• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...
AİLEYİ YIKIYOR NESLİ YOK EDİYOR!
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

DOĞRUHABER

Aileyi yıkan yasa olarak bilinen 6284 nolu yasanın dayanağını oluşturan ve sapkın grupları meşrulaştırdığı, aileyi tehdit ettiği için toplumun tüm kesimlerinin tepkisini çeken ‘İstanbul Sözleşmesi’ ile ilgili SDAM tarafından kapsamlı bir analiz yayımlandı. Akademi çevrelerince ilgi gören analizde Sözleşmenin neden feshedilmesi gerektiği tüm yönleriyle anlatıldı. Ayrıca sözleşmenin kadını korumadığı ve aileye zarar verdiği vurgusu yapıldı. Analizde sözleşmede geçen ‘ev içi’, ‘partner’, ‘cinsel yönelim’ ve “toplumsal cinsiyet eşitliği” gibi kelimelerin bilinçli olarak seçildiği ve sapkın grupların bu kelimeler üzerinden hukuki meşruiyet kazandığı uyarısı yapıldı.

“TÜRKİYE ÇEKİNCE KOYMADAN SÖZLEŞMEYİ UYGULAYAN İLK ÜLKE OLDU”

Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi (SDAM) tarafından hazırlanan “Cinsel Sapmaya Hukuki Korumadan Kadına Yönelik Şiddetin Artmasına: İstanbul Sözleşmesi” başlıklı analizde sözleşmenin oluşturduğu tahribata vurgu yapıldı. Sözleşmenin sadece 26 dakikada ve tartışılmadan meclisten geçirildiğine dikkat çekilen analizde, “Türkiye sözleşmeyi ilk imzalayan, onaylayan ve uygun bulan devlet olmuştur. Türkiye, içinde Türkiye’nin toplum dokusuyla uyuşmayacak kavram ve düzenlemeler olmasına rağmen Sözleşme’yi çekincesiz imzalamıştır. Sözleşme, bugüne kadar 34 ülke tarafından onaylanmıştır. Avrupa Konseyi üyesi 47 ülkenin Sözleşmeye taraf olma durumlarına bakıldığında, 34 ülkenin sözleşmeyi imzalayıp onayladığı; 11 ülkenin Sözleşmeyi imzalamakla birlikte onaylamadığı (İngiltere, Ukrayna, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan, Moldova, Macaristan, Ermenistan, Letonya, Lihtenştayn, Litvanya, Slovakya) görülmektedir. Avrupa Birliği de Sözleşmeyi 2017 yılında imzalamış olmakla birlikte onaylamamıştır. Öte yandan, Rusya ve Azerbaycan’ın yanı sıra gözlemci ülke statüsünde olan Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Kanada, Meksika ve Vatikan ise Sözleşme’yi imzalamamıştır. Sözleşmeyi imzalayan ve/veya onaylayan 22 ülke (ör. Almanya, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Ermenistan, Finlandiya, Fransa, Gürcistan, Hırvatistan, İsveç, İsviçre, Yunanistan) Sözleşme’ye çekince koymuştur.” denildi.

“KANUNLA ÇATIŞTIĞI ZAMAN KANUN DEĞİL SÖZLEŞME UYGULANIYOR!”

Analizde ‘İstanbul Sözleşmesi’ metninin ‘hukuk dilinden uzak olduğu tespitinde bulunulurken muğlak maddelerin çokluğu ve tanımlamaların belirsiz olduğuna işaret edildi.  Analizin devamında “Anayasa’daki hüküm gereği İstanbul Sözleşmesi, iç hukukta güçlü bir yere sahiptir. Zira temel hak ve özgürlüklere ilişkin olduğu için bir kanunla çatıştığı zaman kanun değil Sözleşme uygulanacaktır. Dolayısıyla kanunlardan daha üstün bir güce sahiptir. Aynı zamanda meclisten geçtikten sonra Anayasa’ya aykırılık sebebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılamıyor. Bu da somut norm denetimi yolunu kapatmaktadır. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, İstanbul Sözleşmesi’ni esas aldığını belirtmiştir. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi aile hukuku alanında üst ve temel bir konuma sahiptir.” İfadelerine yer verildi.

