• DOLAR 34.565
  • EURO 36.259
  • ALTIN 2963.5
  • ...
Bunlar da FONDAŞ STK'lar!
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

ABD merkezli Chrest Foundation, Türkiye'de bazı medya organları, dernek ve kuruluşlara para yardımında bulunduğunu açıkladı.

Yüz binlerce dolarlık hibe alan söz konusu medya, dernek ve kuruluşların ABD'li vakıf tarafından fonlanması, bu vakıflardan bir kısmının ise halkın inanç ve değerlerine düşmanlık etmesi, tepkileri de beraberinde getirdi.

Chrest Foundation Vakfı ABD'nin Texas eyaletinde kuruldu

2001 yılından bu yana Türkiye'deki bazı kuruluş ve derneklere milyonlarca dolarlık "hibe" desteği veren söz konusu vakıf, 1991 yılında ABD'nin Texas eyaletinde kuruldu.

Chrest Vakfı Kurucusu ve Başkanı Lou Anne King Jensen, vakfın mali desteklerini Türkiye'ye yönlendirme kararını "Desteklerimizi tek bir ülkeye yönlendirerek o ülkede yaşayanlarla daha yakın ilişkiler kuracağımıza ve toplum tarafından belirlenen sosyal hedeflere ulaşılmasına daha fazla katkı sağlayacağımıza inanıyoruz." sözleriyle açıklamıştı.

Yapılan açıklamaya göre Chrest Vakfı Yönetim Kurulu, hibe verilecek kuruluşları Türkiyeli danışmanlarının desteği ile belirliyor. Hibe alan kuruluşların çalışmaları ve projelerin etkisi ise faaliyet raporları ve finansal raporlarla takip ediliyor.

ABD'nin fonladığı sözde vakıf ve dernekler arasında "cinsi sapkınlığı" savunanlar da var

Listede fon sağlanan kurumlar arasında Medyascope, Mezopotamya Vakfı, Anadolu Kültür Derneği, Hrant Dink Vakfı, Filmmor Kadın Kooperatifi, 140Journos, , İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Serbestiyet, Hafıza Merkezi, Sivil Sayfalar, Sabancı Üniversitesi, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24, Mekânda Adalet Derneği, Ekonomi ve Dış Politikalar Merkezi (EDAM) ile TESEV, Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı (TAPV), Yurttaşlık Derneği ve Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA) bulunuyor.

Bunlar arasında özellikle Gazetecilik ve medyada toplumsal cinsiyet eşitliğini arttırmak amacıyla kurulan 140journos; Kadınların özgür ve eşit koşullarda yaşadığı, toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılıkla mücadele ettiğini savunan Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı; Toplumsal cinsiyet, çatışma ve hafıza konulu kent yürüyüşlerine destek veren Sabancı Üniversitesi (SU Gender) ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Araştırma Programları yapan Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA) dikkat çekiyor.

Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA)

DİSA'nın web sitesindeki bilgiye göre Enstitü, 8 Mart 2010 tarihinde Diyarbakır'da kurulmuş.

Kurucu üyeleri arasında, Galip Ensarioğlu, Meral Danış Beştaş, Mithat Sancar, Nurcan Baysal, Osman Kavala, Sertaç Bucak, Sezgin Tanrıkulu, Şahismail Bedirhanoğlu, Vahap Coşkun ve Mehmet Emin Aktar gibi isimler bulunuyor.

Enstitü çalışmalarını 4 araştırma programı ekseninde yürütüyor. Sözde farklılıkların barış içinde bir arada var olmalarını mümkün kılan eşitlikçi toplumsal duyarlılığının artması ve diyalogun gelişmesi amacıyla araştırmalar yayımlayarak ilgililerin dikkatine sunuyor; konferans, sempozyum, panel, çalıştay, atölye ve raporlar aracılığıyla bilgi paylaşımına katkı sağlıyor.

DİSA ve "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" Araştırma Programı

Enstitü'nün önemli faaliyet alanlarından biri de halkın inanç ve değerleriyle ters düşen "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Araştırma Programı."

Enstitü, "toplumsal cinsiyet eşitliğini savunmak üzere bu konuda farkındalık geliştirmek, sözde ayrımcılık temelli eşitsizliğin dinamiklerini anlamak, eşitliğin sağlanmasında bireysel ve toplumsal uygulanabilir çözümleri tartışmak için bilgi üretmeyi hedef aldığını" belirtiyor.

Yine, "Farklı sosyo-ekonomik arka plandan kadınların toplumsal cinsiyet meselesine yaklaşımı, ayrımcılıkla mücadele yöntemleri ve kamusal varoluş biçimleri, cinsiyetlilik-kadın(sı)lık-erkek(si)lik tartışmaları, kadın/feminist hareketlerin ittifak ve dayanışma politikaları ile LGBTİ+ kapsayıcılığı", Enstitü'nün araştırma alanları arasında yer alıyor.

