Müslümanların Vahdete Olan İhtiyacı
Tarihte, ellerinde güç ve imkân olan şahıslar, iktidarlar ya da devletler birçok zulüm, katliam ve soykırıma imza atmışlardır. Güçlüler güçsüzlere; zalim ve diktatörler mazlum ve ezilmişlere en acımasız zulümleri yaşatmışlardır.
Muhammet Şerif / Doğruhaber / Analiz
Kuşkusuz bu mezalimlerden en fazla etkilenenler Müslümanlar olmuşlardır. Ancak Müslümanlar, tarihin hiçbir döneminde yapılan zulüm ve haksızlıklar karşısında sessiz kalmamış; muhakkak zalim, zorba ve despotlara karşı hakkı haykırmışlardır. Zalimlerin zulümlerine sessiz kalmadıkları ve kendilerine taraf olmadıkları için de çok büyük acılar yaşamışlardır.
Müslümanlar çektikleri acı ve uğradıkları bu zulüm ve haksızlıklar karşısında bile, Allah Teâlâ’ya karşı sorumluluklarını yerine getirmeye devam etmişlerdir. Hiç kimseye el-pençe divan durmamış, sadece çektiklerini hami ve koruyucuları olan yüce Yaratıcılarına intikal ettirmişlerdir. Zira Rableri, çektikleri bu zorluklar karşısında sabretmeleri halinde, kendilerini en güzel ödül ile mükâfatlandıracağını yüce kitabımız Kur’an-ı Mubin’de ifade buyurmuştur.
Hizmet-i Kur’aniyeyi dava edindikleri sebebiyle iftiralara uğrayan, töhmet altında bırakılan, hicretlere zorlanan, en acımasız işkence, baskı ve haksızlıklara duçar kalan; bu engellere rağmen İslamî yaşayışlarından ödün vermeyen günümüz Müslümanları da tarihte yaşanılan zulüm, katliam ve soykırımlardan dolayı Mart ayının üçüncü haftasını “Dünya Mustazaflar Haftası” ilan ederek, bu haftayı dünya mazlumlarına ayırmışlardır.
Dünya Mustazaflar Haftasını idrak ettiğimiz bu günlerde, Avrupa’nın bazı şehirlerinde ülkemizin de birçok yerinde çeşitli etkinlikler düzenlenmeye başlandı. Özellikle 16 Mart 1988 yılındaki zalim, despot, kukla ve işbirlikçi Baas rejiminin mazlum ve mustazaf Kürt milletine karşı kimyasal silahlar ile saldırıp savunmasız halkı katlettiğinin konu edinildiği panel, tiyatro, sinevizyon, fotoğraf sergisi ve basın açıklamaları düzenleniyor. Böylece kukla, despot ve işbirlikçi zalimlerin yaptıkları zulümler bir kez daha hatırlatılıyor ve bu zalimler bir kez daha mazlumların beddualarına duçar oluyorlar.
Yaşanılan acı ve hüznün günümüz insanlarına anlatıldığı Halepçe konulu etkinliklerin amacı; zalimlerin katliamlarından ötürü Müslümanları ümitsizliğe sevk etmek değildir. Yakın tarihimizde olup bitenlerin ve de zalim ve zorbaların yaptıkları katliam ve soykırımların bilinmesi içindir.
Halepçe katliamı, “Barışta ve savaşta hiç kimse kimyasal silah üretemez ve kullanamaz” protokolünün hiçe sayıldığı bir katliamdır. Barışta ve savaşta kimyasal silah üretilmesini ve kullanılmasını istemeyen devletler, 1931 yılında anlaşmaya vardılar ve mutabık kaldıkları metne imza attılar. Bu imzaları atan devletlerden biri de, Irak devletiydi.
Irak devleti, kimyasal silahların kullanılması suçunun işlenmemesi için bu anlaşmaya imza attı. Ancak bu suçu kötü ve iğrenç bir şekilde, hem de kendi halkına karşı işledi zamanın Irak devleti yetkilileri… Maalesef bu protokole imza atan devletlerden herhangi bir tepki gelmediği gibi, bir yaptırım ve hatta bir kınama açıklaması bile yapılmadı.
Yani imzalanan bu protokol, bir formalite icabıydı. Kapalı kapılar arkasında, savunmasız ve güçsüzlerin aleyhine yapılan anlaşmalar daha fazla önem taşıyordu işbirlikçi uşaklar için… Onların dünyevi çıkarları her şeyden önemliydi, hatta inançlarından bile...
Halepçe’de yaşananlar bir insanlık dramı olarak tarih sayfalarında yer edindi. Mazlum ve mustazafların katliamlarla asimile edilmek istendiği; laik, sosyalist ve ırkçı bir rejimin kendi halkına reva gördüğü dehşet verici bir soykırım olarak da anılan Halepçe katliamı, ABD’nin Kürtlere özelliklede Müslümanlara karşı ne kadar kindar olduğunu bir kez daha belgeledi.
Dünya mustazaflar haftasını idrak ettiğimiz bugünlerde, 16 Mart 1988’deki Halepçe katliamından çıkarılması gereken birçok ders ve ibret vardır. Bunlardan en önemlisi ise, dünya Müslümanlarının vahdete yani birlik ve beraberliğe olan ihtiyacıdır. Eğer ki Müslümanlar bir ve beraber olsalardı, hiçbir emperyalist devlet Müslüman ülkelere karşı saldırı planları peşinde olamazdı. Ülkesinin idaresini elinde bulunduran hiç kimse de, bu şekil vahşi ve acımasızca bir saldırı gerçekleştiremez, mazlum ve savunmasız halka karşı dış mihrakların güç ve desteğini alarak kimyasal silahlar ile saldıramazdı.