• DOLAR 34.559
  • EURO 36.051
  • ALTIN 2986.54
  • ...
Yıl dönümünde 6-8 Ekim katliamı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

2014 yılının Kurban Bayramı'nda Diyarbakır'da ve bölgenin diğer şehirlerinde yaşanan vahşet, Kürdistan'ın katliamlar tarihinde yeni bir sayfa açtı. Bir taraftan ceberut iktidarların insanlık dışı uygulamaları, diğer taraftan PKK'nin kuruluşundan bu yana başta kendisine biat etmeyen bölge insanına yönelik baskı ve saldırıları, 6-8 Ekim 2014'te yeni bir boyut kazandı.

HDP Genel Merkezi ve onun Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın çağrısıyla sokaklara inen PKK/HDP'liler, "her yeri Kobani'ye çevirmek" üzere, Müslüman Kürt halkına karşı büyük bir kıyıma girişmişti.

Ellerinde kurban eti, ihtiyaç sahiplerinin kapılarını aşındıran gençler linç edildi, sakallı insanlar, tesettürlü kadınlar hedef alındı, cami ve Kur'an kursları ateşe verilip yağmalandı. Yaşanan saldırıların en önemli merkezi ise Diyarbakır oldu.

Diyarbakır'da Yasin Börü, Hüseyin Dakak, Hasan Gökgöz, Riyad Güneş, Turan Yavaş ve Cumali Güneş acımasızca katledildi. Bölgenin diğer illerinde de başta HÜDA PAR olmak üzere İslami kimlikli kişiler ve kurumlar hedef alındı.

6-8 Ekim süreci uzun sürdü ve bu zaman diliminde Bingöl'de Fethi Yalçın ile Cengiz Tiryaki de silahlı saldırı sonucu şehid oldu. Van'da Latif Şener, Kızıltepe'de Suriyeli Abdullah Muhammed Latif ve bacanağı Suudi Arabistan vatandaşı Fehad İbrahim Elduveric, sırf dindar oldukları için PKK'liler tarafından katledildi.

Yaşananlar dünden bugüne gündemden düşmedi. Yüzlerce makaleye konu olan bu katliamda Yasin Börü ve arkadaşları, PKK/HDP'liler tarafından örneği Arakan ve Myanbar'da görülen bir vahşetle katledilmişi.

 “Bu girişimin tek hedefi dindar halkın örgütlü yapılarını tasfiye etmekti”

6-8 Ekim olayları kesinlikle bir prova değildi. Başta ABD olmak üzere uluslararası güçlerin desteğiyle yapılan apaçık bir operasyondu. Ancak bu operasyon Türkiye'ye karşı bir girişim değildi. Zaten bundan dolayı da devlet tüm olan bitene karşı sessiz kaldı ve sadece olayları izlemekle yetindi. Bu girişimin tek hedefi vardı. O da başta Türkiye olmak üzere Doğu illerindeki dindarları ve dindar halkın örgütlü yapılarını tasfiye etmekti. PKK kurulduğu günden beri bu amacı hep taşımıştı. Nitekim 90'lı yıllarda da benzer katliam girişimleri ve saldırıları olmuştu. Susa ve Başbağlar katliamları sadece birer örnekti.

6-8 Ekim olayları aslında ansızın başlayan bir olay değildi. 2000'li yıllarda Türkiye Kürdistan'ında fincancı katırlarını ürküten asıl olay 12 Şubat 2006 Pazar günü Diyarbakır İstasyon Meydanı'nda Danimarka'daki karikatür hakaretine karşı gerçekleşen Peygambere Saygı Mitingi oldu. Bugüne kadar Müslüman halkın örgütlü yapısının tamamen yok olduğunu düşünüp Kürt halkına yeni elbiseler biçmeye çalışan emperyalist güçler, Kürt halkının inancına ve Peygamberine bağlı olduğunu aynel yakîn gördü. Tabii ki mesele sadece bir mitingle sınırlı değildi. STK'lar bünyesinde yapılan İslami faaliyetler meydanın düşündükleri gibi boş olmadığını gösterdi. Bu durumun, 90'lı yıllarda uyguladıkları şeytani plan ve projelerinin suya düşmesine vesile olacağı kanaatini doğurunca ciddi olarak endişelenmeye başladılar.

ABD'li yetkililer, PKK'nin legal alandaki yetkilileriyle açık ve gizli görüşmeler yapıyordu”

4 Ocak 2011 tarihinde CMK'nın 102. Maddesi kapsamında herkes gibi Hizbullah Cemaati mensupları da tahliye edilmişti. Bu tahliyelerden sonra Abdullah Öcalan İmralı'dan avukatları aracılığıyla örgütüne "…Bütün bunlar Diyarbakır'da oluyor… Öz savunma devreye girmeli, onlara Diyarbakır'da yer verilmemeli…" şeklinde talimatlar gönderdiğini kamuoyu bilir. Bu talimatlardan sonra İslami STK'lara yönelik saldırılar yoğunluk kazanmıştı. Hatta bu talimattan beş ay sonra 5 Mayıs 2011 tarihinde Mustazaflar Cemiyeti Yüksekova Şube Başkanı Ubeydullah Durna PKK yandaşları tarafından dernek binasında şehid edildi.

En son ortaya çıkan Wikileaks belgelerinin detaylarına da bakıldığında, ABD elçilik ve konsoloslukları bu bağlamda araştırmalar yapmış ve raporlar hazırlamışlardır. O tarihten sonra çok fazla sayıda ABD'li yetkilinin ve konsolosunun PKK'nin legal alandaki yetkilileriyle açık veya gizli görüşmeleri oldu. Aynı şekilde bölgede bağlantılı oldukları başka kurum ve kişilerle de aynı bağlamda görüşüp bilgi aldıkları bilinen bir gerçektir. Bu görüşmeler son zamanlarda iftar çadırlarında iftar programlarına katılacak kadar alenileşmişti. 15 Temmuz 2014 Ramazan ayında ABD Adana Başkonsolosu John Espinoza'nın katılacağı iftar çadırı önünde Diyarbakır halkı sert bir tepki gösterdi. Espinoza, tepkilerden dolayı iftara katılamadı.

“Tüm İslami yapıları ve şahsiyetleri hedef gösterdiler”

IŞİD'in Irak Kürdistan'ında Kürtlere yönelmesi ve Suriye Kürdistan'ında da Kobani'ye yönelmesinin ardından gelişen ve bilinçli olarak Kürtlerde tırmandırılan milli duygular, art niyetliler için aradıkları uygun bir ortam oluşturmuştu. Bu fırsatı da kaçırmak istemediler. Önce medya üzerinden IŞİD algısı oluşturdular. Ardından başta HÜDA PAR ve Mustazaflar Cemiyeti olmak üzere bölgedeki tüm İslami yapıları ve şahsiyetleri hedef gösterdiler.

6-8 Ekim katliamı için aylar öncesinden hazırlık yapılmıştı. Kobani olayı başladığı 2014'ün Eylül'ünde merkez üs olarak seçtikleri Diyarbakır'a çok sayıda silah, mühimmat ve militanın yanı sıra bölgedeki il ve ilçelerden de toplu taşıma araçlarıyla insan taşınmıştı. Hedef tehlikeli ve büyüktü. Ama Diyarbakır halkının inançlı direnişiyle bu ihanetin altında kaldılar.

6-8 Ekim olaylarında devlet sahada görülmedi

Devletin o günkü tavrı ibretlik ve tarihe geçecek nitelikte bir olaydır. Devlet olayların çıkacağını biliyordu. Ancak hiçbir önlem almadı. Olaylardan bir hafta sonrasına kadar da yapılan vahşete rağmen halen PKK'nin bu vahşetini makul ve masum görme çabaları vardı siyasilerde. Ancak halka yaşatılan vahşet, katliam ve talanın boyutları ortaya çıktıktan sonra mızrak çuvala sığmadı. Ondan sonra ağız ve söylem değiştirildi. Ancak fiili olarak bir adım atılmadı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınc'ın ifadesiyle "olaylara 150 bin kişi katıldı" ama ölen insan sayısı kadar bile kimse yargılanmadı. Olayın asıl azmettiricileri daha sonradan Dolmabahçe mutabakatıyla ödüllendirildiler ve newrozlarda halk kahramanı ilan edildiler.

