Mustafa Çelik: İllâllah Allah kul olmayı öğretir
Yazar Mustafa Çelik ile yeni çıkan kitabı "İlla" üzerine konuştuk…
İSTANBUL - "İllâ" adında yeni bir kitabınız çıktı. "İllâ" kitabı neyi kapsıyor ve bu "İllâ" kitabını yayımlamaktaki maksadınız nedir?
İslâm dini zıtlık ilkesiyle tanınır. İslâm dininde bu ilke tevhid-şirk (birlik-panteon veya şirket) polaritesi halinde işler. Bunun en çarpıcı görünümü tevhidin formül cümlesi olan Kelime-i Tevhid`te dikkat çeker: "Lâ ilahe İllâllah: Allah`tan başka ilah yok!" Bu formülün kelime kelime çevirisi şudur: Hiçbir İlah yok, sadece Allah var. Dikkat edilirse formülde öncelikle sahte ilahlar siliniyor Yani "var"ı göstermeden önce "yok" tanıtılıyor.
Selef-i salihin, putlara, putperestlere, haksızlıklara, müstekbirlere karşı "Lâ" deyip direnmesini bilmeyenleri, insan saymamıştır. İnsan, diktatörlere zalim rejimlere, azmanlara isyan etmesini bildiği ve Allah`tan gelen (vahiy)e teslimiyetini ortaya koyduğu sürece insandır. Onun insan oluşu, bu isyan ve teslimiyete bağlıdır. Başka bir ifadeyle haksızlıklara karşı ayaklanmasını bilmeyen ve Hakk`a teslimiyetini kayıtsız şartsız ortaya koymayan insan, insan değildir. Onun içindir ki Muhammed İkbal, "Dikta rejimlerini yıkan silâh, insanlar arasına ekilmesi gereken `Lâ` tohumudur` diyor.
İllâllah kavramını biraz açar mısınız?
İllâllah; yaşanacak hayat nizamının tespiti, kullanılacak kıymet hükümlerinin tayini, ferdî ve içtimaî olayları değerlendirmek için bakılacak objektifin belirlenmesidir. İllâllah; yaratma ile emretmenin arasını ayırmamaktır. İman; `yaratma` ile `Emretmenin` arasını ayırmadan Allah`a has kılmaktır. `Yaratma` ile `emretmenin` arasını ayıranlar, müşrikleşenlerdir.
İslâm dini zıtlık ilkesiyle tanınır. İslâm dininde bu ilke tevhid-şirk (birlik-panteon veya şirket) polaritesi halinde işler. Bunun en çarpıcı görünümü tevhidin formül cümlesi olan Kelime-i Tevhid`te dikkat çeker: "Lâ ilahe İllâllah: Allah`tan başka ilah yok!" Bu formülün kelime kelime çevirisi şudur: Hiçbir İlah yok, sadece Allah var. Dikkat edilirse formülde öncelikle sahte ilahlar siliniyor Yani "var"ı göstermeden önce "yok" tanıtılıyor.
Selef-i salihin, putlara, putperestlere, haksızlıklara, müstekbirlere karşı "Lâ" deyip direnmesini bilmeyenleri, insan saymamıştır. İnsan, diktatörlere zalim rejimlere, azmanlara isyan etmesini bildiği ve Allah`tan gelen (vahiy)e teslimiyetini ortaya koyduğu sürece insandır. Onun insan oluşu, bu isyan ve teslimiyete bağlıdır. Başka bir ifadeyle haksızlıklara karşı ayaklanmasını bilmeyen ve Hakk`a teslimiyetini kayıtsız şartsız ortaya koymayan insan, insan değildir. Onun içindir ki Muhammed İkbal, "Dikta rejimlerini yıkan silâh, insanlar arasına ekilmesi gereken `Lâ` tohumudur` diyor.
İllâllah kavramını biraz açar mısınız?
İllâllah; yaşanacak hayat nizamının tespiti, kullanılacak kıymet hükümlerinin tayini, ferdî ve içtimaî olayları değerlendirmek için bakılacak objektifin belirlenmesidir. İllâllah; yaratma ile emretmenin arasını ayırmamaktır. İman; `yaratma` ile `Emretmenin` arasını ayırmadan Allah`a has kılmaktır. `Yaratma` ile `emretmenin` arasını ayıranlar, müşrikleşenlerdir.
