• DOLAR 34.423
  • EURO 36.345
  • ALTIN 2836.855
  • ...
“BİZ YAŞAYAN BİR CAMİ HEDEFİYLE YOLA ÇIKTIK”
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Röportaj: Ziya Gündüz

Hocam, öncelikle sizi tanıyabilir miyiz.

1971 Üsküdar doğumluyum. Evliyim, üç çocuk, bir torun sahibiyim. İmamlığa 2007 yılı itibariyle başladım. İmamlıkta 13 seneyi çok şükür doldurduk. Hasan Paşa Camii’nden önce kısa süreliğine iki farklı camide görevde bulundum. 12 yıldır Kadıköy Hasan Paşa Camii’nde görev yapmaktayım.

Camileri nasıl ihya edebiliriz?

Bana göre temel sorun şu; ortalama bir cami 3,5 milyon liraya yaptırılıyor. Daha büyük camiler daha büyük finanslarla yapılıyor. Buralara bir imam, bir müezzin tayin ediliyor. Bu camilerin elektrik, su, işletme gibi yıllık giderleri ortalama 100 bin lirayı buluyor. Dolayısıyla buranın bir an için cami olduğunu unutalım. Özel sektör veya devlette bir kurum hizmet üretecek ve bu hizmet halka yansıtılacak. Siz bir yatırımcı olsanız, 5 milyon lira para yatırdığınız ve yılda 100 bin lirayla sübvanse ettiğiniz işin karşılığında neleri beklersiniz?

Elbette daha çok insana hizmet üretmesini bekleriz.

Böylesi bir kurumun en azından normal mesai saatleri içinde işletilmesini beklersiniz. Bu ister tatlıcı dükkânı olsun, ister hastane, ister eğitim kurumu olsun, ister mabet...

Uzun yıllar camilerimiz, vakit namazlarından hareketle, birkaç saat açık tutulan ve güvenlik vb. gerekçelerle kapalı tutulan mekanlar olmuştur. Ancak anaarter camilerimiz bir süredir vakit namazları arasında insanımızın kullanımına açık hale gelmiştir. Bu sevindirici bir gelişmedir. Zira hiçbir müessese günlük birkaç saat açık tutularak beklenen hizmeti üretmez.

Hocam, bunu biraz daha açar mısınız?

Cârî genelgeye rağmen 90 bin camimizden ne kadarının açık tutulma noktasında başarılı olduğu tespite muhtaçtır. Yeni dönemde ibadet mekanları olarak hizmet veren camiler ve müştemilatlarında farklı faaliyetlerle halkımızın hizmetine koşulmaktadır. Gençlik çalışmaları, etüt faaliyetleri, okul öncesi birimleri, aile irşad ve rehberlik danışma merkezleriyle yeni alanlara girilmiştir. Bu yeni faaliyet alanları da nicel ve nitel olarak geliştirilmeye muhtaçtır kanaatindeyim.

Sizce camilerin açık olması yeterli mi?

Ezan, uzun yıllar boyunca cami civarından geçen insanlarda hangi şeyi çağrıştırmıştı bir düşünelim. 100 kişinin kulağına değen ezan, vakit namazını cemaatle kılan bir kaç kişide camiye katılım refleksi doğurur. Lavabo ihtiyacı olan birkaç kişide cami wc lerine doğru bir hareketlilik oluşturur. Bunun dışında ‘Hangi ihtiyaca merhem olundu?’ sorusunun yakın tarihimize kadar çok tatmin edici karşılıkları yoktur. Lakin günümüzde aşevleri ve hayır faaliyetlerinde ivme kazanan, okul öncesi on binlerce çocuğumuza ve velisine eğitim katkısı veren KYK manevi danışmanları, cezaevi vaizleri, hastane manevi ekipleri ve D türü kursları ile halkımıza daha etkin dokunmaya gayret sarf eden bir Diyanet İşleri Başkanlığı var. ‘Güzelin rakibi daha güzeldir’den hareketle girilen tüm bu alanlarda daha etkin hizmetleri özlüyoruz.

Tarihte camilerin durumu nasıldı?