“GAYRİ MEŞRU BİRLİKTELİKLERE HEM MEŞRUİYET HEM HUKUKİ KORUMA SAĞLANIYOR”

SDAM’ın analizinde ‘İstanbul Sözleşmesi’nde geçen ‘ev içi’ ve ‘partner’ kavramları bilinçli olarak seçilmiş ve gayri meşru birlikteliklere hem meşruiyet kazandırıldığı ve hukuki koruma sağlandığı belirtilirken, şu tespitlerde bulunulmuştur: “İkinci bir konu da toplumsal gerçekliğimizde, doğal hukuk teorisinde ve halkın çoğunluğunun mensup olduğu İslam dininde yeri olmayan cinsel sapmalara ilişkin düzenleme getirmiş olmasıdır. Sözleşme’nin “Temel Haklar, Eşitlik ve Ayrımcılık Yapmama” başlıklı 4. maddesinin ilgili yeri şu şekildedir: “Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, bireylerin cinsel yönelim/tercih, toplumsal cinsiyet kimliği durumuna bakılmaksızın herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.” ‘Cinsel yönelim’, ‘toplumsal cinsiyet kimliği‘ ve ‘partner’ kelimeleri Sözleşme müzakerelerinde en çok tartışılan kavramlar olmuştur. Farklı ülkelerde bu kelimeler üzerine bir uzlaşmanın sağlanmamış olması ve tartışılması üzerine İstanbul Sözleşmesi’ne vücut veren Avrupa Konseyi kavramlara ilişkin bir tanımlama getirmiştir.”

“SÖZLEŞME HER TÜRLÜ CİNSEL SAPMAYI KORUMA ALTINA ALIYOR”

‘Cinsel tercih’ ve ‘toplumsal cinsiyet kimliği’ kavramlarının tanımlarına yer verilen analizde, “Avrupa Konseyi’nin yaptığı tanımlarda gösteriyor ki Sözleşme her türlü cinsel sapmayı koruma altına alıyor. Türkiye’de yapılan LGBTİ+ yürüyüşlerinin yasal dayanağını bu sözleşme oluşturuyor.” tespitine yer verildi.

“18 YAŞINDA KÜÇÜK KIZLARA ‘KADIN’ TANIMLAMASI PEDOFİLİYE HUKUKİ BİR ZEMİN OLUŞTURUYOR”

Analizde pedofili gibi sapkınlığa bile kapı aralayacak bir maddeyi de içerdiği belirtilirken “İleride pedofili, zoofili, nekrofili gibi durumları da oraya eklerlerse şaşırmamak gerekir, zira sapmanın sonunun olmadığını kendileri belirtmiş. İstanbul Sözleşmesi’nde pedofiliye yorumlanacak bir madde var. 3. Maddenin f bendi şu şekildedir: “ ‘kadın’ terimi, 18 yaşından küçük kızları da kapsayacaktır.”

Küçük kız çocuklarının neden kadın olarak nitelendiğinin mantıklı bir izahatı yok. Ancak şunu söyleyebiliriz ki kız çocuklarını “kadın” olarak tanımlayanlar gelecekte pedofiliye hukuki bir zemin oluşturmuş oluyorlar.” Uyarısında bulunuldu.