İman hususunda bize bir tevhit esası öğretiliyor. Deniyor ki Allah âlemlerin Rabbi`dir. Ne kadar âlem varsa, o âlemlerin tümünde Kadir-i mutlak olan Allah`tır; başka bir kudret sahibi daha yoktur. Âlemleri ne kadar tâdâd edersek edelim, hepsinin Rabbi O olunca, ben de O`na iman edince, bütün âlemlerde O`nun irade ve kudretinin tezahür etmesi gerektiğine inanmam gerekiyor. Bu, imanın temel şartı olarak öğretilmiştir. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ruhumuzun da, bedenimizin de, dünyamızın da, ahiretimizin de Rabbi olduğuna göre, hepsine aynı ilâhî iradenin hâkim olması gerektiği yine benim inanmam gereken bir husus oluyor. Hayatı bir bütün olarak kabul etmemiz gerekiyor. Hayatı, iktisadi hayat, sosyal hayat, itikadi hayat gibi kısımlara ayırıp da, bu ayrı ayrı alanlara ayrı ayrı ilkeleri hâkim kılmak, "İllâllah" ilkesine terstir. Böyle bir durumda hem imanda hem zihninde bir bölünmüşlük ortaya çıkar; bu da mü`min olmaya, Müslüman olmaya engeldir.
"İlla" kitabında hayat anayasamız Kur`an diyorsunuz? Neden böyle söylüyorsunuz?
"Hayat anayasamız Kur`an" dediğimiz doğrudur. Bu cümleden maksadımız; Kur`an`ın yasaların, esasların kaynağı olduğuna dikkat çekmek içindir. Yoksa Modern zamanlarda ortaya çıkan "Anayasa" tabiri Kur`an için kullanılamaz. Kur`an-ı Kerim kelâmullah hükmündedir ve insanların ihtiyaçlarına göre değiştirilebilen "Anayasa Hukuku" gibi muameleye tabi tutulması caiz değildir. Modern zamanlarda ortaya çıkan anayasa tabiri, toplumsal sözleşme metnidir. Kur`an, bir toplumsal sözleşme metni değil, Allah`ın vahyisidir. Allah`ın vahyisine toplumsal sözleşme metni denilmez. Biz bu durumu "Ta`rifu`l Kur`an" adlı eserimizde izah etmişiz. Rabbimiz buyuruyor: "Bu Kur`an, Kavl-i şeytani`r racim/kovulmuş şeytanın sözü olamaz." (Tekvir Sûresi/ 25) Dolayısıyla şahısların, Kralların, Tıranların, Daru`n Nedve hükmündeki meclislerin, beynelekvam (Kavimlerarası) kurum ve kuruluşların icad ettikleri Kur`an`a muhalif, Kur`an`a ters, Kur`an`ı mehcur ve metruk bırakan bütün yasalar ve anayasalar, Kavl-i Şeytani`r Racim`dirler. Yani şeytanla yapılmış sözleşmelerdir.
Şehid Abdülkadir Üdeh (Rh.a.) bu hususta şöyle diyor: `İslâm, Allah`ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyi Müslümanların üzerine farz kılmıştır. Müslümanların bütün meselelerinde Allah`ın kitabıyla hükmetmelerini de İslâm kendilerine farz kılmıştır. İslâm, Allah`ın indirdikleriyle hükmetmeyen kişi ve kimseleri kâfirlerden kılmıştır. İslâm, Allah`ın kitabına göre muhakemeleşmeyenlerden imanı nefyediyor.` Bütün mesele Kur`an-ı esasların esası bilmek ve hayat kanunlarını ondan almaktır.
Kur`an gibi hayatı ve hadiseleri evrensel ilkelerle ele alan bir kitabı, anayasa gibi zamanla ve mekânla mukayyet bir metinle özdeşleştirmek hiç de gerekli değildir. Aksine sakıncalar içeren bir durumdur. Olumsuzlukların Kur`an`a mal edilme ihtimali bile bizi bundan alıkoymalıdır. Kur`an anayasa değil, esasların esası, yasa ve anayasaların anasıdır. Ondan alınmayan ve ona dayanmayan bütün yasa ve anayasalar, anayasaklardır!
"İlla" kitabınız da Müctehidlerin ictihadlarına değiniyorsunuz. Müştehilerin çalışmaları birer Anayasa çalışması sayılabilir mi?