Halkın inancına savaş açmanın diğer adı: "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği"

"Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" Batı dünyasındaki orijinal adıyla "social gender" yürürlükten kaldırılan İstanbul Sözleşmesi'yle birlikte Türkiye halkının gündemine girdi.

Feministlere ait bu deyim, feminizmin temel kavramlarından biri olarak tedavüle sokuldu. Cinsi sapkınların, kendi sapıklıklarına yol açmak için uydurdukları "homofobi" kavramı gibi, feministler de "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" kavramını kullanmaya başladı.

Öyle ki, neredeyse kadınların karşılaşmış oldukları bütün sorunlar bu kavram ile ilişkilendirildi ve bu kavram üzerinden çözülmeye çalışıldı. Bazı feminist grupların ısrarlı ajitasyon kampanyaları ile birlikte, toplumsal cinsiyet kavramı hayatın neredeyse bütün alanlarında görünür hale getirildi. Eğitimden hukuka, siyasetten kültür ve sanat faaliyetlerine kadar geniş bir alanda, kadınların karşılaşmış oldukları bütün problemlerin temel nedeni olarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmayışı gösterildi.

Feministlerin asıl derdi, "İlâhî takdire" karşı çıkmaktı

Feministlerin asıl derdi, "İlâhî takdire" karşı çıkmaktı. Onlar bu takdirin sonucu olan farklılıkları bütünüyle ortadan kaldırmak ve insanların tümü için kendi heveslerine göre roller biçmek istiyorlardı.

Onlar kadının doğurmakla, erkeğin hayat mücadelesiyle yükümlü olmasına, aile hayatında eşlerin birbirini tekmil etmesine, kadının annelik yaparken erkeğin evi geçindirmesine karşı çıktılar, fıtratla ve fıtrat diniyle savaşa başladılar.

Bunun için, cinsiyet kavramının yaratılışla ilgisini bütünüyle keserek konuyu kamusal alana taşımak istediler. İşin biyolojik yönünü "cinsel tercih" adı altında bütünüyle kişilerin kendi arzularına tâbi kılmak, sonra da bütün bunları bir "özgürlük" meselesi olarak piyasaya sürüp insanların sınır tanımayan egolarına havale etmek için çalışmalara başladılar.

Dışarıdan fonlanan vakıf ve enstitülerle toplumsal dizayn projesine giriştiler

Din, ahlak, aile, baba, namus, şeref, gelenek, örf gibi tüm "değer" tanımlarını yok ettiler. "Haz" ilkesini tek değer kabul eden; bütün erkekleri potansiyel "suçlu", bütün kadınları "sağlıklı ve dengeli" tanımlayan; babanın anneye sert bakışını "şiddet" görüp, annenin babayı dilediği an, hiç bir delil göstermeden aylarca evden atabilmesini normal sayan; 18 yaş altı insanlara evlenmenin yasaklandığı ancak gayrı meşru ilişkinin (zinanın) serbest bırakıldığı; evlenip boşanan erkeklerin ömür boyu nafaka ile cezalandırıldığı, evlenmeden onlarca sevgili(!) ile yaşamanın hoş görüldüğü; cinsi sapkınlıkların "normal" kabul edilip korumaya alındığı toplumsal dizayn projesine giriştiler.

Söz konusu çalışmalar kapsamında kurulan enstitü ve kuruluşlar ile de hedeflerine ulaşmaya çalıştılar. Bu adımları atarken ABD'li Chrest Foundation Vakfı gibi onlarca belki yüzlerce yârden "fon" adı altında ifsat çalışmalarına yönelik yardım aldılar.

ABD hayır kurumu değildir

Hâlbuki ABD bir hayır kurumu değildi. Verdiği para da "yardım akçesi" değildi. Bu fonların amacının Müslüman halkın inanç ve değerlerine karşı, ABD'nin yıkıcı ifsat projeleri ve çıkarları doğrultusunda verildiği herkes tarafından biliniyor.

Söz konusu, medya, vakıf ve kuruluşların, dünyanın en büyük İslam düşmanıyla girdikleri bu akçeli ilişkiyi "insan hakları", "basın özgürlüğü" veya sözde türlü "demokratik" kılıflar ve süslerle örtmeye kalkışmaları da gözlerden kaçmıyor.

ABD'nin dünyayı kendi istediği doğrultuda yönlendirmek için kullandığı en büyük silahının "para" olduğu biliniyor. Halktan olduklarını öne süren birilerinin de aldıkları görev gereği, halkın inanç ve değerlerini zayıflatma, tarihi ve manevi bağları etkisizleştirme, emperyalizme karşı mücadelede duyarsızlaştırma çabaları içerisinde olmaları "en büyük ihanet" olarak değerlendiriliyor.

(İLKHA)



Bu haberler de ilginizi çekebilir