“SÖZLEŞMEDE KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN KAYNAĞI AİLE VE ERKEK GÖSTERİLMİŞTİR”

Analizin devamında, “İstanbul Sözleşme’si, feminist bir ruh ve toplumsal cinsiyet ideolojisi bakış açısıyla yazılmıştır. Şiddet sorununa yaklaşım, önerilen çözüm önerileri ve şiddetin kaynağına ilişkin söylemler feminizmin metne hakim olan ideoloji olduğunu göstermektedir” denilerek sözleşmenin altında yatan ideolojinin aile kurumunu yıpratmak üzerine kurulduğu ifade edilmiştir.  Analizde ayrıca, “Kadına yönelik şiddetin kaynağı olarak erkek görülüyor. Kadın ve erkeği birbiriyle çatıştıran, iki cinsin fıtratını yok sayan, kadınların tüm sorunlarının erkeklerden kaynaklandığını belirten feminizmin perspektifinden konu ele alınmıştır.” İfadelerine yer verilmiştir.

“SÖZLEŞME İLE BİRLİKTE DİN VE AHLAKIN TOPLUMSAL İLKELERİ BERTARAF EDİLMİŞTİR”

Sözleşmedeki şiddet tanımının çok geniş ve belirsiz olduğu belirtilen SDAM analizinde, “Şiddet; fiziksel, duygusal, cinsel, ekonomik ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet olmak üzere tanımlanıyor ve ucu açık bir şekilde kapsamı geniş tutuluyor. Örneğin bir kız çocuğu babasından veya bir kadın kocasından izinsiz dışarı çıkmak istediğinde baba ve koca ‘benden izin al diyemez’, derse bu psikolojik şiddet kapsamına girer. Siz, dini veya ahlaki herhangi bir gerekçe ileri süremezsiniz. Erkek, çalışan karısına ‘maaşını bana ver, paralar bende kalsın’ derse bu ekonomik şiddet kapsamına girer ve sözleşmeye göre siz hiçbir mazeret sunamazsınız. Bu düzenleme ile din ve ahlakın toplumsal ilkeleri bertaraf ediliyor.” tespitine yer verildi.

“TOPLUM CİNSİYET EŞİTLİĞİ AİLEYİ VE FITRATI HEDEF ALIYOR”

Analizin devamında şu ifadelere yer verilerek tehlikenin boyutlarına dikkat çekilmiştir:  “Toplumsal cinsiyet eşitliği, insan fıtratı ve aile kurumunu hedef alıyor. Bu teorileri esas aldığınız ve uyguladığınız takdirde cinsel sapmaya giden yolu açmış ve hazırlık yapmış olursunuz. Zira bir kız çocuğunu erkek veya erkek çocuğunu kız gibi yetiştirdiğinizde ( toplumsal cinsiyet eşitliği uygulamaları bunları öngörüyor) ilerde onlar bir cinsiyet bunalımı yaşar ve sapmış cinsel tercihlere meyletme olasılığı artar. Bunun yanında kadın ve erkek arasındaki farklılığı yok ettiğinizde, her cinsin kendi fıtratına uygun hak ve yükümlükler üzerine bina olunmuş aile kurumunu tahrip eder ve yok olmasını sağlamış olursunuz. Ailenin olmadığı yerde diğer toplumsal gruplarda olmaz ve toplumun geleceği tehlikeye girer. Nitekim toplumsal cinsiyet politikalarını uygulayan ülkelerde cinsiyet bunalımı yaşanmakta ve aile kurumu yok olmuş durumdadır”

“ŞİDDETİN KAYNAĞI YANLIŞ TANIMLANMIŞ; ALKOL, FAKİRLİK VE MADDE BAĞIMLIĞINA YER VERİLMEMİŞTİR”

Alkol ve diğer madde bağımlılıklarının kadına yönelik şiddetin en önemli sebeplerinden biri iken sözleşmede buna hiç yer verilmediği tespitinin yapıldığı analizde “İstanbul Sözleşmesi ise bu etkenler üzerinde durmamış, konuyu toplumsal cinsiyet merkezinde ele almıştır. Şiddetin kaynağını ataerkil zihniyette görmüş, bununla mücadele edilmesi için eğitimden iş hayatına kadar düzenleme yapılmasını istemiştir. Şiddetin kaynağına ilişkin veriler ortadayken ve şiddetin ana etkenleri belliyken özellikle bunların görmezden gelinmesi, sadece şiddetin kaynağı olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin görülmesi yine akla feminist düşünceyi ve kapitalist güçlerin emellerini getirmektedir.” cümlelerine yer verildi.

