediği “Eğer Allah ve din için kavga vermişsem basit dallarda asılmaktan perva etmem” sözünden de çok net anlayabiliyoruz. Onun mücadelesinden milliyetçilik, ulusçuluk davası çıkarmak öncelikle ona ve düşüncelerine saygısızlık olacaktır.
Özetle şunu ifade edebiliriz ki bu olay bahane edilerek bir diktatörlük kurulmuş ve Eylül 1927’de 3. meclis muhalefetsiz bir şekilde açılmıştır. Yeni rejimin tüm sacayakları, bu hadiselerin bastırılmasının ardından oluşan elverişli ortamda hayata geçirilebilmiştir. Anadolu’da Şeyh Said gibi, İskilipli Atıf hoca gibi birçok âlim darağaçlarında sallandırılarak halka büyük bir ders verilmiş ve İslam’a karşı ‘Siyasal Türklük’ dini icat edilerek zihinler dumura uğratılmıştır. Bu ülkede ‘Siyasal Türklük’ dini ne Kürtlere karşı ne Çerkezlere, Lazlara karşı kurulmuştur. Tamamen İslami anlayışa, muhalefete karşı icat edilmiş seküler bir sapma ve hastalıktır.”