İslâm toplumunda ictihad, istinbat, maslahat var. Mücethidler ictihad ederler. Ulu`lemr`in tasarufları var. Ulu`lemr tararufta bulanabilir. Makasıdu`ş Şeria (şeraitin temel maksadları) doğrultusunda çalışmalar yapılabilir. Ama bunların hepsi, Allah`ın kitabı ve Rasûlüllah (s.a.s.) `in sünnetiyle mukayyettirler. Rabbimiz buyuruyor: "Rasûl size neyi getirdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan vazgeçin. Allah`tan korkun, çünkü Allah şiddetle cezalandırır." (Haşir Sûresi/7) Bu, şeriatı, hukuku bir tek kaynaktan alma kuralıdır. Aynı zamanda, İslâm`ın anayasa görüşünü de ifade eder. İslâm`da kanunun hâkimiyeti, bunları Rasûlüllah (s.a.s.) `ın Kur`an ve Sünnet olarak getirmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Halife-i Müslimin dâhil bütün ümmet Rasuûlüllah (s.a.s.) `ın getirdiğine muhalefet edemezler. O`na muhalif bir hüküm koyduklarında, bu hükmün geçerliliği, etkinliği olmayacaktır. Çünkü birinci dayanağını kaybetmiştir. Bu görüş, milletin dilediği gibi hüküm koyması ve bu hükmün etkinliğinin olması anlamına gelen millet egemenliği de dâhil olmak üzere bütün beşeri görüşlere zıttır. İslâm`da hâkimiyetin kaynağı, Rasûlüllah (s.a.s.) `ın getirdiği Allah`ın dinidir. Ümmet ancak buna dayanır, bunu korur ve yalnızca bunu tatbik eder. Ümmetin imamı/halifesi de bu konuda ümmet adına hareket eder. Hiçbir konuda Rasûlüllah (s.a.s.) `ın getirdiğine muhalefet etmeyecek şekilde ümmetin hakları sınırlıdır. Ümmetin karşılaştığı bir konuda, Rasûl`ün getirdiğinde de bir hüküm yoksa Rasûlüllah`a muhalefet etmeyecek şekilde hüküm koyması İslâm`ın bu kuralına ters olmadığı gibi onun bir gereğidir de. Her hangi bir yasamada, Rasûlüllah (s.a.s.) `ın getirdiği bir nass varsa ona uymak esastır. Nass bulunmadığı durumlarda da İslâm`ın esaslarına ters düşecek hükümlerin konulmaması gerekir.
Peki, İllâllah ilkesi neleri kapsıyor?
Ahkâm-ı şeriyye`yi esas alan bir devletin; bütün uygulamaları "İllâllah" ilkesinin çerçevesi dâhilindedir. Toplumu yönetme ilmi (siyaset) Peygamberlerin insanlara öğrettiklerin ilimlerin başında gelir. Müslümanlar siyasi alanda köklü, kapsamlı ve farklı bir düşünce usûlüne sahip oldukları ve Müslüman düşünürlerin bu çerçevede birçok bilimsel kuram oluşturdukları bilinmektedir. Batı düşüncesinin ancak yakın zamanda erişebildiği nice sonuçların, Müslümanlar arasında geçmişte tartışılmış, irdelenmiş ve hatta uygulanmış olan kuramlar arasında bulunduğu, Batının bunlardan birçoğuna henüz yaklaşamamış olduğu hususunda vicdanı delinmemiş herkes teslim eder.
Mustafa Çelik Kimdir?
1960`da Ş.Urfa`nın Bozova ilçesinin Boztepe köyünde doğdu. İlk tahsilini Boztepe Köyü ilkokulunda tamamladı.rn1973-74 öğretim yılında Urfa İmam Hatip Lisesine kaydoldu. Orta kısmı Ş. Urfa İmam-Hatip Lisesinde, liseyi de 1980-81 tarihinde Bitlis İmam-Hatip Lisesi`nde tamamladı. Yazı hayatına ortaokul yıllarında başladı. Arapça ve Farsça bilmektedir. Yazarın bugüne Kadar: "Ölçü", "Yenda", "Misak", "Fütüvvet" Yayınlarından 120`nin üzerinde eseri yayınlandı. Vahdet Gazetesi, Hicret Gazetesi, Kalem ve Onur Dergisi Vuslat Dergisi, Ribat Dergisi, Akit - Vakit Gazetesi ve birçok haber sitesinde yazısı yayınlandı. Özel FM de "Mekarim-i Ahlak" isimli eseri sesli kitap projesi kapsamında okutulmaktadır. Halen Misak Dergisinde yazmakta olup, araştırma, inceleme kitap çalışmalarına, konferans ve sohbetlerine devam etmektedir. Yazar dört çocuk babasıdır. (Ziya Gündüz - İLKHA)