Abdullah öcalan kardeşi vasıtasıyla bu kalkışma için çağrıda bulunmuştu. PKK'nin siyasi uzantısı HDP MYK'sı yayınlandığı yazılı bildiri ile çağrıda bulunmuştu. Aynı partinin genel başkanı ve Diyarbakır il teşkilatı da bu yönde çağrıda bulunmuşlardı. İslami STK'ları IŞİD diye niteleyerek hedef göstermişlerdi. Olayın azmettiricileri ve failleri tüm delilleriyle bilinmesine ve aramızda dolaşmalarına rağmen ne güvenlik birimlerince ne de yargı birimleri tarafından herhangi ciddi bir girişimde bulunulmadı. O gün devlet, devlet olma vasfını kullanmak istemedi veya kullanamadı.

“Katliamdan yaralı olarak kurtulan Yusuf Er'in ifadeleri kan dondurdu”

Yasin Börü'nün arkadaşı ve yaşananların canlı tanığı, 27 bıçak darbesi, 2 kurşun yarası ile ölümün kapısından dönen Yusuf Er, o gün şehitlerle beraber kurban kesim yerine gittiklerini, kurban eti dağıtmak üzere kesim yerinden ayrıldıklarını belirterek İlke Haber Ajansı (İLKHA) muhabirine şöyle konuşmuştu:

“Son grup olarak kurban etlerimizi dağıtırken PKK/HDP'liler bize 'Kimsiniz ne arıyorsunuz burada?' diye soru sormaya başladı. Biz de ellerimizdeki kurban eti poşetlerini gösterip muhtaç ailelere et dağıttığımızı söyledik. Muhtemelen sakalımız olduğu için bize 'IŞİD'çi' dediler ve bizi yakalamaya çalıştılar. Biz IŞİD'çi olmadığımızı, bilakis Kobanili ailelere de kurban eti dağıttığımızı söyledik. İçlerinden biri 'Bunların hepsi aynıdır, ha İŞİD ha bunlar fark etmez.' diyerek çeteleri bize doğru yönlendirdi. Bu sırada Yasin Börü ve arkadaşları, 10-15 kişilik bu PKK'li grubun, sakallı bir genci darp ettiklerini, o gencin de kendisinin IŞİD ile bir ilgisinin olmadığını anlatmaya çalıştığını görürler. Hasan Gökgöz ve Riyad Güneş, kan revan içinde kaldığı için tanınmayacak duruma gelmiş bu gencin, dernek gönüllülerinden M.A. olduğunu görür. Hasan ve Riyad, PKK'li çetelere bu genci tanıdıklarını, kendileri gibi M.A.'nın da IŞİD'le bir ilgisinin bulunmadığını, gencin serbest bırakılmasını ve kendilerinin de kurban dağıtımı için engellenmemesini isterler. PKK'liler ise 'Konuşmayın lan! Şimdi sizi de bunun gibi geberteceğiz' deyip M.A.'nın kafasına ve sırtına bıçak batırmaya devam ederler. Üzerlerine doğru gelen PKK'lilerin kendilerini de M.A. gibi kan revan içinde bırakacaklarını anlayan Hasan Gökgöz ve Riyad Güneş, kanlar içinde kalmış M.A.'yı çekerek kurtarmayı, henüz çevredeki diğer PKK'liler gelmeden kaçmayı planlarlar. Hasan ve Riyad 'Allah'tan korkmaz mısınız, bunun da bizim de IŞİD'le bir ilgimiz yok' diyerek M.A.'yı çetelerin ellerinden çekip kurtararak kaçarlar.”

"Ev sahibi kadın polisten yardım talep etti ama polis kılını kıpırdatmadı"

Yasin Börü ve diğer arkadaşlarıyla 7-8 dakikalık bir kovalamacadan sonra Öz Turan-3 Apartmanı'na sığındıklarını anlatan Er, saldırgan grubun, bulundukları binayı kuşatmalarının ardından gelişen olayları ise şöyle anlatıyordu:

“Binaya girer girmez, binanın dış kapısını kapattık. Işığın sönmesini bekledikten sonra, iki kat yukarı çıktık. Bina yöneticisi yaşlı bir bayan bizi gördü ve 'Bu binadan çıkın, dışardakiler gelip kapımı kırarlar' gibi bir şeyler söyledi. Biz de 'Teyze, sakin ol! Biz sadece kurban eti dağıtıyoruz. Bak bu çeteler bizim peşimizdeler, bizi öldürecekler ve eğer kapınızı kırarlarsa biz size yeni bir kapı yaptırırız. Dışarıdakiler bizi IŞİD üyesi olarak itham edip kovalıyorlar. Onlar gitsin binadan çıkacağız.' dedik. Tabi yönetici bizi dinlemedi ve binadan çıkmamız için bize baskı yapmaya başladı. Yönetici kadının çocukları geldi ve annelerini dairelerine alıp içeri girdiler. O sırada bir kat daha yukarı çıktık ve bizi gören bir bayan bize acıdı ve 'Gelin benim evimde saklanın' deyip bizi 3'üncü kattaki dairesine alıp kapılarını kilitledi. Dairenin biri panjur diğeri çelik kapı olmak üzere iki kapısı vardı. Eve girdik ve bir odaya geçtik. Kadın bize su getirdi, su içtik. Yukarı katlardan biri bizleri arayan dışarıdaki gruba 'IŞİD'çiler bu binada' diye seslenince bina kapısına ateş edip açtılar. Çeteler, hızla çatıya çıktı. Binaya girdiğimizi haber aldıkları için çatıda olduğumuzu düşündüler. O esnada PKK'liler, apartmanın bütün dairelerini tek tek kontrol ediyorlardı. Bunun üzerine ev sahibi kadın 155 polis imdat hattını defalarca arayarak bizlerin PKK'liler tarafından katledilmeye çalışıldığını haber vererek yardım talebinde bulundu. Sosyal medyaya da yansıdığı üzere (FETÖ'cü olup olmadığı araştırılması gereken) polisler kadının yalvarışını ciddiye almadı. Polis bizi kurtarmak için kılını kıpırdatmadı.

“Ev sahibi kadının kocası eve gelince saldırganlara yardımcı oldu”

Sığındıkları evin hanımının eşinin de bu arada eve geldiğini söyleyen Yusuf Er, onunla aralarında geçen diyaloğu şu sözlerle ifade etmişti:

“Bizi evinde korumaya çalışan kadının kocası yarım saat sonra, kapıyı çalmadan sessizce, anahtarla açtı ve içeriye girdi. Sonra bize 'Siz kimsiniz' der demez, bıçağını çekti. Daha sonra da bize İŞİD'çi muamelesi yapıp, kapıyı açmaya ve bizi daireden atarak çetelerin eline vermek istedi. Başta Hüseyin olmak üzere hemen onunla kapı arasına girip daire kapısını açmasına mani olduk. Kapıyı açmaması için yarım saatten fazla ev sahibiyle konuşup ikna etmeye çalışıyorduk. Bizi dinlemesi için bir çare arıyorken, tam o esnada babam beni aradı. Ben de arkadaşlarımla içinde bulunduğumuz durumu babama anlattım ve ev sahibinin bizi dışarı atıp çetelerin eline vereceğini söylediğimde babam 'Telefonu ev sahibine ver.' dedi. Ben de telefonu ev sahibine verdim. Babam onunla konuşunca biraz ikna olmuş gibi oldu. Şehit Hasan Abi bize bir öneri sundu ve 'Ev sahibi dışarıdakilere telefon açsın, binayı boşaltıp terk etmelerini söylesin. Biz de gidelim.' dedi. Bunun üzerine ev sahibinden dışarıdakileri arayıp binayı terk etmelerini ve bizim de buradan çekip gideceğimizi söylemesini istedik. Ev sahibi de dışarıdaki birini telefonla aradı. O arar aramaz daire kapısının önündeki birinin telefonu çaldı -demek ki hepsi birbirini tanıyor, diye düşündük- Ev sahibi ona 'Aradıklarınız benim dairemdeler. Siz binayı terk edin, bunlar da çıkıp gidecekler.' dedi ve telefonu kapattı. Telefon kapanır kapanmaz, ev sahibinin kendisiyle görüştüğü şahıs, yönettiği çetelere seslenerek 'gelin IŞİD'çiler bu evdeler' dedi. Saldırganlar kapıyı çaldı ancak açmadık.”