“DİNİMİZİN EMRİ OLAN UZLAŞMA VE ARABULUCULUK SÖZLEŞME İLE YASAKLANMIŞTIR”

Sözleşme’nin çözüm odaklı olmadığı belirtilen analizde arabuluculuk ile ilgili şu ifadelere yer verilmiştir: “Aile meselelerinde arabuluculuk ve uzlaştırma toplumsal gerçekliğimizin bir parçası ve yaygın uygulama alanına sahip bir yöntemdir. Aile sorunlarının çoğunun ilk yıllarda meydana geldiği bilinmektedir. Genç olan aile üyeleri arasındaki problemler, iki tarafın bilgin ve tecrübeli insanları tarafından çözüme kavuşturulması yaygın ve etkili bir yöntemdir. İstanbul Sözleşmesi, toplumsal gerçekliğimize uygun, uygulamada başarılı sonuçlar veren ve dinimizin emri olan arabuluculuk ve uzlaştırma kurumunu aile meseleleri için yasaklamaktadır. Çözüm için tarafları soğuk, kalabalık adliye ortamına ve daha çok tazminat alabilmek için karşı tarafa kusur atfetme görevinde bulunan avukatlara havale etmektedir.”

SİYASİ PARTİLER SÖZLEŞMEYE NASIL BAKIYOR?

Siyasi partilerin sözleşmeye karşı tutumlarına da yer verilen analizde sözleşmenin AK Parti hükümeti tarafından imzalanmasına karşın tabandan ciddi tepkiler ve karşı duruşlar geldiği ifade edilmiştir. CHP ve HDP’nin ise sözleşmeyi şiddetle savunduğuna analizde yer verilmiştir. Gelecek ve DEVA partilerinin de sözleşmenin kadına yönelik şiddeti önlediği gerekçesiyle savunulduğu da analizde yer almıştır. HÜDA PAR’ın sözleşme karşıtı, aileyi ve nesli savunan tavrına dikkat çekilen analizde HÜDA PAR’ın “Sözleşmeye uyarlanan ilgili yasalar ve saha uygulamaları, sözleşmenin sözde gerekçesini teşkil eden kadına yönelik şiddeti engellemediği gibi, daha da artıran bir mekanizma üretmiştir.” açıklamalarına yer verildiği görüldü.

“AİLENİN KORUNMASI TÜRKİYE İÇİN ‘BEKA’ SORUNUDUR”

Sözleşme metninin bütün bir şekilde ele alınması gerektiği belirtilen analizde bazı maddelere çekince konulmasının mümkün olmadığı ve feshedilmesi gerektiği ifade edildi.  Analizde çözüm önerisi olarak ise kendi değerlerimize uygun kadına ve her türlü şiddete engel olabilecek ortak bir metin oluşturulabileceği ve Türkiye’nin bu bilgi birikimine sahip olduğu önerisine yer verildi. Sonuç kısmında ise “Sorunların esaslı çözümü için, aile ve kadın konusunda bir zihniyet dönüşümünün yaşanması gerekmektedir. Ailenin korunması gibi tabii cinsiyete karşı geliştirilen/propaganda edilen/teşvik edilip dayatılan cinsel tercihlere yönelik koruma ise insanlık soyunun geleceği açısından bir güvenlik tehdididir ve Türkiye’de de bir “beka” sorunu olarak değerlendirilmek durumundadır. Hiçbir yaklaşım, görüş bu tehdidi hafifseyecek yönde olmamalı, bu yönde dayatmalar dikkate alınmamalıdır” denildi.

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir