• DOLAR 34.549
  • EURO 36.002
  • ALTIN 2992.563
  • ...
2020 KARABAĞ SAVAŞI:  ZAFERLE GELEN VE GELMESİ GEREKEN
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

DIŞ HABERLER SERVİSİ – Bosna-Hersek'in ve Kosova Cumhuriyeti'nin kurulması, Moro'nun kısmen Filipin işgalinden kurtulmasından sonra, son dönemde ilk kez bir İslam coğrafyası yabancı işgalinden kurtuldu. Bu yeni durumla birlikte Karabağ'da, bölge ülkelerinden Türkiye ve Rusya'nın doğrudan müdahil olduğu, İran'ın dikkatle izlediği yeni bir durum oluştu.

GİRİŞ

Güney Kafkasya bölgesinde, Azerbaycan toprakları içinde yer alan Karabağ, İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir. Karabağ, yüzyıllar boyu dış işgallere karşı direnişi ile müstesna bir tarihsel geçmişe dayanır. Ama Ermenistan, 1991’de orada Dağlık Karabağ Cumhuriyeti adı altında sözde bağımsız bir cumhuriyet ilan etti ve 1993’ün sonlarına kadar devam eden saldırılarında Azerbaycan toprağının yüzde yirmisini işgal etti. Savaş, 1994’te Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te imzalanan ateşkes antlaşması ile son bulduysa da Ermenistan, o tarihte ve daha sonra uluslararası toplum önünde verdiği hiçbir sözü yerine getirmedi. Buna karşı uluslararası toplumun herhangi bir yaptırımı ile de karşılaşmadı. Ermeni tarafı, bundan aldığı cesaretle sahasını Azerbaycan aleyhine daha da genişletme çabalarını sürdürdü.

Bu çerçevede 27 Eylül 2020 sabahı, çatışmalar yeniden başladı. Azerbaycan, 28 Eylül’de bölgede savaş hâli ilan etti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ara buluculuğuyla 9 Kasım 2020’de yapılan ateşkes anlaşmasına kadar ve Türkiye’nin Azerbaycan’a açıkça verdiği destekle devam eden savaş, Azerbaycan’ın istila altındaki topraklarının büyük kısmının Ermeni istilasından kurtarılması ile sonuçlandı. Böylece Gazze Şeridi ve Batı Şeria’nın İsrail işgalinden kurtulması, Balkanlarda Bosna-Hersek’in ve Kosova Cumhuriyeti’nin kurulması, Moro’nun kısmen Filipin işgalinden kurtulmasından sonra, son dönemde ilk kez bir İslam coğrafyası yabancı işgalinden kurtuldu. Bu yeni durumla birlikte Karabağ’da, bölge ülkelerinden Türkiye ve Rusya’nın doğrudan müdahil olduğu, İran’ın dikkatle izlediği yeni bir durum oluştu.

Analizimiz, bu yeni durumu Kafkasya tarihi ışığı altında değerlendirmek üzere kaleme alınmıştır.

İSLAM’IN BİR AVASIM’I OLARAK KAFKASYA VE AZERBAYCAN

Kafkasya; Karadeniz ile Azak denizinin doğu kesimini ayıran Anapa yarımadasından başlayarak Hazar denizi kıyısındaki Apşeron yarımadasına ulaşan Büyük Kafkas dağlarını ve iki yanında uzanan toprakları kapsar. Bölgenin adı da söz konusu sıra dağlardan gelmektedir.

Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Cumhuriyetleri Güney Kafkasya’da (Transkafkasya), Rusya Federasyonu’na bağlı Dağıstan, Kalmuk, Karaçay-Çerkez, Kabarda-Balkar, İnguş, Kuzey Osetya Cumhuriyetleri ve Çeçenistan, Kuzey Kafkasya’da (Kafkasönü) bulunmaktadır.

Müslümanlar, Kafkasya’ya yönelik fetih harekâtını Hz. Ömer zamanında başlattılar. Bölgenin fatihi, Sürâka b. Amr 643 (h. 22) yılında Derbend (Bâbülebvâb) Kralı Şehr-Berâz ile barış yaptı.

Daha sonra Habîb b. Mesleme, Hz. Osman devrinde Duvîn (Dvin) ve Tiflis şehirlerini fethedip Gürcüler’le bir antlaşma imzaladı (645-646/25).

İslamiyet’in Kafkasya’nın özellikle doğu kısmında ve Dağıstan’da yayılmasını Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik’in kardeşi Mesleme b. Abdülmelik ile Mervân b. Muhammed gerçekleştirdi. Ancak Abbâsîler dönemi’nde görülen zafiyetle bölgede Gürcü hareketliliği başladı.

Gürcü saldırılarına karşı mücahid bir güç olarak Kürtler yerleştirildi ve 951’de o gün Arrân denen bugünkü Karabağ bölgesinde Kürt Şeddâdî Emirliği kuruldu. Şeddâdiler, Gürcü saldırılarına başarıyla karşı koydular, İslam şehirlerinin bir kısmını Gürcü ve Ermenilerden almayı başardılar. Ancak Hanedan içi çekişmelerden dolayı Kafkasya’daki fetihleri sürdüremediler. Gence’deki Şeddâdî varlığı 1088 yılında son bulurken Ani’deki Şeddâdî varlığı ise 1200 yılında Gürcü Kraliçesi emrindeki Gürcüler tarafından Ani’nin ele geçirilmesiyle son bulmuştur.

Şeddâdî engelinin kalkmasıyla sahalarını Ahlat yakınlarına kadar genişleten Gürcüler, Kafkasya’daki İslam varlığının büyük kısmını imha ettiler. Bu süreç ancak Eyyûbîlerin Şark hükümdarı Melikü’l-Eşref b. Melikü’l-Adil b. Necmeddin Eyyûb’un Ahlat ve çevresini alması ve buraya Dımaşk’ta yetişen Musul ehlinden Hüsameddin b. Ali’yi naib olarak atamasına kadar devam etti. Melikü’l-Eşref ve Hüsameddin b. Ali’nin faaliyetleri ile Gürcüler, Ahlat çevresine yönelik saldırılarına son verdikleri gibi Kafkasya’nın güneyinden de çekilmeye başladılar. Ne var ki Moğol istilacılarından kaçan Hârizmşahların Kafkasya’ya ulaşmasıyla, Kafkasya doğudan gelen orduların bir tür ayakları altında kalma sürecine girdi.

Kafkasya, önce Hârizmşahlar tarafından zapt edildi, ardından Moğol istilasına uğradı. Bu istila ile birlikte Gürcü sorunu tarihe karışırken Kafkasya da eski görkemini yitirdi.

Osmanlı, Batı sınırında bir gazi devleti olarak vücut buldu ve doğudaki gelişmelere genellikle duyarsız kaldı. Timur’un Ankara Savaşı’nda Yıldırım Bayezid’e karşı kazandığı zafer (1402/804), Osmanlı’nın doğuya yönelik ilgisini daha da azalttı.

Timur, aynı zamanda Karadeniz’in kuzeyinde kurulu Altın Orda Devleti’nin bölünüp (1395/797) nihayetinde yıkılmasına yol açarak Kafkasya’yı kuzeyden Ruslara karşı koruyacak bir güçten yoksun bıraktı. 16. yüzyılda güneye doğru genişleyen Moskova Knezliği, karşısında direnecek bir güç olmadan hem Kafkasya hem Orta Asya yönünde güneye doğru yol aldı.

İran’da 1501’de Safevî Devleti kuruldu, Safevî Hükümdarı Şah İsmail Anadolu’da taraftar toplamaya başladı. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim, İdris-i Bitlisî’nin yoğun çabaları ile Şah İsmail’e karşı harekete geçti ve Çaldıran Savaşı’nı (1514/920) kazandı. Bu savaş, Şah İsmail’in Anadolu’ya açılmasının önüne geçtiyse de Osmanlı’nın doğuya açılması noktasında Osmanlı’yı sınırlayıcı bir etki bıraktı.

Safevî Devleti, gaza siyasetinden yoksundu. Bunun için Rusya içlerine doğru açılma yönünde girişimlerde bulunmadı.

Altın Orda Devleti, 1502’de tamamen ortadan kalktı ve Osmanlı’ya bağlı Kırım Hanları Moskova’yı zorlamaya başladılar. Ancak Kırım’dan sıkıştırılan Moskova IV. İvan’ın çar olmasıyla kendisini Bizans’ın varisi ve III. Roma olarak görmeye başladı. 1552’de Kazan’ı; 1556 yılında Ejderhan’ı zapt etti.

Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa, Don ve Volga nehirlerini birleştirerek Osmanlı’nın doğuya açılmasını sağlayacak bir proje geliştirdi. Ancak bunun için düzenlediği Ejderhan Seferi başarısız olunca Rusya’nın güneye açılma siyaseti adım adım başarılı oldu. Osmanlı bu siyasete karşı Kafkasya’ya hükmetme yoluna gitti. Ama bu kez İran’ın tepkisiyle karşılaştı. Zira İran, Osmanlı’nın Kafkasya’ya açılmasını güvenliği için hep doğrudan tehdit olarak gördü ve Osmanlı’nın o yöndeki her açılımının karşısına dikildi. Bu durum, Kafkasya’yı iki devlet arasında çekişme alanı hâline getirdi ve bu çekişme adım adım Çarlık Rusya’sının Kafkasya’yı istila etmesinin önünü açtı.

Osmanlı-Safevî ve Safevîlerin halefleri arasındaki mücadelenin Kafkasya’ya en önemli etkisi, Azerî Müslümanların yaşadıkları dönüşümle Kafkasya’daki Müslüman bütünlükten kopmaları ve dolayısıyla Ruslara karşı cihadın dışında kalmalarıdır.

Osmanlı, bu kaybın ardından Çeçen ve Çerkezlerin Müslümanlaşmasına önem vererek Kafkasya’daki Müslüman nüfuzunu ayakta tutmaya çalıştıysa da Azeri Türklerinin süreç dışında kalmalarından doğan boşluğu hiçbir zaman dolduramadı.

Osmanlı-İran çekişmesi ile de bağlantılı olarak 1814’e gelindiğinde Rusya, Güney Kafkasya’ya kadar inerek Azerbaycan’ın önemli bir bölümünü; 1828’de ise bugünkü Azerbaycan’ın tamamını istila etti. Bu istila ile birlikte Azerbaycan, İslam dünyasının ilk laik coğrafyalarından biri olarak belirmeye başladı. Rus okullarında yetişen Azeriler, Rusya’nın en önemli müttefikleri olarak diğer Kafkas Müslümanlarına karşı hep mesafeli durdu ve Kafkasya’nın yanında Osmanlı ve Türkiye’nin sekülerleşmesinde de rol oynadı.

Çarlık Rusya’sının 1917’de yıkılması üzerine, seküler Azeri aydınlar 1918’de Mehmet Emin Resulzade önderliğinde Azerbaycan Cumhuriyeti’ni kurdular. Bu 1914’te kurulan Arnavutluk’tan sonra İslam dünyasının ilk cumhuriyeti, ilk laik ve İslamî alfabe dışında alfabe kullanan ilk devletidir. Bu laik ve görünüşte milliyetçi cumhuriyet ancak iki yıl ayakta kalabildi; 1920’de Sovyetler Birliği’ne katılarak Sovyetlerin Kafkasya’daki en önemli cumhuriyeti oldu.

Günümüz Kafkasya’sında en çok yirmi milyon civarında Müslümanın yaşadığı düşünülmektedir. Bunun on milyonu sadece Azerbaycan halkından oluşurken sekiz-dokuz milyon civarındaki diğer Müslüman nüfus, Çerkezler, Çeçenler, Dağıstanlılar, Abazalılar, İnguşlar ve Osetyalılar gibi etnik açıdan çok renkli ve dağınıktır.

KARABAĞ: HAZİN BİR ÖYKÜ

Karabağ, İslam kaynaklarında Arrân olarak geçer. Arrân, dış istilacılara karşı mücadelesi belki en uzun süren bölgelerden biri olarak İslam tarihinin ana mevzuları arasındadır. Kafkasya’nın çekirdeği; Gürcü ve Rus istilacılara karşı İslam’ın Kafkasya’daki kalesidir. Kafkasya’yı istilacılara karşı koruyan Şeddâdî devleti burada kurulmuştur.

Kafkasya’nın genel tarihi içinde İran-Rus savaşlarının (1804-1813) ardından yapılan Gülistan Antlaşması ile Karabağ, Ruslar’a bırakıldı ve 1822’de çarın fermanıyla Karabağ Hanlığı lağvedildi. 1868’e kadar Bakü vilâyetine bağlı tutulan Karabağ, Gence vilâyeti teşkil edilince buraya bağlandı. Böylece Azerbaycan’ın bir bölgesi hâline geldi.

  1. yüzyılın başında Çarlık Rusya’sı yıkılma işaretleri verirken Ermeniler, Karabağ’a hâkim olmak istediler ama başaramadılar.

Osmanlı kuvvetleri, 1917 Bolşevik ihtilalinin Rusya’da yol açtığı hareketlilikten yararlanarak 25 Eylül 1918’de Karabağ’a hâkim oldu. Ancak 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’nin ardından bölgeden çekildi. İngilizlerin eline geçen Karabağ, 1919’da Azerbaycan’a dahil edildi.

Sovyetler Birliği, 1920’de Güney Kafkasya’ya hâkim olunca Karabağ ve Nahcivan, Ermenistan’a bırakıldı. Azerbaycan’ın Sovyetler Birliği açısından Kafkasya’da taşıdığı önem, Nahcivan’ın Azerbaycan’a verilmesini sağlarken Ermenilerin Karabağ’a tamamen hâkim olmalarını da engelledi. Ama 24 Temmuz 1923’te Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi (Dağlık Karabağ Özerk Oblastı) kuruldu. Azerbaycan idaresi altında oluşturulan ve ülke topraklarının beşte birine denk gelen bu bölge, 4200 kilometre kare olup Cevanşir, Şuşa, Cebrail, Zengezur ve Kubatlı’nın bir kısmını kapsıyor.

KARABAĞ VE KIZIL KÜRDİSTAN MESELESİ

Sovyetler Birliği içindeki bütün toplumlar için idari bölgeler oluşturmayı vaat eden Bolşevikler, 1921’de Karabağ’ın bir kısmını Kürdistan olarak adlandırdılar. 21 Temmuz 1923’te ise Azerbaycan Komünist Partisi ile Bolşevikler arasındaki ortak kararla merkezi Piricahan köyü olan, sonradan Laçin’in merkez olarak kabul edildiği Kürdistan Uzeydi, muhtariyeti bulunan Kürdistan Kazası kuruldu. Kürdistan Uzeydi, Sovyetlerle ilişkili olarak Kızıl Kürdistan ya da Kürdistana Sor olarak bilindi. Şuşa doğumlu Azeri Bolşevik Hüsnü Hacıyev Yürütme Komitesi Başkanlığı’na getirildi; Karıkışlak, Kelbecer, Kubadlı, Koturli, Kürthaci ve Murathanlı olmak üzere altı nahiye (daire) bu kazaya bağlandı.

Bununla eş zamanlı olarak kültürel adımlar atıldı, Kürtçe eğitime geçildi. Latin Harfleri ile Kürtçe öğrenme kitapları basıldı, ilkokullarda Kürtçe dersleri verildi. Erivan’da bir Kürt Öğretmenler Okulu ve bugün Karabağ’da bulunan Şuşa Pedagoji Okulunda Kürtlere yönelik bir bölüm oluşturuldu. Sovyet Kürdistan’ı adı altında bir gazete de yayımlandı, radyo programları oluşturuldu, tiyatrolar oynandı.

Ancak 8 Nisan 1929’da, Azerbaycan’da idari bölgeler sistemi Kızıl Kürdistan’ı lağvetmek için değiştirildi; Kızıl Kürdistan dağıtıldı, toprakları Karabağ’a bağlandı; onun yerine 25 Mayıs 1930’da “Kızıl Kürdistan Okrug” diye Laçin merkezli ve Uzeydi’den daha zayıf bir özerkliğe sahip bir otonom yönetim oluşturuldu.

Bu özerk yönetim de dönemin Ankara idaresi ile Stalin arasındaki yoğun dostluk tehdidi altında kaldı. Josef Stalin, Ağrı Dağı İsyanı’nın bastırılmasında Ankara’ya büyük destek verdi. Hatta kimi iddialara göre bizzat hava bombardımanı desteği sağladı ve ondan da daha büyüğünü yapıp 16 Temmuz 1930’daki Zilan Deresi vakasından bir hafta sonra ve vakanın artçıları devam ederken 23 Temmuz 1930’da Kızıl Kürdistan’ı tarihten sildi, topraklarını Karabağ’a bağladı.

Karabağ’da yapılan bu değişiklikler ilk anda Azerbaycan lehine görülmüşse de uzun vadede Kürt nüfusun bölgeye aidiyetinde sorunlar yaşamasına, bölgeden göç etmesine ve nüfusun Ermeniler lehine değişmesine yol açtı.

Haziran 1992’de Wekil Mustafayew’in liderliğindeki bir grup Kürt, Kafkasya Kürt Özgürlük Hareketi’ni kurup Laçin ve çevresinde bir Kürt Cumhuriyeti ilan ettiklerinde kendilerini destekleyecek bir Kürt nüfus bulamadılar. Bunun bir nedeni Müslüman Kürtlerin bu girişimde Rusya ve Ermenilerin desteğinin olduğuna inanmaları ve Azerbaycan karşısında böyle bir tutumu yanlış bulmaları ise de diğer bir nedeni de süreç içinde bölgede Kürt nüfusun etkinliğini kaybetmesidir. (SDAM)

Bu haberler de ilginizi çekebilir