"Çevredeki bir-iki balkonda zılgıt çekip 'öldürün onları, o evde kimseyi sağ bırakmayın' diyenler oldu"

Saldırgan grubun bir süre sonra saklandıkları evi tespit ettiğini ifade eden Er, “O esnada kapıyı kırmaya başladılar, panjurun anahtarına silah sıkarak kırdılar. Biz kurban eti dağıtan 5 kişi artık buradan sağ salim bir çıkışın olmadığını anladık ve hepimiz birbirimizle helalleştik. Çeteler panjurlu kapıyı kırar kırmaz, biz de kapıdan uzaklaşmaya başladık ki kapıyı kırarlarsa kimseye zarar gelmesin. Çünkü dışardan gelen seslere göre, biri diğerlerine 'Dinamit getirin, kapıyı havaya uçuralım.' diyordu. Onların bu konuşma sesleri bize net olarak geliyordu. Biz de onların dinamitle kapıyı uçurma ihtimaline karşı, kapıdan uzaklaştık. Sırtımız mutfak tarafına, yüzümüz de daire kapısına bakıyordu. Biz hem ev sahibiyle konuşuyor hem de dışardaki çetelerin konuşmalarını dinliyorduk. Saldırı anında çevredeki bir iki balkonda tencere, tava ve kaşıklarla demirlere vuranlar ve zılgıt çekip 'Öldürün onları, o evde kimseyi sağ bırakmayın' dediklerine şahit olduk. Tabi çeteler de bu zılgıt ve tezahürat sloganları arasında daha da vahşileşiyor ve sanki öldürme içgüdüleri daha bir kabarıyor ve kapıya daha fazla yükleniyorlardı. Biz hem ev sahibi ile konuşup hem de kapının dışında olan biteni dinlerken, bizim bu gafletimizden faydalanan saldırganlardan biri (U.D.) diğer çete üyelerinin yardımıyla üst kattaki daireden ip sarkıtıp bulunduğumuz dairenin mutfağına inmişti. Bizim bundan haberimiz yoktu. Üst kattan iple inen kişi bize yaklaşıp 'Kimsiniz?' der demez silahla ateş etmeye başladı. İlk ateşte, Şehit Hasan'ı vurdu. Hasan Abi bize 'Yaralandım' diye seslendi. Hüseyin, Riyad ve Yasin yaralanan Hasan abiyi sürükleyerek banyoya çektiler.” diye konuşmuştu.

"Silahı elinden düşer düşmez, hiç telaş edip paniklemeden belinden ikinci bir silah çekti"

Silahlı saldırganın kendisine yöneldiğini söyleyen Er, evin içinde yaşanan hengâmeyi anlatmaya şöyle devam ediyor:

“Ön tarafta ben kaldım, bana da silah sıkınca lavaboya doğru kaçtım. Sol çaprazda eli silahlı olan kişi vardı. Ben o esnada dairenin lavabosunun kıyısına sığınmıştım. Sağımda bir çek pas sapı gördüm ve onu elime aldım. Yaklaşmasın diye ona doğru çek pası sallamaya başladım. Hemen yanımda bir sıvı deterjan kutusu vardı. Onu da aldım ve eli silahlı olan PKK'li şahsa doğru fırlattım. Benim deterjan kutusunu fırlatmamla birlikte, içeri silahla balkondan giren şahsın silahı elinden düştü ve silahı elinden düşer düşmez, hiç telaş edip paniklemeden belinden ikinci bir silah çekti. O esnada ben sopayı ona doğru sallamaya devam ediyordum. Ancak aklım Hasan Abi'de kalmıştı. Hem sopayı ona sallıyor hem de Riyad Abi'ye 'Riyad Abi! Hasan Abi'nin durumu nasıl?' diye soruyordum. Riyad ile konuşurken saldırgan benim bir boşluğumu yakaladı ve ikinci silahıyla bana ateş etti. Kurşun hem elimi hem de bacağımı yaraladı. Kurşun yarası aldığım gibi, ben de lavaboya koştum. Bana silah sıkıldığı esnada ev sahibi, anahtarı silahlı kişiye fırlattı. Ev sahibi eş ve çocuklarını alıp bir odaya girdi. Anahtarı alan o şahıs, daire kapısını açıp dışardaki bütün o çeteleri içeriye aldı.”

"Silah, bıçak, satır ve keserlerle, arkadaşlarımı vura vura delik deşik ettiler"

"Dairenin içinde, dört arkadaşımı şehit ettiler. Kurşun sesleri ve şehitlerin çığlıkları birbirine karışmıştı." diyen Yusuf Er, “Çetelerin şehitlere vurduğu darbelerin şiddetinin sesini net olarak duyuyordum. Çetelerin 'Öldürün, sağ bırakmayın' sesleri de evde yankılanıyordu. Yaklaşık olarak 10-15 dakika boyunca silahlarla, bıçaklarla, satırlarla ve keserlerle, arkadaşlarıma vura vura delik deşik ettiler. Sonra bir PKK'li 'Halen yaşıyor mu? Pencereden aşağı atın, gebersinler' dedi. Gündüz beraber kurban eti dağıttığımız arkadaşlarımı yaralı halleriyle 3'üncü kattan aşağıya attılar. Sonra çeteler tam daireden çıkacakken, yukarı kattan eve ilk giren kişi 'Lavaboda bir kişi daha var, yaralıdır' dedi. Sonra lavaboya yöneldiler ve kapıyı içerden kapattığım için onlar da kapının camını kırdılar. Cam kırılır kırılmaz, çeteler camın kırıldığı yerden bana ellerindeki aletlerle uzanıp vurmaya çalışıyorlardı. Ulaşamayınca bana 'Çık sana karışmayacağız' dediler. Ancak dışarı adımımı atar atmaz birisi sırtıma bıçak sapladı. Lavaboya geri kaçtım. Bana ulaşmakta zorlanınca, kapıyı zorladılar ve lavabonun kapısını da kırıp, içeriye girdiler. İçeriye sadece birkaç kişi girebildi. İçeri girenler, ellerindeki sopa, satır, bıçak ve keserlerle bana vurmaya başladılar. Birisi satırla saldırınca ayağımı kaldırıp kendimi korumaya çalıştım. Ama satır, ayağımı kesti. Başka biri sopayla vuruyordu. Bir diğeri de kafama bıçak saplıyordu. Bıçağın ucunu kafama vurup çekiyordu. Her tarafımdan kan akıyordu. Çetelerin o yoğun darbeleri neticesinde sendeledim. Sonra içlerinden biri karnımın boşluğuna bir tekme vurur vurmaz yere düştüm. Yere düştüğüm gibi çeteler ellerindeki bıçakları kafama batırmaya başladılar. Daha sonra tutup lavabodan çıkardılar.” Diyerek yaşanan vahşeti anlatmıştı.

Dehşet dolu anları anlatmaya devam eden Yusuf Er, yaşanan barbarlığı aktarmaya devam ediyor…

“Beni salona aldıkları zaman, katiller üzerime çullanmaya ve bana ölümcül darbeler vurmaya başladılar. Salondakiler şöyle diyordu; 'Çekilin, biz vurmadık, biz de vuralım!' Bazıları bana bıçak batırıyor, bazıları da sopa, satır ve keserle vuruyordu. Onların bu ölümcül darbeleri sonucunda bayılmıştım. Bir ara sol tarafımda müthiş bir acı hissettim ve o acı beni kendime getirdi. Ciğerime saplanan o bıçağın acısıyla kendime geldim. Bir de baktım ki çeteler beni havaya kaldırmış. Onlar beni de üçüncü kattan atmak üzereler. Çetelerin ellerinden kurtulmak için çırpındım ve çeteler beni zapt edemedikleri için yere düşürdüler. O yaralı halimle ve vücudumda onlarca bıçak darbesi ve kurşun yarasına rağmen, bir boşluk bulup merdivenleri gözüme kestirdim. Çetelerin elinden kurtulup can havliyle kapıya ve ardından da merdivenlerden aşağıya doğru koşmaya başladım. Benim merdivenlere doğru koştuğumu gören çeteler de peşimden koşarak beni yakalamaya çalıştı. Merdivenlerde kimsenin olmaması beni şaşırttı. Zira bizi kovalayan o kalabalık çetelerin çekip gitmeleri düşüncesi bana mantıksız göründü. Zaten aşağı indiğimde de sorumun cevabını buldum.

