Araştırmacı-Yazar Baran, tanıkların dilinden Zilan katliamını anlattı
13 Temmuz 1930 yılında Van’ın Erciş ilçesinde on binlerce Müslüman Kürdün, çoluk-çocuk demeden toplu olarak katledildiği Zilan Katliamının üzerinden tam 90 yıl geçti.
Yaşanan vahşetin öncesi, katliamda meydana gelen olaylar ve sonrasındaki gelişmeleri tanıkların dilinden aktaran Araştırmacı Yazar Mehmet Baran, tüyler ürperten insanlık dramına dikkat çekti.
Zilan Katliamının 90’ıncı sene-i devriyesi olması münasebetiyle yaşanan vahşetin tarihsel sürecinden bahseden Baran, “Bugün Zilan katliamının yıldönümüdür. Rivayetlere göre 1930 yılının Temmuz ayı katliamın başlangıcı olarak geçmektedir. Olayın şahitleriyle görüştüğümüzde katliamların ekin zamanı dediğimiz temmuz ayında başlayıp kış mevsiminde karın yere düşmesi dönemlerine kadar devam ettiği söylenmektedir.” dedi.
Baran, “Öyle bir hal almıştı ki Zilan bölgesinde hiçbir insan bırakmamışlardı. Köylerden kadın-erkek, çoluk-çocuk herkesi öldürüp evlerini yakıyorlardı. Oralardan topladıkları hayvanları da sürü halinde Erciş’e getiriyor, orada kurulan komisyona teslim ediyorlardı. Komisyona teslim edilen hayvanlar, gemiye bindirilerek Tatvan’a getiriliyor ve Güneydoğu illerine satışı yapılıyordu.” ifadelerini kullandı.
“Bu zulüm bir gün değil, yıllarca devam etmiştir”
Katliamın uzun bir zaman zarfına yayıldığına dikkat çeken Baran, “Zilan katliamı temmuz aylarında başlayıp kar yağışına yani kış mevsimine kadar devam etmiş. Fakat bu süre zarfının haricinde Cumhuriyetin askerleri tarafından yıllarca zulüm devam ettirilmiştir. Öyle bir hal almış ki Zilan’dan kurtulanında peşine düşülmüş, nerelerde saklandıklarını tespit edilerek ya öldürülmüş ya da zindanlara atılmışlardır. Yani aslında Zilan katliamı yıllarca devam etmiştir.” şeklinde konuştu.
Zilan katliamını tanımladıktan sonra katliam öncesi meydana gelen hadiseleri aktaran Baran, “Zilan katliamı öncesini özetlersek; Şeyh Said Kıyamından sonra Mustafa Kemal, Kürdlerin önde gelen şahsiyetleri dediğimiz âlimlerin, liderlerin veya şeyhlerin yeni bir kıyam başlatmaları ihtimalini gözeterek topraklarından uzaklaştırıyor, sürgün ediyordu.” diye belirtti.
O dönemde devletin yürüttüğü baskıcı uygulamaların halkın tepkisine neden olduğuna vurgu yapan Baran, “Bölge halkı ise 'devletin aleyhine bir girişimimiz olmamış, askerleri öldürmemişiz. Kendi topraklarımız üzerinde yaşamımızı sürdürüyoruz. Neden bizleri sürgün ediyorlar? Gerekçeleri nedir?' diyerek uygulamaya tepki gösteriyorlardı.” dedi.
“Bu ayaklanma, dayatılan sürgünler neticesinde halkın silahlanıp dağa çıkmasıdır”
Bu durum karşısında Ağrı’da 1926 yılında başlayan ayaklanmaların 1930’da yaşanan Zilan katliamı ile sona erdiğini söyleyen Baran, “Bu aktarılanların tümü birbirileriyle bağlantılıdır. Bu ayaklanma, dayatılan sürgünlerin kabul edilmemesi neticesinde halkın silahlanıp dağa çıkmasıdır. Burada ismi geçen Zilan, kişilerin saklanabilecekleri bir dağlık yayla bölgesidir. Normal şartlarda halkın hak ve hukukunu çiğnemiş olan kaçak denilen şahıslarda buralara yerleşmiş ve oradakilere de zorluklar çıkarmışlardır. Oradaki halkın malını, mülkünü gasp ediyorlardı. Bu da yetmezmiş gibi çevredeki karakollara saldırıyor, askerleri esir alıyor ve bu esirleri tarım işinde çalışmak üzere köylülerin hizmetine veriyorlardı. Hatta o köylülerde, tarımdan anlamadıkları sebebiyle askerleri Erciş’e götürüyor ve ilçe Belediye Başkanı’na teslim ediyorlardı.” şeklinde konuştu.
“Derviş Bey’e yetki verilerek Zilan, bölge halkı için cehenneme dönüştü”
Katliamda yaşanan olayları özetleyen Baran, şöyle devam etti: “Bu bahane ve gerekçelerle devlet, Derviş Bey’e yetki vererek Zilan'ı bölge halkına cehenneme çevirdi. Bilindiği üzere Zilan, 3 bölgede ele alınır ve her bir bölge başka aşiretin himayesindedir. Bu aşiretler; Bekir Ağa, Hemoi ve Hacı Deria aşiretleridir. Devlet ilk baskısını Deria aşiretine uygulaması nedeniyle en büyük zayiatı veren onlardır. Köy baskınlarında yakalanma ihtimali olan erkekler kaçıp saklanıyorlardı. Köylüler; askerin kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden herkesi öldüreceklerini tahmin etmiyorlardı. Askerler köye girdiklerinde kadınları ‘ifadeniz alınacak’ bahanesiyle toplayıp götürüyorlar. Hatta bazı köy muhtarlarını da aynı şekilde kadınlarla beraber götürüyorlar. Tabi bunları evlerden çıkarırken ve sözde ifadeleri alınacak bahanesiyle götürdüklerinde kızlara ve gelinlere ‘ziynet eşyalarınızı da yanınıza alın. Siz buralarda yokken eşyalarınız çalınmasın.’ deniliyor.”
Katliam sonrasında geride kalan dramatik sahneleri hatırlatan Baran, “Bu köylüler katledildikten sonra kimisinin pişirdiği ekmek hamurları tandırlarında, kundakta bırakılan çocuğu evde, otlatmak için ahırlardan çıkarılan hayvanlar dışarıda kalmıştı. O hamurlar taş, kundaktaki bebek açlıktan, susuzluktan veya ağlamaktan ölmüş, hayvanlar telef olmuştu. Çünkü o kadınlar gitmişti ama tekrar geri dönememişti.” dedi.
“Çocuklar süngü uçlarıyla yerlere fırlatıldı”
Konuşmasının devamında Baran, “O mazlumlar, dönemin ‘mitralyus’ diye adlandırılan otomatik silahlarla öldürüldüler. Daha sonra cesetler kontrol edilerek özellikle kadınların kollarındaki kolyeler, kollarındaki bilezikler ve parmaklarındaki yüzükler topladılar. Aralarında ölmeyenleri tespit ettiklerinde, onları süngüler ile öldürdüler. Hatta ölmemiş çocuklara da süngüler batırılarak havaya kaldırılıp yere fırlatıyorlardı. Bunlar, özellikle tüm aile fertlerini orada yitirmiş olup kendisi bir şekilde kurtulabilen tanıkların aktarımıdır.” ifadelerini kullandı.
Tanıkların dilinden o dönemde yaşananları kaleme aldığını belirten Baran son olarak şunları söyledi: “Ben küçükken babamın dinlediği sıtranlarda bunlar üzerine ağıtlar yakılıyordu. Bunları zaman zaman ben de dinler ve etkilenirdim. Nihayetinde oraları, yaşananları çok merak ettiğimden dolayı bizzat zilan bölgesine giderek tanıklarla görüştüm. Katliamın yaşandığı yerleri gördüm ve Allah’ın nasip ettiği üzere bunları kitaplaştırdım. İnşallah en kısa zamanda ‘şahitlerin dilinden Geliya Zilan’ kitabımız çıkacaktır.”(İLKHA)