İslam tarihinde ezan, mabet sadece cemaatle namaza indirgenmiş bir şey değildir. Tarihte camilerimiz yeri gelmiş şifahane, yeri gelmiş rasathane, yeri gelmiş misafirhane, yeri gelmiş imarethane olarak kullanılmış. Yeri geldiğinde de camilerde zekât ve hayır çalışmaları yürütülmüş. Bu listeyi daha da uzatabiliriz.

Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda neler yapıyor?

Son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığımızda 4-6 yaş eğitimiyle ve gençlik kollarıyla ilgili önemli bir çaba var. Fotoğrafı büyütürsek bu çaba da geliştirilmeye muhtaç. Öğrenci yurtları, aş evleri, okuma salonları, çayevleri, çeşitli hayır faaliyetleri, hepsinde belli bir gelişme var. Bu gelişmeler 90 bin camisi, 150 bin personeli olan bir kurumun faaliyeti olarak önemli bir çabadır. Ama çap olarak yeterli mi diye soracak olursak bence gelişmeye muhtaç. Bardağın dolu tarafı şu: başlıklar çok güzel. Yeni alanlara girmek güzel. Hastanelerde manevi rehberlik, aile irşat bürolarında aile danışmanlığı gibi pek çok iş yapılıyor.

Dolayısıyla devasa bir kurum olan Diyanet Kurumu ister engelli faaliyeti yapsın, ister gençlik faaliyeti yapsın, bu çalışmalar kendi çapıyla orantılı bir büyüklük taşıyor mu? Bunun üzerinde tefekkür edilmesi gerekiyor. Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından açılan başlıklar gerçekten çok önemlidir.

Hasan Paşa Camiinin faaliyetlerinden söz eder misiniz?

Aslında biz Diyanet İşleri Başkanlığımızın bu açtığı yeni başlıkları önceden çalışmaya başlamıştık. 4-6 yaş eğitime çok önceden eğildik. Aş evleri, hayır faaliyetleri, madde bağımlılığı ile ilgili faaliyetler, öğrenci evi ve yurdu faaliyetlerinde öncü olmaya çalıştık.

Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)  bize dese ki; “Ben size bireysel hayatınızla ilgili bir stil bir tarz bıraktım. Ona uymak sünnet. Ben size kamu alanıyla ilgilide bir yol, tarz, stil bıraktım. Dolayısıyla benim cami ihyam, cami çalışmalarım böylemiydi? Bugünkü cami ve Kur’an Kursu çalışmalarını benden mi öğrendiniz? Ben size böyle bir cami mi miras bıraktım?”dese herhalde cevap vermek için epeyce zorlanırız. Çünkü Peygamber (s.a.s.)’in bize miras olarak bıraktığı cami çok fonksiyonluydu. Günümüzdeki cami faaliyetlerimiz kıyaslandığında gerçekten gelişmeye muhtaçtır.

Siz bu konuda nasıl bir yol izlediniz?

Biz şöyle bir şey yaptık. 2008 yılında dedik ki, camilerde unutulmuş şu faaliyetleri yapalım ve raporlayalım. Diyanet İşleri Başkanlığımızla, etrafımızdaki STK’larla, siyasi büyüklerle ve kamuoyu önderleriyle bu raporları paylaşalım. Bu çalışmalar faydalı görülürse Türkiye’deki diğer camilerde de icraata geçilsin. Türkiye Diyanet Vakfı öğrenci yurtlarının doğum hattı sunumları bu camiye nasip oldu. Bağımlılıkla mücadelede etkin bir rol alındı. Sokak çocuklarıyla ilgili belli bir gayret içerisinde bulunuldu. Gece ihya programları, teheccüd gibi halka coşku veren belli faaliyet programları denendi. Mevlid-i Nebi programında değişik formlar uygulanarak bölgenin sempatisi kazanıldı.

Bu çalışmalarınızı diğer bölgelerle paylaşma imkânınız oldu mu?