Zemin kata kadar koştuktan sonra baktım ki çeteler binanın kapısının önüne yığılmıştı. Bunun için binanın dışına çıkamadım, kendimi binanın merdivenlerinin altındaki küçük boşluğa attım. Zaten kapıdaki çeteler de beni görmüş ve bana doğru gelmeye başlamışlardı. Merdiven altında da darp edildim. Orası çok dar bir yerdi. Çeteler bana yetişmek için uzanmak zorunda idiler. Onlar bana uzanmak isteyince ben ayaklarımı sallıyor, kendimi el ve ayaklarımla müdafaa etmeye çalışarak çeteleri yanıma yaklaştırmamaya gayret gösteriyordum. Çeteler bu şekilde bana yetişemeyince, bu kez çek pas sapının ucuna bıçaklarını bağlayıp, o sapları uzaktan bana mızrak gibi saplamaya başlamışlardı. Onların bu bıçaklı saldırısı ve öncesinde aldığım yaralardan akan kan kaybımdan dolayı takatim kesildi. Bunu fırsat bilen çeteler beni ayaklarımdan tutup dışarı çektiler. Beni yakalayan saldırganlardan biri 'öldürelim' diğeri ise 'Öldürmeyelim, sağ bırakalım da diğerlerine ibret olsun' dedi. 'Öldürelim' diyen kişi 'Elini ayağını bağlayın ve getirin' diye seslendi. Bu kişi sonradan öğrendiğime göre ev sahibinin babası imiş ve bir süre tutuklu kaldıktan sonra hâkimleri kandırıp serbest bırakılmış. Sonra iki kişi koluma girdi ve beni binadan dışarı çıkardılar. Manzara dehşet vericiydi. Manzarayı görünce ayaklarımın bağı çözüldü. Dışarıda, arkadaşlarımın binadan aşağı atılıp bedenlerinin parçalanmış hallerini gördüm ve dehşete kapıldım. Yerde yatan arkadaşlarımın cesetleri yakılmış, kafaları ezilmişti. İlk önce Şehit Hasan'ı gördüm, yüz üstü yerde yatıyordu, yukarıdan kafa üstü aşağı atmışlardı. Sonra diğerlerini de gördüm; hepsini linç ederek yukarıdan aşağı atmışlardı. Etrafı yanık et kokusu sarmıştı. Çünkü arkadaşlarımın vücuduna benzin döküp, Budistçe yakmışlardı.”

"PKK'li çeteler beni bu hale getirdi' cevabımı duyanlar yanımdan hemen uzaklaşıyordu"

Uğradığı saldırıda 2 kurşun, 27 bıçak ve çok sayıda sopa darbesi aldığını söyleyen Yusuf Er, hayat ile ölüm arasında geçen kan donduran süreci de şöyle dile getiriyor:

“Dışarı çıkarıldığımda bana yine sopalarla vurmaya başladılar. Birdenbire içlerinden biri arkadan bana tekme atarak, 'Haydi git. Seni serbest bırakıyoruz.' dedi. Çetelerin beni serbest bırakmasına hayret etmiştim. Ama madem beni bırakmışlardı, ben de var gücümle oradan koştum. Koşmaya başlarken iki kişi bana doğru 5-6 el ateş ettiler. Onların bu kurşunlarından Allah beni korudu. Ben kurşun ve bıçak yaralarından dolayı çok kan kaybettiğim için koşarken sendeliyordum. Kurşun değmesin diye de gücümün yettiği kadar zikzak çiziyordum. Allah'ın yardımı ile yarı baygın bir halde o vahşet ve barbarlığın yaşandığı yerden kurtulmayı başardım. Sonradan saydığımda ufak tefekler hariç 27 bıçak darbesi, 2 kurşun yarası, çok sayıda sopa ve keser darbesi almıştım. Tüm bunlardan sonra hâlâ da yürüyebiliyor olmak, Allah'ın lütfundan başka bir şey ile izah edilemezdi. Bir iki sokak sonra çok kan kaybettiğimden nefes alamaz oldum ve yere yığıldım. İnsanlar yanımdan geçiyor ve bana ne olduğunu sorunca, ben 'PKK'li çeteler beni bu hale getirdi.' dedim. Ancak bu cevabı duyanlar, yanımdan hemen uzaklaşıyordu.”

"Sonra öğrendim ki o kişi arkadaşım Şehit Yasin'miş!"

Er, “Yarı baygın bir halde ve kan revan içinde, önünde yığılıp kaldığım binadan bir adam çıktı ve bana yaklaşarak 'Ne oldu, sana bunu kim yaptı' deyince ben 'PKK'li çeteler bana bunu yaptı' dedim. Adam bana 'Kimin kimsen yok mu? Bana numarasını ver, arayayım' dedi. Ben de babamın numarasını verdim. Babam meşgul çalınca amcamı aradık. Adam amcama 'Senin Yusuf adındaki yeğenin burada, gel al götür yoksa kan kaybından ölecek' dedi. Amcam hemen gelip beni özel bir hastaneye götürdü. Beyaz elbiselerim kandan kıpkırmızı olmuştu. Sonrasını zaten hatırlamıyorum. Daha sonra tıp fakültesine sevk etmişler. Orada gözlerimi açtığımda kafası paramparça edilmiş, yakılmış ve tanınmayacak halde olan bir şehidin getirildiğini öğrendim. Sonra öğrendim ki o kişi arkadaşım Şehit Yasin'miş.” dedi.

"Yasin Börü'nün cenazesinin yanında halay çekiyorlardı!"

İnsanlıktan çıkıp canavarlaşan saldırganların Yasin Börü'nün naaşının etrafında ateş yakıp, halay çektiklerini anlatan görgü tanıklarından H.B ise o günlerde şöyle konuşmuştu:

“Saat: 19.00 sularında arkadaşlarımızla helalleşip transit ile Köy-Der'den çıktık. Transitte ikisi yanımda, üçü arkada olmak üzere beş kişi daha vardı. O mahalleyi en küçük sokağına kadar çok iyi biliyordum. Cengizler Caddesi'ne çıktım. Dikkat çekmemek için yavaş yavaş ilerliyordum. İlerideki küçük meydanda PKK/HDP'li çetelerin bir ateş etrafında dolandıklarını gördük. Şehitlerin naaşının olduğunu öğrendiğimiz sokağa girecektik. Fakat cadde kenarına park eden bir araba sahibinin bize meydanı işaret ederek 'orada, orada' demesi üzerine ilerledik. İlerlerken yine de şehitlerin aşağı atıldığı binanın sokağının başında durup baktık. Şehit Riyad'ın kardeşinin, abisinin naaşını almak için fedakârlık yapıp oraya geldiğini gördük. Biz de YDG-H çetelerinin caddeye kadar yerden sürükleye sürükleye (152 adım) götürdükleri şehidi (Yasin Börü'yü) alalım dedik. 15-20 kişilik çete, cenazenin yanında halay çekiyorlardı. Başlangıçta yavaşça yanlarından geçtik. PKK'liler bizleri de kendilerinden sandı. Çevrede başka kimselerin olup olmadığını öğrenmek için biraz daha ilerledik. Dönüşümüzü alırken planımızı yaptık. Ateşin etrafındakileri şaşırtmak ve dağılmalarını sağlamak için hızlanacak şehidin naaşının yanında ani bir fren yapınca yanımdakiler kapkaç yöntemiyle hemen inip şehidin naaşını arabaya alacak ve hızla oradan ayrılacaktık. Fakat hem PKK'lilerin ateş etmeye başlaması hem de Yasin'in naaşının yere yapışmış olması bize vakit kaybettirdi. PKK'lilerin silahlarından çıkan birçok mermi arabamıza isabet etti. PKK'lilerin bize ateş ettiğini gören çevredeki halktan birileri de (yapmış oldukları vahşetten dolayı) havaya ateş ederek PKK'lilerin bize yaklaşmamalarını sağladılar. Yine çevrede tanımadığımız birilerinin de bize ateş eden YDG-H çetelerine ateş ettiğini gördük. Bunun üzerine YDG-H çeteleri kaçtı. Şehidin cenazesini bin bir güçlükle arabaya alınca da oradan ayrıldık. Fakat Köy-Der'e doğru ilerlerken yine de köşelerden bize ateş ediyorlardı.”

