• DOLAR 32.395
  • EURO 34.628
  • ALTIN 2381.786
  • ...
Özrün Şifreleri…
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Mehmet Özcan / Analiz/ DOĞRUHABER

İslam dünyasında gelinen nokta itibariyle adeta bir dönüm noktası yaşanıyor. İslam ile küfür savaşında iyi-kötü tüm taraflar hünerlerini ortaya koyuyor. Verilen güçler mücadelesinde kimi zaman verilen kayıplar nedeniyle İslam dünyasına acılar yaşatılsa da tam tersine bu, bazen onurlu dik duruşun verdiği kazanımlarla sevince dönüşebiliyor.

Geçtiğimiz hafta siyonist israil rejimi Başbakanı Benyamin Netanyahu, Başbakan Erdoğan’ı arayarak üç yıldır Mavi Marmara için beklenen özrü diledi.


Özür, ABD Başkanı Barack Obama’nın 20 Mart’ta işgal topraklarına yaptığı iki günlük ziyaretin son gününde geldi.
Aslında çok önceden özür dilemeyi düşünüyordu israil, ancak nefret ettiren kibri buna müsaade etmiyordu. Çözüm olarak Obama’nın araya girmesiyle ikna oldukları imasını dünyaya vererek olmayan onurlarının kırılmasını önlemeye çalıştılar. Ama şartlar özür dilemelerini gerektiriyordu.


Nitekim siyonist cumhurbaşkanı Şimon Peres verdiği bir röportajda "Türklerle dostluğa devam etmek için bin tane neden sayarım, geleceğe bakmalıyız" sözü israil’in Türkiye gibi bölgesel güç olma yolundaki bir ülkeyi kaybetmeyi göze alamadığının açık bir göstergesidir.

İsrail rejimi özür dilese de israil’de özür ve ambargonun kalkmasına şiddetle karşı duran epeyce bir ses var. Bunlardan biri israil eski Dışişleri Bakanı Liberman… Liberman yaptığı açıklamada “Bu tür özür dilemeler israil askerlerinin motivasyonunu kırıyor, aşırıcıların pozisyonunu güçlendiriyor ve teröre karşı yürütülen tavizsiz mücadeleye zarar veriyor” diyerek özür dilemenin büyük bir hata olduğunu söyledi.


Özre karşı olan bir başka siyonist de israil Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Yaakov Amidror, ülkesinin ambargonun her halükarda kalkacağı yönünde bir söz vermediğini, ihtiyaç duyulması halinde ambargonun daha da sıkılaşabileceğini söyledi.

Bu özürle israil, tarihinde ilk kez boyun eğmiş oldu. Siyonist yahudi rejimini rezil ve zelil eden Allah’a hamdolsun.
Buna sebep olan Mavi Marmara şehitlerini tekrar tekrar rahmetle yâd etmeliyiz. Çünkü onlar büyük bir intifada başlattılar. Bu intifada Arap Baharı’nı başlatan halklara ilham kaynağı olduğu gibi o mübarek şehitlerin kanı Gazze için de semeresini verdi ve vermeye devam ediyor.

Ve Sayın Başbakan Erdoğan’ı da bu kararlı ve dik duruşu nedeniyle de tebrik etmek lazım. Ancak Sayın Başbakanın şart koştuğu özür, tazminat ve ambargonun kalkmasının fiili anlamda yerine getirilmesi gerekir ki (Başbakan da sürecin takipçisi olacaklarını belirtti) siyonist işgalci, yediği haltın hesabını vermiş olsun.


Ancak bu şartların yerine getirilmesi ilişkilerin düzeleceği anlamına da gelmemeli. Çünkü israil’in saldırısı normal şartlarda savaş sebebiyken Türkiye bunu üç şarta bağlamıştı. Ve bu şartlar israil’in bozduğunu onarması için verilen bir imkandı, daha ötesi olmamalı!

Şu gerçek herkesçe biliniyor ki israil’in özür dilemesinin amacı ilişkileri düzelterek karşılıklı yönde iyi işlerin ortaya çıkmasını istemesi değil elbette. Siyonist rejimin Filistin’i işgali, yaptığı katliam, soykırım, sürgünler ortadayken ve hele Mescid-i Aksa kan ağlıyorken Türkiye’nin ilişkileri tekrardan başlatması hiçbir gerekçeyle kabul edilemez.

Unutmamak gerekir ki siyonist işgalcinin geçmişten günümüze hiçbir zaman sözünde durduğu görülmemiştir ve bundan sonra da bunu beklemek büyük bir hata olur. Bunu, bizzat tecrübe eden Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Katar`a giderken uçakta yaptığı açıklamada israil`in Mavi Marmara gemisine müdahale etmeyeceği konusunda o günlerde söz verdiği halde müdahalede bulunduğunu açıklaması, siyonist israil’e kesinlikle güvenilemeyeceğini ifade etmesi açısından önemli bir örneği teşkil ediyor.


Peki, israil’i üç yıl aradan sonra özür dilemeye zorlayan sebepler neler olabilir diye bir düşünelim?