2011’den beri Diyanet İşleri Başkanlığımız “Örnek Camiler, Örnek İmamlar” projesiyle her yıl 30- 40 imamı Ankara’da ağırlıyor. 2 günlük çalıştayda kendi camilerindeki projeleri, faaliyetleri birbirlerine anlatıyorlar. Bu noktada cami başkanlığı birimi bunu kitaplaştırdı. Bugüne kadar bu faaliyetlere katılım iyi oldu.  Sonrasında Diyanet İşleri Başkanlığımız şöyle güzel bir şey yaptı. Bu arkadaşlardan yaklaşık 40 kişiyi üçer, dörder grup yaparak Türkiye’deki bütün illere ve ilçelere gönderdi. Kendi tecrübelerini o bölgelerde anlatmalarını istedi.

İstanbul’da görev yapmak ile Anadolu’da görev yapmak farklı. Bu konuda herhangi bir itirazla karşılaştınız mı?

Yaklaşık 50 il ve ilçelere giderek camimizdeki faaliyetlerden bahsettik. Orada şöyle bir usul benimsenmişti. Diyelim ki metropolde görev yapan bir arkadaş, köy camilerinde görev yapan başka bir arkadaş, üniversite camilerinde görevli olan bir arkadaş, birbirinden farklı iki üç arkadaş grup yapılıyordu. Dolayısıyla gidip sunum yapılan bölgelerde şöyle bir itirazın engellenmesine çalışılıyordu. İşte gelen arkadaşlar İstanbul’dan, Kadıköy’den, Beşiktaş’tan, Üsküdar’dan finansın, entelektüel seviyenin yüksek olduğu yerlerden gelmişsiniz, Kırşehir’in Kaman bölgesinde anlatıyorsunuz. Bizim burada bunların karşılığı yok ki, bunun neresini örnek alacağız. Böyle bir açık fark oluşmasın diye grubun içerisinde köy camisinde imamlık yapan arkadaş, köyde neler yapılabileceğini somut bir şekilde anlatıyor. Bir yerleşke camisinde, bir üniversite camisinde, nelerin yapılabileceğini bir başka arkadaş anlatıyor.

Bu çalışmaların bir faydası oldu mu?

Diyanet İşleri Başkanlığımızın bu çalışmaları Türkiye genelinde iyi bir rüzgâr oluşturdu. Büyük bir motivasyon oluşturdu. İnşallah devamı da bir şekilde gelir. Belki devamının başka bir usulle gelmesi lazım. Belki bundan sonra proje üreten arkadaşların farklı yerlere görevlendirmeleriyle sadece sunum değil o bölgede faaliyetleri birkaç ay içerisinde yapılandırmaları daha verimli olacaktır. Tabiri caizse, el verdikten sonra daha iyi olacak. Kurucu insan oyunu başlatmadan, iyi şeyler başlamıyor.

Gençler ile ilgili ne gibi çalışmalarınız var?

Kadıköy Hasan Paşa Camisi kendini tanımlarken açıkçası iddialı olduğu alanlar var, zayıf olduğu alanlar var. Biz İstanbul’u çalışırken “Üsküdar örnekliği” dedik. Yaklaşık 13 ilçe bu dili konuşuyor. “Kadıköy örnekliği” dedik. Yaklaşık 8 ilçe bu dili konuşuyor. “Ümraniye Örnekliği” dedik. İstanbul’da 39 ilçemiz var. Bu tarzlar üzerinde çalışırsak faydalı olacağına inanıyoruz.

Kadıköy’e baktığımızda çalıştığınız mekân öncelikle neyi yapmanız gerektiğini de size söylüyor. Marmara kampüsüne yakın olduğumuzdan dolayı üniversiteli öğrenciler için irşat çalışmaları yaptık. 18-25 yaş arası gençlerle ilgilendik. Camimizin etrafında bulunan Türkiye Diyanet Vakfı öğrenci evlerimizde Kadıköy Müftülüğü şemsiyesi altında 2018 yılında ulaştığımız öğrenci sayısı 318’di.3 yurt, 20 civarında ev kiralanarak bu iş yapıldı.  Bu anlamda gençlerle kültürel birçok çalışma yaptık.