"Yasin'in yanık vücudu yere yapıştığı için sadece kollarını kaldırabildim"

H.B. ile birlikte Yasin Börü'nün naaşını almaya giden gönüllülerden biri olan V.B. de şunları anlatmıştı: "Transitten indim. Yasin'i kaldırmaya çalıştım. Fakat Yasin'in yanık vücudu yere yapıştığı için sadece kollarını kaldırabildim. PKK'liler ateş etmeye başlayınca birkaç saçma bana isabet etti, yaralandım. Arkadaşlarım çağırınca transite geri gittim."

Yasin Börü'nün naaşını almaya giden gönüllülerden C.Y ve beraberindekiler, V.B yaralandıktan sonra Yasin'i arabaya almak için çabalarlar…

C.Y yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Transitten indik, şehidin naaşını kaldıralım dedik. Yanık battaniyeyi kaldırdım. Baktım ki şehit tanınmayacak hale gelmiş. Sonradan kimliğini öğrendiğim Şehit Yasin Börü, battaniyesiyle yere yapışmış, zorlukla vücudunu yerden kaldırdım ama parçalanmış kafasını bir türlü yerden kaldıramadım. Sonradan arabayla şehidin kafasının üzerinden geçtiklerini duyduğumda başının neden yerden kalkmadığını anlamıştım. Şehidin gövdesi kucağımda olmasına rağmen kafası bir türlü yerden ayrılmıyordu. En son Bismillah deyip Allah'tan yardım dileyerek var gücümle kaldırmaya çalıştım. Allah'ın yardımı ile Yasin'i tam omuzladığım anda bu kez PKK'li vahşiler tekrar bizlere doğru yoğun bir şekilde ateş ettiler. Canımız pahasına da olsa şehidi arabaya götürmeye kararlıydık. Arkadaşlarım acele etmemi istediler. Allah'ın yardımıyla şehidi arabaya ulaştırdık. Daha sonra PKK'lilerin yapmış oldukları insanlık dışı bu vahşetten nefret etmiş olan çevredeki Kürt halkının, bize ateş eden PKK'lilere ateş ettiğini gördük. Arkadaşlarımla diğer şehitleri de alacaktık ama halen sokaklardan ateş edildiği için diğer şehitleri alamadık. Arabamız kurşunlara hedef olmasına rağmen Allah'a hamdolsun hiçbirimize kurşun isabet etmedi. Bu tamamıyla Cenab-ı Allah'ın yardımıydı."

Abimin vahşi PKK'liler tarafından canavarca hislerle katledildiğini görünce kendimi kaybettim”

Riyad Güneş'in kardeşi Hasan ise ağabeyinin naaşını aldıkları anı şöyle aktarıyordu: "Ben abimin telefonunu ısrarla arayınca en son biri telefonu kaldırdı. Bana 'Burada yaralılar var. Bu telefon onlardan birine ait olmalı. İstersen gel bak, abin mi?' dedi. Ben de arkadaşlarımla birlikte oraya gittim. Telefonu o şahıstan aldım. Adam ağlıyordu. Şehitlerin binadan aşağı atıldığı yere gittik. Kurban eti dağıtmak için evden ayrılan abimin vahşi PKK'liler tarafından canavarca hislerle katledildiğini görünce kendimi kaybettim. Arkadaşlarımın yardımıyla abimin naaşını arabaya aldık. Tam o anda PKK/HDP'li çeteler bizi kurşun yağmuruna tuttular. Kurşunlar kafalarımızın üzerinden geçiyordu. Şoförümüz hemen gaza bastı. Bundan dolayı diğer şehitleri alamadık."

İslami Sivil Toplum Kuruluşları saldırıların ana hedefiydi

PKK/HDP'lilerin Diyarbakır'daki İslami Sivil Toplum Kuruluşlarından Köy-Der ile Cami-Der'e yönelik gerçekleştirdiği saldırılar da tanıkların dilinden kamuoyuna yansımıştı.

Hatırlanacağı üzere önce Selahhattin Demirtaş'ın kendi kitlesine sokağa inmeleri yönündeki çağrısı ve ardından dönemin BDP Diyarbakır İl Başkanı Zübeyde Zümrüt'ün kentte faaliyet gösteren İslami Sivil Toplum Kuruluşlarını IŞİD'çi diye yaftalayarak hedef göstermesiyle saldırılar başlamıştı.

Zümrüt'ün hedef göstermesinin ardından PKK/HDP'liler, birçok İslami kurum gibi Köy-Der ve Cami-Der'i de hedef almış, saldırılarda Köy-Der üyesi Turan Yavaş şehit edilirken, derneğin onlarca üye ve gönüllüsü de yaralanmıştı. Merkez Sur ilçesindeki Cami-Der'e yönelik saldırıda ise derneğin tarihi binası, içerideki Kur'an-ı Kerimlerle beraber saldırganlar tarafından yakılmış, yaşanan hengâmede dernek üyeleri son anda ölümden kurtulmuştu.

Köy-Der'e yönelik gerçekleştirilen saldırının tanıklarından olan S.T, olay günü yaklaşık 100-150 kişilik PKK/HDP'li bir grubun dernek çevresinde toplandığını, durumun anormalliğinden kuşkulandıklarını fakat kendilerine yönelik bir saldırıya ihtimal vermedikleri için pek önemsemediklerini, ancak bir süre sonra grubun, derneğin çevre güvenlik kameralarını kırmaya başladıklarını, bunun üzerine kurban eti dağıtımı ve koordinesini sağlamak üzere dernekte bulunan yaklaşık 15 dernek gönüllüsü ile saldırgan PKK'liler arasında tartışma başladığını, daha sonra PKK'lilerin çekip gittiklerini söylemişti.

Tesettürlü kadını darp edip çocuğunu bıçakladılar

Vahşetin boyutunu kan donduran ifadelerle anlatan tanıklardan M.E, yaşananları şu sözlerle ifade ediyor:

“Dışarıda bir aile kavgası olduğunu, PKK'li çetelerin de bir aileye yardım ederek diğer aileden bir kadına şiddet uyguladıklarını, kadını yere atıp darp ettiklerini, 15-16 yaşlarındaki çocuğunu da bıçakladıklarını duyduk. Bir genç gönüllümüz vurulan tesettürlü kadın ve çocuğunun dernek gönüllülerinden A.A'nın akrabası olduğunu söyledi. Biz de 12-13 kişi dernekten aşağı indik. Yaklaşık 15-20 PKK/HDP'linin tesettürlü bir kadın ve çocuğuna şiddet uygulayıp darp ettiklerini ve bıçakladıklarını, çevredeki diğer PKK'lilerin de onları seyrettiğini gördük. Kadın, yalvararak çevreden yardım istiyordu ama kimse yardım etmiyordu. Biz de PKK'lilere hitaben 'Ayıptır, ne yapıyorsunuz? Bizim örf ve geleneklerimizde kadına el kaldırılmaz. Sözde kadına şiddeti reddettiğinizi söylüyorsunuz. Bu kadın ve çocuktan ne istiyorsunuz. Bırakın gitsinler.' dedik. Buna rağmen PKK/HDP'liler kadın ve çocuğu darp etmeye ve bıçaklamaya devam edince aralarına girip kadın ve çocuğu ellerinden çekerek kurtardık. Burada bize karşı ciddi bir problem yaşanmadı. Saldırganlara da 'Hiçbir Kürt, kadın ve çocuklara karışmaz. Bu davranışı israil askerleri yapıyor, ayıptır. Allah için bırakın kadın evine gitsin' dedik ve kadın ile çocuğunu salıverdik. Ayrıca PKK'lilere 'Derneğimize de taş atmayın, bizim sizinle bir problemimiz yok, eylemlerinizi protestolarınızı IŞİD'e karşı yapıyorsanız gidin onlara tepkinizi gösterin. Bizim IŞİD ile bir ilgimizin olmadığını da zaten biliyorsunuz' diye uyarıda bulunduk. Geri dönüp dernek binasının kapısına vardığımızda bir PKK'li yanımıza gelip hem 'Tamam hocam, bizim sizinle bir problemimiz yok. Olay çıkmasın…' gibi sözleri tekrarlıyor hem de dernek gönüllülerinin tek tek üzerlerini süzüyordu. Bizde herhangi bir silah veya kesici alet olmadığını anlayınca yine aynı kelimeleri sarf edip gitti. Biz tavrından biraz endişelensek de ters bir durum oluşmasın diye bir şey söylemedik, sadece 'Biz de problem çıkmasını istemiyoruz' dedik. Bu şahıs binamızın önünden ayrılıp derneğin olduğu sokaktan Barış Caddesi'ne çıktı. Köşeyi döndü. Bir-iki dakika geçmemişti ki yaklaşık 100 kişilik PKK/HDP'li çetenin ellerinde tüfek, satır ve sopalarla bize doğru koşarak geldiklerini gördük. Sonradan çevredekilerden öğrendik ki en son bize 'Sizinle bir problemimiz yoktur. Olay çıkmasın…' gibi sözler sarf eden kişi gidip PKK/HDP'lilere 'Dernek gönüllülerinin üzerlerine iyice baktım. Hiçbirinde kesinlikle silah yoktur, saldırabilirsiniz' demiş.”

"Daha büyük bir katliamı Köy-Der'de yapacaklardı"

PKK/HDP'lilerin birden bire üzerlerine geldiğini söyleyen tanıklardan S.T, şöyle konuşuyor: "Sonradan öğrendik ki PKK'lilerin Köy-Der çevresinde toplanma nedeni saat 17.00'de diğer İslami STK'larla birlikte bize de eş zamanlı olarak saldırmakmış. Fakat Cenab-ı Allah, onların planını bu aile kavgası ile bozdu. Böylece PKK'liler derneğimize 16.00 sularında saldırınca diğer derneklerde bulunan akrabalarımız ve din kardeşlerimiz bize yardıma gelebildi. Yoksa PKK'liler Yasin Börü ve arkadaşlarından daha büyük bir katliamı Köy-Der'de yapacaklardı. Eli silahlı PKK/HDP'lilerin bize saldırmak üzere koştuklarını görünce hemen kendimizi binanın içine attık. PKK'liler kilidi dahi olmayan kapıyı yaklaşık yarım saat boyunca zorlayarak açmaya çalıştılar. Biz de bina içinde 3-4 kişilik gruplar halinde sırayla sırtımızı binanın dış kapısına dayayarak içeri girmelerine mani olmaya çalışıyorduk. Fakat PKK'li saldırganlar, bina giriş kapısını açamadıklarını görünce kapının üst kısmındaki camları sopalarla kırıp cam parçalarının kapının açılmasına engel olanların üzerine düşmesini ve böylece kapıyı bırakmalarını sağlamaya çalıştılar. İçeride yaralananlar ise nöbetleşe kapıyı tuttular. Daha sonra saldırgan PKK'liler kırılan camlı bölümden içeriye ses bombası attılar. Cam parçalarından ve atılan taşlardan, bazı gönüllüler yaralandı."

“Gecikmiş olsalardı, bizler de Yasin Börü ve arkadaşları gibi vahşice katledilirdik”

Bir başka tanık M.E de dernek içerisine atılan ses bombasının ayaklarının önünde patladığını ifade ederek, içerde yaşananları anlattı…

“Bir kısmımız kapıyı tutuyor diğer bir kısmımız ise kapının üst kısmındaki camlı bölmeden PKK'lilerin içeri attığı taşları dışarı atıyorduk. İçeriye ses bombası attıklarında bomba ayağımın önüne düştü. Tekme vurarak bombayı uzaklaştırabilirdim. Ama bu kez kapıyı tutanlar zarar görür diye vazgeçtim ve sadece 'yüzünüzü kapatın' diye bağırdım. Bomba patladı… Çok çaresizdik. Fakat yine de Allah'tan ümidimizi kesmiyorduk. Hepimiz fırsat buldukça akraba ve ailelerimize telefon açıyor, yardıma gelmelerini, PKK'lilerin bizi katletmek üzere olduklarını söylüyorduk. Hatta en son takatimizin kesildiğini, artık PKK'lilerin içeri gireceklerini düşündük ve birbirimizden helallik aldık. Akrabalarımız ve yakın çevrede olan mütedeyyin halk ve diğer İslami STK üyeleri bize saldıran bu PKK'li gruba müdahale etti. Şayet yardımımıza gelenler 5-10 dakika daha gecikmiş olsalardı, bizler de Yasin Börü ve arkadaşları gibi vahşice katledilirdik.”

"Birden bire Turan Hoca yere düştü, başında durdum, derin derin nefes almaya çalışıyordu"

PKK'lilerin silahla ateş ederek kaçtıklarını aktaran M.E, dernek üyesi Turan Yavaş'ın da bu kurşunlarla şehid olduğunu belirterek, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Kaçan saldırgan PKK/HDP'liler, silahla ateş etmeye başladıklarında Turan Hoca ile geri dönüp dernek sokağına girmeye çalıştık. Birden bire Turan Hoca yere düştü. Başında durdum. Sırtına kurşun isabet etmişti. Derin derin nefes almaya çalışıyordu. A. adlı dernek gönüllüsü Turan Hoca'yı arabasına alıp hemen hastaneye götürdü. Fakat derneğimizin hocası kaldırıldığı hastanede Hakk'ın rahmetine kavuştu.”

"Halk, PKK/HDP vahşetine karşı durdu"

PKK'liler, Köy-Der çevresindeki iki binanın bir-iki dairesinden dernek gönüllülerinden oluşan yaralıların üzerine şişe, sürahi, bıçak, konserve, tahta parçası, mermer ve saksı atmaya hatta bazı kadınlar ısıtıcı, kethell ve çaydanlıklardan bu yaralı gençlerin üzerine sıcak su dökmeye çalışır. C.K, M.Y. gibi birçok kişi bu sebeple yaralanır. Saldırganların peyderpey yaralılara yaklaştıklarını gören çevredeki duyarlı bazı kişiler, kurban etlerini yedikleri bu yaralı dernek gönüllülerinin linç edilmek istendiğini görünce balkonlarında bulunan odunları PKK'li çetelere doğru atarak katletmeye çalıştıkları bu dindar yaralılara yaklaşmalarına izin vermezler.

Hatta bir HDP'li kadının eski bir televizyonu dernek üyelerinden birinin üzerine atmak için balkon korkulukları üzerine kaldırmaya çalıştığını gören karşı binadaki başka bir bayan, eline geçirdiği bir tahta parçasını bu kadına fırlatır. İsabet eden tahta sayesinde televizyon PKK/HDP'li kadının kendi ayağına düşer. Böylelikle bayan, olası bir facianın önüne geçer.

Cami-Der'e saldırı

PKK/HDP'lilerin hedefindeki bir başka dernek de Sur ilçesinde bulunan Cami-Der'di. Saldırganlar, ihtiyaç sahibi ailelere kurban eti ulaştırmak isteyen dernek gönüllülerini dernek binasında diri diri yakmak istedi.

Cami-Der'e yapılan saldırı hakkında dernek başkanı Şeyhmus T. ile Muttalip Y, polisin saldırıya maruz kalan dernek gönüllülerinin can güvenliğini sağlamak için çaba harcamadığına da dikkat çekiyor.

Cami-Der'e yaklaştıklarında derneğe saldıran birkaç kişiyi tekbirlerle ve taşlarla kovaladıklarını ve kaçmalarını sağladıklarını söyleyen Muttalip Y, Cami-Der'de mahsur kalan iki arkadaşı dışarı çıkartıp dernekten ayrılmak üzereyken PKK/HDP'li çetelerin köşe başlarından silahlarla ateş etmeleri üzerine birinin saçmalarla yaralandığını ve hep birlikte tekrar derneğe girmek zorunda kaldıklarını ve böylece dernekte mahsur kalan kişi sayısının 8'e çıktığını aktarıyor.

"Sıkça aradığımız polis bizimle alay edercesine konuşuyordu"

Muttalib Y, yaşananları şu sözlerle anlatmaya devam ediyor: "Bizim silahımız abdestimizdi, imanımızdı, okuduğumuz ayet ve dualardan başka bir şey değildi. Sadece dernek müstakil ve taştan yapılan eski bir yapı olduğu için avludaki büyük taşları kırıp damın girişindeki duvarın arkasından onlara atıyorduk. Ayrıca kış için aldığımız odunları da onlara atıyorduk. Daha önce karşılaşmadığımız ve karşılaşacağımızı tahmin etmediğimiz bir durumla karşı karşıya kalmıştık. Zaman ilerledikçe manevra alanımız da daralıyordu. Soğukkanlı olmaya, panik yapmamaya çalışıyorduk. Ama yine de gençleri görünce onlara bir şey olmasından korktuğumuz için endişeleniyor, Allah'tan yardım diliyorduk. Defalarca polisi aramamıza rağmen bize 'Biz gelemiyoruz, başınızın çaresine bakın, iyi günler' diyerek kapatıyorlardı. Sıkça aradığımız için polis en son bizimle alay edercesine 'Tamam, güvenli olan Balıkçılarbaşı'ndaki ana caddeye gelin sizi alalım' deyince ben kendisine kızarak 'Bizimle dalga mı geçiyorsunuz. Ben, sana dernek binasında mermiler altında sıkıştığımızı söylüyorum sen bizden ana caddeye gelmemizi istiyorsun. Ben ana caddeye gelebileceksem ne diye sizi arıyorum.' dedim ve telefonu kapattım."

Polisin görevini yapmayacağını anladıklarını, kendilerine yardım etmeleri için diğer İslami kuruluşların gönüllülerine çağrıda bulunduklarını aktaran Muttalib Y, sonraki süreci anlatmaya şöyle devam ediyor:

Yardıma gelmeye çalışanlar da sokaktaki PKK'lilerin saldırısına uğradıkları için Cami-Der'e yetişemediler. PKK/HDP'li çeteler, Diyarbakır'daki İslami kurumlara eş zamanlı saldırı yaptıkları için diğer derneklerdeki duyarlı kardeşlerimiz de kendi derneklerini korumaya çalıştıklarından dolayı yardım isteklerimize o anda toplu olarak cevap veremiyorlardı. Bir süre sonra yardımımıza gelen 8 kişilik bir grubun da bir binanın çatısında sıkıştırıldığını ve çevre binalar üzerinden kendilerine ateş edildiğini duyunca daha çok tedirgin olup heyecanlandık. Bizim için fedakârlık yapıp gelen kardeşlerimizin şehit edilmek üzere olması bizi derinden üzdü.

Daha sonra çatılardan saldıran PKK'lilerin mermileri bitmiş olmalı ki bir süre sessizlik hâkim oldu. Ayrıca yardımımıza gelen bazı dindarların, saldırganların dikkatini kendilerine çekerek uzaklardaki köşe başlarından silahlılara taş attıklarını sonradan öğrendik. Bu kovalamacadan dolayı oluşan sessizlikte çıkıp gitmeyi düşünürken kapımız çalındı. Komşumuz olan iki dernek gönüllümüz bir yolunu bulup yardıma gelmişlerdi. Yanlarında birer tane sopa getirmişlerdi. Biz kendilerine 'Allah razı olsun buraya kadar hayatlarınızı tehlikeye atıp bize yardıma geldiniz. Fakat sopalar işe yaramaz ki keşke kendinizi de tehlikeye atıp gelmeseydiniz' dedik. O iki arkadaş 'Hocam, sizin burada böyle hunharca katledilişinize göz yumamazdık. Silahımız da yoktu ama yine de Hazreti İbrahim'in atıldığı ateşi söndürmek için su taşıyan karınca misali safımız belli olsun yoksa Allah'a hesap veremeyiz deyip geldik. Şehit olacaksak beraber olalım. PKK'liler yardıma gelenleri kovaladılar sonra tekrar derneğe yöneldiler. Derken yine kapı çalındı, komşu bir dernek gönüllüsü idi. O da evdeki ekmek bıçağını alıp getirmişti. O da az önce gelen iki dernek gönüllüsü gibi aynı samimiyetle gelmişti. Biz yine dernekten çıkmayı düşünürken PKK/HDP'li çeteler cephanelerini yenilemiş olmalı ki tekrar sokak köşelerinden ve diğer damların üzerinden ateş etmeye başladılar. Bizler tekrar içeri girdik. Saldırganlar birilerinin derneğe yardıma geldiklerini görmüşlerdi.

Bir süre sonra saldırganlar dernek kapısına dayandı. Kapıyı kırıp içeri girmeye çalışıyorlardı. Kapıya silah sıkıyorlardı ama Allah'ın yardımı ile kapı kırılmıyordu. Birden karşılıklı tüfek sesleri geldi ve kapıyı kırmaya çalışanlar yaralandıkları için bağrışıp kaçışmaya başladılar. Birilerinin yardıma gelip kapıyı kırmaya çalışanlara ateş ettiğini ve onları kapının önünden uzaklaştırdığını anladık. Fakat uzun sürmedi. Tanımadığımız bu yardıma gelen kişilerin mermileri bitince geri dönmek zorunda kaldılar. Daha sonra halen kim olduğunu bilmediğimiz yardımımıza gelenlerden biri bir şekilde karşı evlerden birinin çatısına çıkarak derneğe kurşun yağdıranlara beklemediği bir anda pompalı tüfeğiyle ateş etti. Yaralanan PKK'liler bağrışıp kaçışmaya ve uzaklaşmaya başladılar. Ancak PKK'lilere damdan ateş eden kişinin de bir süre sonra mermisinin bittiğini silah seslerinin kesilmesinden anladık.”

"Mermi vızıltıları altında nöbetleşe namaz kılıyor, nöbetleşe taş atıyorduk"

PKK/HDP'lilerin saldırısı sırasında Cami-Der'de bulunan Ö.Y. ise şunları anlatıyor: "Artık karanlık çökmeye başlamıştı. Mermi vızıltıları altında nöbetleşe namaz kılıyor, nöbetleşe taş atıyorduk. Derken PKK'lilere ek destek gelmiş olmalı ki birden bire dört taraftan hiç kesintisiz bir şekilde derneğin bitişik damlarından kaleşnikoflarla taramaya başladılar. Derneğin damından saldırgan çetelere taş atan diğer gönüllülerimiz kendilerini aşağı atmak zorunda kaldılar. Artık silah sesleri yaklaştığı gibi konuşma seslerini de duyuyorduk. Bize 'Etrafınız sarıldı, teslim olun' diye sesleniyorlardı. Hepimiz birbirimizle helalleştik. Bazılarımız ailelerini ve tanıdıklarını arayıp helallik istedi. Art arda kelime-i şehadet getiriyorduk. Bir ara 'Allah'ım, Ya Rabbim! Bu saldırgan vahşilerin canını almadan bizim canımızı alma.' diye dua ettim. Yanımdakiler de 'amin' dediler."