Birincisi ve en önemlisi: Özrün tam da Türkiye’nin 30 yıllık süren çatışmanın bitirilmesi için başlatılan barış sürecine girmesi ki, barış olur da Pkk çekilirse israil’in yıllardır adeta maşa gibi kullandığı Pkk’nın işlevsiz hale gelmesi, israil’i özre zorlayan en büyük sebepler arasında gösterilebilir.

İkincisi: Bölgenin değişen ve değişecek olan şartları. Başlayan ‘Arap Baharı’ Suriye’de kışı yaşatsa da Mısır’ın ‘İslam Baharı’na doğru giden süreçte verdiği bu zorlu mücadelede israil ve batılı işgal zihniyetli ülkelerin etki ve müdahale güçlerini kırdığı/kıracağı gözleniyor. İhvan Hareketi’nin hakim konumda olduğu tam bağımsız bir Mısır’ın israil’e ne zorluklar yaşatacağını tahmin etmek zor değil.

Üçüncüsü: Suriye’nin şu an içinde bulunduğu karmaşa durumu her ne kadar gerek haçlı zihniyetli işgalci batı ve gerek israil’in hiç olmadığı kadar işine gelse de, Müslümanların iç ihtilaflarını bir kenara bırakarak zalim Esad rejimine karşı ya bir çözüme varmaları ya da devirmeleri sonrası durum, şer güçleri olduğundan fazla endişelendiriyor.

Dördüncüsü: Ambargo altında olsa da direnişten vazgeçmeyen mal ve candan geçebilen, dayanakları Allah olan Müslüman Gazze halkının işgale karşı verdiği izzetli, onurlu mücadele israil’i çıldırtmaya yetiyor.
Ve burada ortaya çıkan bir gerçek var ki o da israil ordusunun sözde bölgenin en güçlü ordusu olduğu yaygarasına rağmen dört bir yanı kapalı Gazze’de Hamas’ın direnişini kıramaması gerçeğini ortaya çıkarıyor. Hamas gibi, Hizbullah gibi uluslar arası arenada örgüt olarak görülen İslami hareketlerin dünyaya rezil ettiği sözde devlet israil karşısında duramayan İslam ülkelerinin kukla başkanlarına duyurulur.


Öte yandan başta Hamas ve El Fetih olmak üzere Filistinli tüm grupların iç çekişmeleri bir kenara bırakarak Filistin devletini kuracak aşamaya gelmek için devam eden çalışmaları siyonist işgalciyi çok ürkütüyor. Ancak israil, birleşmenin gerçekleşmemesi için Mahmud Abbas gibi Selam Feyyad gibi kuklaları dünyalıklarla oyalayarak elinde tutmaya/oynatmaya devam ediyor.

Beşincisi: Arap Baharı’nın ilk durağı Tunus’un dönüşümünü tamamlayarak halkına İslam baharı yaşatması, İhvan Hareketinin güçlü olduğu Ürdün’ün ansızın el değiştirmesi korkusu ve bir sonraki aşama Suudi, Katar ve birçok Arap ülkesinin strateji değiştirerek İslam Baharı ekseninde güç birliğine gidebileceği korkusu israil’i Türkiye’ye boyun eğdiren öngörüler arasında sayılabilir.

Altıncısı: israil’in kendini güvende hissetmesi, bölge ülkeleriyle rahatça iş yapabilmesi, anlaşmalara imza atması kısacası her türlü at koşturabilmesi için bölgede giderek nüfuz sahibi olan Türkiye ile ilişkilerinin iyi olması gerekir. İsrail’in ayrıca Türkiye ile yakınlaşmanın önemli bir ayağı da İran faktörü. İran’a ambargo uygulayan, tehdit eden Batı’nın ve sürekli saldırı hayaliyle yatıp kalkan israil’in Türkiye ile karşılıklı anlaşmalarının olmaması, ilişkilerinin kötü olması İran’a saldırı hayalini veya BOP(Büyük Ortadoğu Projesi) projesini sürekli ertelemesi demek oluyor. Tersinden bakacak olursak, israil’le ilişkilerin kötü olduğu Türkiye’nin İran’la daha da yakınlaşması ve Mısır’ın da buna katılarak bölge üzerinde önemli bir güce dönüşmesi, siyonist rejim açısından çok ciddi bir tehdit olarak algılanıyor.

Sebepler daha da uzatılabilir ancak sonuç itibarıyla kısa ve öz bir şekilde ifade etmek gerekirse, bölge halkalarının uyanması ve dikta rejimlerine başkaldırmaları; yapılan işgallerin de etkisiyle ekonomik krizle boğuşan Amerika ve Avrupa’nın bölge üzerinde etkisini yitiriyor olması gibi daha benzer birçok sebep siyonist israil rejimini bölgede giderek yalnızlaştırmakla birlikte ciddi bir endişeye sevk ediyor. Sonuçta bir kısmı Araplardan oluşan 6 milyon nüfuslu bir Yahudi topluluğunu çevreleyen 300 milyonluk bir Arap-Müslüman toplumu bulunuyor. Ve bu koca İslam topluluğu kukla idarecilerini bir bir sırtından indiriyor. Burada İslam dünyasına düşen görev vahdeti hedef edinen kararlı, adil ve cesur yöneticilerini öne sürerek inisiyatif vermesi olacak ki, isral’in da korkusu bundandır.

 


 

Bu haberler de ilginizi çekebilir