Bayanlarla ilgili çalışmalarınızda kendisinden söz ettirdi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Bayan çalışmalarında etkin rol aldık. Aşamalı bayan çalışmaları dedik ama tırnak içerisinde klasik Kur’an Kursu tanımını yapmadık. Aşamalı seminerler dedik, işte derneklerde olduğu gibi birinci yıl akaidi, ilmihali, yeni bir dil ile anlattık. İşte ikinci yıl siyeri nebi, peygamberler tarihi, üçünü yıl aile içi iletişim gibi konuları işledik. STK’larda 90’lı yıllardan beri uygulanan programları organize etmeye çalıştık.

Yardıma muhtaçlara yönelik ne gibi çalışmalarınız var?

Hayır faaliyetlerini şu açıdan önemsiyorum. Halkımızın büyük bir kısmının beş vakit namaz ile camiye tutunamadıklarını biliyoruz. Namazla tutunanlarında cuma ve bayram namazı ile tutunduklarını düşünüyoruz. Biz insanlara ulaşabileceğimiz meşru bütün yolları kullanıyoruz. Biz burada şöyle bir yol izledik.  Bazen bir insanın hayırseverlik damarından hareketle irşat faaliyetlerinin içerisine çekiyorsunuz. Şahıs fakirlere yardım etmek istiyor. Eğer sizin caminizde bu başlık altında bir faaliyet varsa, bu başlık altında hayırsever insanımızla bir araya geliyorsunuz. O hayrı almaya gelen ihtiyaç sahibiyle tanışıyorsunuz. Camimiz her zaman için veren el ile alan el arasında bir köprü vazifesi görmeye devam edecektir.

Cami cemaatiniz ne durumda?

Bana kaç kişilik camide görev yapıyorsun diye soranlara ‘Hangi cemaatimi soruyorsunuz?’ diyorum. Yani namaz cemaatim farklı, çorba cemaatim farklı, bağımlı cemaatim farklı, hayırsever cemaatim farklı, üniversiteli gençlerden oluşan cemaatim farklı. Yani camimizde beş altı çeşit cemaat var. Kimisi için akşam namazı camiye gelmek bir tutamaktır. Kimisi içinde hayırseverliği cami için tutamaktır. Kimi namazla değil hizmetle camiye tutunuyor.

Biz imam odasını genellikle vakit aralarında bir danışma merkezi gibi kullanıyoruz. Mutlaka bizden birisi burada bulunur. Biz camimizi canlı tutmaya çalışıyoruz. Bu minvalde 10-12 saat bu caminin açık olduğunu biliyoruz. Vatandaş sabah sekizde gitsem de bu camide mutlaka birilerini bulabilirim, diye düşünüyor.

Peki, hedefiniz nedir?

Biz hedefimize, ufkumuza “Yaşayan Camiyi” koyduk. 2006’da Alparslan Durmuş beylerin hazırlamış olduğu önemli bir proje var ama icraya geçememiş. Bu projeyi ben imamlığa başlayınca hayata geçirdim. Ben çalıştığım camiyi ar-ge ve laboratuvar olarak görüyorum. 12 yıldır çaba sarf ediyoruz ama yine virgülle devam ediyoruz. Hani formülü bulduk nokta, ya da bu kadar yaptık nokta. Bu havada değiliz. Biz yaşayan cami anlamında deneye deneye gidiyoruz.

Hocam, yaşayan cami dediniz. Bundan kastınız nedir?

Türkiye’de 90 bin cami olduğunu ön varsayarsak benim zihnimde üç tür cami vardır. Bir “ölü camiler”, iki “yarı canlı camiler”, üç “yaşayan camiler”. Bu yaşayan cami dediğim şey kendi camimde dâhil hedef olarak ulaşmaya çalıştığımız yer. Yarı yaşayan camiler dediğimiz şeyin Türkiye’de bin ikibin tane olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’de ölü camiler müze gibi çalışan camilerdir. Yarı canlı camiden kastım şu: içinde bilindik hareketlendirme şeyleri var. Yapılaması gereken dört beş kalem çalışma var bunu bir vakıfın içine atarsanız yaşayan vakıf olur. Bunu bir okulun içine atarsanız yaşan okul olur. Bunu bir caminin içine atarsanız yaşayan cami olur. Ben bunu kastetmiyorum. Bunlar ölü olanı bir gömlek yukarı çıkartır.

Peki, neyi kast ediyorsunuz?