Muttalip Y, ölümle yaşam arasında gidip gelen süreci anlatmaya devam ediyor…

“Saldırganların konuşmaları ve ayak seslerini duymaya başlayınca gençleri içeri aldık ve son bir şans olarak yaşı büyük birkaç kişiyle dama çıkan merdivenin dibinde gizlendik. Planımız; canımız pahasına da olsa silahlarıyla merdivenden inecek olanları sopalarımızla vurup üzerlerine atlayarak ellerindeki silahları almaktı. Zaten başka çaremiz de yoktu. En azından içerde bulunan 18-20 yaşlarındaki gençlerden önce biz canımızı feda edelim, dedik. Her taraf karanlıktı. Bizler merdiven dibinde beklerken silah sıka sıka yaklaşıyorlardı. Artık ayak seslerini de duyuyorduk. Dua etmekten başka bir şey yapamıyorduk. Çete üyelerinden biri merdivenin tepesine yaklaştı. Bu arada dört bir taraftan rastgele silah sıkıyorlardı. Derken saldırganların sıktığı kurşunlardan bir kaçı merdivenin tepesinde bulunan kendi arkadaşlarına değdi ve yaralanan saldırgan, inlemeye çevresindekiler de bağrışmaya başladı. Yaralı avazının çıktığı kadar bağırıyordu. Sonra sesi kesildi. PKK'lilerde bir panik başladı. Yanındakiler diğer HDP'li arkadaşlarına 'Durun! salaklar! Kendi arkadaşınıza ateş ettiniz' diye bağırıyordu. Yaralı, kan kaybettiği için onu hastaneye götürdüler. Biz merdivenin başındakilerin aşağı inmesini bekliyorken Allah, onları birbirine vurdurtmuştu. Rabbimizin yardımıyla bir süre silah sesi kesildi.

Kısa bir süre sonra saat 19.30 sıralarında hem sokaklardan hem de damların üzerinden tekrar silah sesleri gelmeye başladı. Biz tekrar ilk taş attığımız dam girişinden eli silahlılara taş atmaya başladık. Bir süre sonra tekbir çeken bir grupla PKK'li çetelerin karşılıklı yoğun silah sesleri gelmeye başladı. Kurşunların Cami-Der'e isabet etmemesi için birilerinin saldırgan PKK'lilerle çatıştığını anladık. Silah sesleri yaklaşık yarım saat sürdü. Daha sonra birilerinin dernek kapısı önüne kadar geldiğini fakat derneğe değil de farklı noktalara ateş ettiklerini anlayınca PKK'li olmadıklarına kanaat ettik. Bir süre sonra tanımadığımız bu kişiler Cami-Der'in kapısını çaldılar ve bize 'Selamun Aleykum. Kardeşler! Sizlere yardıma geldik. Çabuk çıkıp evlerinize gidin' dediler. Biz de hemen dernekte mahsur kalanlarla birlikte derneğin civarında bulunan bir eve topluca girdik.”

"Derneği ateşe verdiler"

Dernek üyelerinin sağ salim olay yerinden kurtulması üzerine saldırganlar, dernek binasına gelip hem derneğin odalarına hem de avluya getirdikleri Kur'an-ı Kerimlerin üzerine benzin dökerek derneği 21.30 sularında ateşe vermişti.

“Sıkılan yüzlerce mermiye rağmen hiçbirimize herhangi bir mermi değmedi”

Dernekteki gönüllüler saldırılardan kurtulurken, onlara yardıma gelen 8 kişi ise PKK/HDP'lilerin saldırılarına maruz kalmış, bir binanın damına saklanmışlardı. Saldırılardan zarar görmemek için dama sığınanlardan E.R. ve R.S. de yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor:

"Binanın damında olduğumuzu görünce hemen bizlere ateş ettiler. Hepimiz kendimizi yere attık. Bina damının korkulukları da kısa olduğu için hep uzanmış halde kaldık. Allah'a şükürler olsun bize sıkılan yüzlerce mermiye rağmen hiçbirimize herhangi bir mermi değmedi. Yardım talepleri için herkes ailelerini arıyordu. Arkadaşlarımızın yavaş yavaş telefon şarjları bittiğinde bu kez 'Tüm telefonlara cevap verelim ama görüşmeyi kısa tutup kapatalım' dedik. Ancak başlangıçta şarjları cömertçe kullandığımız için hepimizin şarjı tek tek bitti. Sonradan öğrendik ki, hepimizin annesi bizlere ulaşamayınca hepimizin (Yasin Börü ve arkadaşları gibi) şehit edildiğimizi düşündükleri için bayılmış ve hastaneye kaldırılmışlar. Ailelerimiz Sur İlçe Emniyet Müdürlüğüne defalarca gitmesine rağmen polisler, onlara da çocuklarınıza söyleyin 'Balıkçılarbaşı caddesine gelsinler onları alalım, başka türlü şu an yardımcı olamayız' demişler.”

Damda mahsur kalan gençler gecenin ilerleyen saatlerinde kurtarılırken, geriye uzun yıllar unutulmayacak bir acı miras kalmıştı.

6-8 Ekim sürecinde başta Diyarbakır olmak üzere bölgede yaşananlar, Müslüman Kürt halkının daha önce hiç görmediği bir vahşet ve barbarlığı içeriyordu. İhtiyaç sahiplerine kurban eti dağıtan gençler acımasızca katledilmiş, binadan aşağı atılmış ve bedenleri yakılmıştı. Saldırgan grubun içerisinde her yaştan canilerin yer aldığı görülmüş, özellikle kimi kadınların gösterdiği tavır ise PKK'nin nasıl da barbar bir nesil yetiştirdiğini gözler önüne sermişti.

Yargı süreci

Vahşi cinayetin ardından açılan davanın 24 Nisan 2017'deki karar duruşmasında 41 sanıktan Abdurrahim Pamuk, Ahmet Taylan, Ali Güler, Ali Karakurt, Burhan Dicle, Cevher Türk, Cihan Yıldız, Erkan Balaban, Hasan Uyanık, Mehmet Çağlar, Mehmet Şah Yüce, Remzi Özşan, Resul Savur, Rıdvan Baş, Uğur Doğanay ve Ümit Doğanay, "4 kişiyi canavarca his saikiyle öldürme" ve "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" suçlarından 5'er kez ağırlaştırılmış müebbet, sanıklar Mecnun Akkoyun ve Sedat Çoban ise aynı suçlardan 5'er kez müebbet hapse mahkum edildi.

Olayların yaşandığı dönemde HDP Eş Genel başkanları olan Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın da soruşturma kapsamında sonraki süreçte Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliğinin kararıyla tutuklanmalarına karar verilmişti.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 25 Eylül'de ise eski HDP milletvekillerinin de arlarında bulunduğu 82 zanlı hakkında gözaltı kararı çıkarttı. 7 ilde düzenlenen operasyonda 20 zanlı yakalandı.

Emniyetteki işlemlerin ardından sevk edildikleri adliyede mahkemeye çıkarılan şüphelilerden HDP'li Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen ile Nazmi Gür, Ayla Akat Ata, Emine Ayna, Emine Beyza Üstün, Bircan Yorulmaz, Bülent Barmaksız, Can Memiş, Dilek Yağlı, Günay Kubilay, Zeki Çelik, Ali Ürküt, Pervin Oduncu, Alp Altınörs, Berfin Özgü Köse, Cihan Erdal ve İsmail Şengün tutuklandı.

Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan ve Gülfer Akkaya ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

“Tutuklamalar acımızı dindirmedi, vahşete göz yuman yetkililer de yargılansın”

Başlatılan soruşturmayı ve tutuklamaları geç alınmış bir karar olarak değerlendiren Şehid Yasin Börü'nün Annesi Hatice Börü, o olayların müsebbiplerinin yanı sıra 6-8 Ekim vahşetine göz yuman devlet erklerinin ve idari yöneticilerin de yargılanmaları gerektiğini söyledi.

Katliamın yaşandığı gecenin üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen tutuklanmaların acılarını dindirmediğini belirten acılı anne Börü, "Sadece yaptıkları yanlarına kar kalmaması bizim için sevindiricidir. Ama yine de yeterli değildir. Yasin ve arkadaşlarını katlettikleri için Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın da yargılanmalarını istiyorum. Devlete ihanetten olan cezalarını çeksinler. Fakat özelikle 'Yasin ve arkadaşlarının katili Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'tır.' şeklinde belirtilsin. Onların o davadan yargılanıp, cezalarını çekmelerini istiyorum." dedi.

Anne Börü, olayların yaşandığı süre zarfında görevlerini yapmayarak Yasin ve arkadaşlarının ölümüne sebebiyet veren idari personellerin de yargılanmaları gerektiğini sözlerine ekledi. (İLKHA)



Bu haberler de ilginizi çekebilir