Cami dediğimiz hadise insanı kâmili yetiştiren, aklı ve gönlünü imar eden, tabir yerindeyse insan fabrikasıdır. Ham insanlar olarak giriyoruz ve orada ibadet kalıplarıyla, hayır kalıplarıyla, ilmi faaliyetler, entelektüel faaliyetler ve pek çok aparatla kıvama geliyoruz, olgunlaşıyoruz. Ve insani kâmil oluyoruz. İnsanın insanlaşması konusuna gayret ediyoruz.

İmamlığa başladığı ilk yılla, onuncu yılında insan aynı seviyedeyse bu bir problem. Bu sizin gelişmediğinizi ve geliştirmediğinizi gösterir. Bu anlamda öğrenmeye ve öğrendiklerimizi yaşamaya çalışıyoruz. Duran su değil, akan su olma çabası içerisindeyiz.

Cami faaliyetlerinde kararları nasıl alıyorsunuz?

Genelde ocak ayının ilk haftası ‘Bu yıl neler çalışalım?’ diye istişare ediyoruz. İstişarelerde bir yere varabildiysek o yılın faaliyeti olarak cuma cemaatine bir sohbet kalıbında değil de bir işletme mantığıyla işte ‘Bu sene biz bunu çalışmak istiyoruz’ diye sunuyoruz. Genellikle yılın son ayları geldiğinde de o işin bir hesabı cemaate veriliyor. İşte bir senedir bunun için koşturuyoruz ve bunu şu usullerle yaptık. Ortaya böyle bir fotoğraf çıktı. Yapabildiklerimiz şunlar oldu, eksiklerimiz bunlar diye raporlamaya çalışıyoruz. Çayımız, kahvemiz her zaman hazır. Camimizde aşevimizin olması büyük bir avantaj.

Gençlere nelere tavsiye edersiniz?

Ortalama bir lise, üniversite öğrencisiysek dinimize biraz daha fazla vakit ayırmalıyız. Türkiye’deki dini eğitim kısa süreler, ilmihal, siyer bilgisiyle donanmış bir bilgi hamulesi ama bu bilgi hamulesiyle bizim dindarlığımızı inşa etmemiz ve koruyabilmemiz mümkün değildir. Çünkü operasyon çok daha çaplı geliyor. Hepimiz Kur’an Kursu ve İmam Hatip eğitimi almamış olabiliriz. Alsak da eksiklerimiz olabilir.  Daima kendimizi geliştirmeliyiz. Zihnimizi Kur’an ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in sünneti ile meşgul etmeliyiz.

Kitap okumayla ilgili neler söylemek istersiniz?

Okuma süreciyle alakalı her on yılda bir Türkiye’de farklı bir rüzgâr esiyor. Doksanlı, iki binli yıllarda ortaokulda, lisede, üniversitede, pek çok vakıf, STK okuma listeleri oluşturur ilgilendikleri kitlelere bu okuma listesini organize ederlerdi. Kitap değerlendirme toplantıları yapılırdı. Bugün bu faaliyetlerin eski usulle yapılamadığını görüyorum. Her tarz her dönem uygulanamıyor. Dönemleri kendi içinde okuyabilmeliyiz. Karşımızdaki muhatap kitle her on yılda bir değişiyor.  Okuma konusunda derin tefekküre ihtiyacımız var. Çağa, zamana uygun okuma yolları izlemeliyiz.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Peygamberler geldiklerinde etraflarında hep kadınlar olur, köleler olur, çocuklar ve gençler olurdu. Aristokrat kesim genelde karşı çıkanlardır. Bugün etrafımızda kadınlar var mı? Yok, onları feministlere kaptırmışız.  Bugün etrafımızda gençler ve çocuklar var mı? Yok, onları günlük rüzgârlara kaptırmışsız. Yani bizim anlattığımız din kadını, işçiyi, genci etkilemiyor.  Hâlbuki Hz. Muhammed’in anlattığı dine ilk evet diyenler, bu saydığımız kesimlerdi. Bu konuda çok düşünmemiz gerekiyor.

Hocam, bize zaman ayırdığınız için Allah sizden razı olsun.

Ben de size teşekkür ediyorum.

 

 

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir