• DOLAR 34.613
  • EURO 36.704
  • ALTIN 2905.399
  • ...
ABD İle Taliban Arasında Yapılan Antlaşma (2)
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

ABD'NİN AFGANİSTAN'A MÜDAHALESİ

ABD, Afganistan'ı 11 Eylül 2001 vakasından sorumlu tuttu.  İddialara göre, 11 Eylül saldırısı, ABD'nin 1998 Afganistan'ın Host bombardımanında 250 sivili öldürmesine ve ülkeye ambargo uygulamasına misilleme olarak düzenlenmişti.[6]

Dönemin ABD Başkanı George W. Bush, saldırılardan dört gün sonra 15 Eylül 2001 tarihinde yaptığı “ulusa sesleniş” konuşmasında, “Savaştayız, teröristler tarafından Amerika'ya karşı açılmış bir savaş var ve buna cevap vereceğiz. Bunları kimlerin yaptığını bulacağız ve onları saklandıkları yerden çıkartarak adalete teslim edeceğiz” dedi. Bush, saldırıdan sadece dokuz gün sonra 20 Eylül'de saldırının sorumlusu olarak el-Kaide Lideri Usame b. Ladin'i ve Bin Ladin'in içinde yer aldığını iddia ettiği Taliban yönetimindeki Afganistan'ı gösterdi. Bush aynı gün Kongre'de yaptığı konuşmada daha sonra “Bush Teorisi” adını da alan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi'ni ilan etti. Belge, ABD'nin amaçlarını, “terörizm ve diktatörlük”le mücadele ederek barışı sağlamak, büyük güçler arası iyi ilişkiler kurmak, dünyanın her yerindeki özgür ve açık toplumları destekleyerek yaygınlaştırmak olarak belirlenmiştir. Bush, bu sözlerle üstü örtülü bir şekilde, İslam dünyasına karşı ki daha sonra Haçlı Seferi olarak işaret edeceği bir savaş ilanında bulunuyordu.

“Düşmana ilk saldırı için izin veremeyiz” diyen Bush, aynı anda Taliban yönetimini devirmek üzere Afganistan'a karşı savaş ilanını gündeme getirdi. ABD'nin etkisi altındaki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu da aynı gün 1368 sayılı kararı aldı. Karar, ABD'nin “terör” diye ilan edeceği yapılara karşı saldırılarını “savunma hakkı” olarak değerlendiriyordu. BMGK'nin bu ve sonraki kararları ABD'nin NATO'da da elini güçlendirdi. Bir savunma örgütü olarak NATO, ancak bir üyesinin saldırıya uğraması durumunda harekete geçebilirdi. BMGK kararları, bunun yolunu açıyordu.

ABD, 7 Ekim 2001'de BM'ye 51. Madde doğrultusunda Afganistan'a karşı savunma hakkını kullanacağını bildirdi ve İngiltere ile birlikte Afganistan'a karşı “Sonsuz Özgürlük Operasyonu” (Enduring Freedom Operation) adı verilen hava operasyonları başlattı.

BM, operasyondan sonra BMGK 1378 sayılı kararı alarak Taliban'ın Usame b. Ladin'i koruduğunu onaylayarak ABD operasyonuna “meşruiyet” sağladı. Karar, Afganistan'da insan haklarına vurguda yaparak operasyona aynı zamanda “insan hakları girişimi” görüntüsü de veriyordu. Bunlarla birlikte kararda, Afgan Geçiş Otoritesine yardımcı olmak üzere 6 ay süreyle Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü (International Security Assistance Force (ISAF)) kurulması öngörülmüştür. NATO'da aynı süreçte ABD'nin “savunma hakkı”nı onaylayarak operasyonu destekleme kararı aldı.

Taliban, operasyon karşısında 14 Kasım 2001'de Kabil'den çekildi. 27 Kasım 2001'de Almanya'nın Bonn kentinde BM öncülüğünde 14 gün süren ve Taliban sonrası kurulacak hükümete dair yol haritasını belirlemeyi amaçlayan bir konferans düzenlendi, ardından 5 Aralık 2001'de Taliban muhalifi ve ABD girişimine taraf Afgan grupları arasında Bonn Antlaşması imzalandı. Anlaşmanın Afganistan'ın Taliban'ı dışlayan ve ona karşı mücadele eden "ulusal uzlaşmacı bir hükümet ile yönetilmesi gerektiği, kalıcı bir barış, istikrar ve insan haklarına saygılı bir devlet" olması yönünde rehberlik edecek bir gündem tasarlamak üzere hazırlandığı bildirildi. Bu anlaşma ile birlikte Afganistan'da bugüne kadar Kabil merkezli çok sayıda hükümet kuruldu. Ancak bu hükümetler ne Taliban'ı yenebildi ne de Kabil ve çevresinde halkı tatmin edecek bir program uyguladı.[7]

ABD'NİN AFGANİSTAN'DA SİVİLLERE YÖNELİK KATLİAMLARI

Afganistan iç savaşı ilk günden itibaren azami savaş kurallarından uzaktı. Taliban'ın desteklediği düşünülen pek çok bireysel eylemde Afganistan'ın Sovyetlere karşı mücadelesinin nice önemli ismi pek çok siville birlikte katledildi.

ABD de Irak ve diğer coğrafyalarda olduğu gibi herhangi bir savaş kuralı tanımadan Afganistan'da sivillere yönelik katliamlar yaptı. Mazlum-Der'in 2011 Afganistan raporu, bu konuda dehşet verici ayrıntılar içermektedir:

“Amerika Savunma Bakanlığı, kayıpların hesaplanmasına yönelik herhangi bir programa sahip olmadığı için Afganistan'da öldürülen sivillerin sayısı tam olarak bilinmemektedir. The Guardian gazetesinin 2002 tahminine göre 2001–2002 tarihleri arasında 20.000 Afgan savaştan dolayı yaşamını yitirmiştir. UNAMA Human Rights'ın raporlarına göre Afganistan'da 1 Ocak ile 31 Aralık 2008 tarihleri arasında hayatını kaybeden sivillerin sayısı 2118'dir.  Bu rakam 2007 yılına göre sivil kayıplarında yüzde 40 (2007 yılında 1523) bir artış yaşandığını göstermektedir. Bu sivil kayıpların 1160'ı hükümet karşıtı güçlerin aktiviteleri nedeniyle yaşanmış olup, 828 kayıptan ise hükümet ve uluslararası güçler sorumludur. 130 sivilin ölümünden kimin sorumlu olduğu ise bilinmemektedir. 2007 yılında uluslararası güçlerin neden olduğu sivil kayıp oranı yüzde 41'dir. Uluslararası güçler ve Afgan hükümetinin sivil hayatını hiçe sayan uygulamalar ve hava saldırıları sonucu 629 kişi yaşamını yitirmiştir. Bu sivil kayıpların birçoğuna Afgan halkının geleneklerine ciddi anlamda ters düşen ve aile mahremiyetinin çiğnendiği gece baskınları ve ağır hava bombardımanları neden olmuştur. UNAMA raporunda ayrıca İSAF ülkeleri ve Amerika'nın sivillerin yoğunlukta olduğu bölgelere askeri tesisler kurması eleştirilmiş ve bunun sivilleri de saldırılara açık hale getirdiği belirtilmiştir. Ülkeyi işgal eden güçlerin sivil yerleşim yerlerinde askeri tesisler kurması, sivillerin kalkan olarak kullanıldığının göstergesi şeklinde yorumlanmaktadır. 2008 yılının başından Temmuz ayına kadar geçen sürede sadece hava bombardımanları sonucunda 224 kişi hayatını kaybetmiştir. Özellikle Temmuz ayında “toplu katliam” denilebilecek nitelikte ve büyük oranda sivil kayıplara neden olan hava saldırıları yaşanmıştır. Bunların bazısı şu şekildedir: Nangahar'a bağlı Deh Bela bölgesinde sadece bir saldırıda 30'u çocuk, 13'ü de kadın olmak üzere 47 sivil hayatını kaybetmiştir. 21–22 Ağustos tarihinde ise Shindad bölgesindeki Azizabad kasabasına düzenlenen askeri operasyonda 62'si çocuk olmak üzere tam 92 sivil yaşamını yitirmiştir. UNAMA insan hakları kuruluşu, 4 Temmuz 2008 tarihinde Nuristan bölgesine düzenlenen bir Amerikan hava saldırısında aralarında birkaç sağlık görevlisinin de bulunduğu, 2'si kadın, 17 sivilin katledildiğini belgelemiştir.”

“ABD'nin Afganistan'daki en üst düzey komutanı General David Petreus, Afganistan'da Amerikan saldırıları nedeniyle hayatını kaybeden sivillerle alakalı yaptığı bir açıklamada Afganların sivil kayıplarını fazla göstermek için kendi çocuklarını yaktıklarını iddia etmiştir.”

“ABD Genel Kurmay Başkanı Robert Gates ise Başkent Kabil'de düzenlediği bir basın açıklamasında asker azlığından dolayı hava operasyonları düzenlediklerini, burada sivil ölümlerin meydana geldiğini söylemiştir. Gates'in bu açıklaması Afgan yetkililerde ciddi rahatsızlığa neden olmuştur.”[8]

ABD'nin saldırıları, sonraki yıllarda da devam etti. Nitekim ABD'nin Nisan 2018'de bir Kur'an Kursu'na yönelik düzenlediği hava saldırısında 100'den çok Kur'an Kursu öğrencisi çocuk şehit oldu.[9] Eylül 2019'da Nangarhar eyaletine yönelik saldırıda en az 30 kişi katledildi. [10] Analizimize konu olan Katar görüşmelerinin devam ettiği süreçte bile ABD, katliamlarına ara vermedi ve 1 Şubat 2020'de Kunduz vilayetinin Daşti Arçi ilçesinde Taliban'a yönelik düzenlediği hava saldırısında 5 sivili katletti.[11] ABD, bütün katliamlarını “yanlışlık”, “hedef şaşması” gibi etkenlere bağladı, bu son saldırısı için ise “soruşturma devam ediyor” açıklaması yaptı. Doha Antlaşması'nın yapıldığı 29 Şubat'tan bu yana 83 sivilin hayatını kaybettiği bildiriliyor.

ABD'NİN ORTA ASYA VE AFGANİSTAN POLİTİKASI

ABD, Soğuk Savaş sonrasında,  “Amerikan yaşam tarzını korumak için küresel sistemin ekonomik ve teknolojik lideri olarak kalmayı ve Üçüncü Dünya ülkeleri arasından statükoyu bozacak radikal bir gücün çıkmasını ve böyle bir eğilimi kolaylaştıracak kitle tahrip silahlarının yayılmasını engellemeyi” hedef edindiği, bu çerçevede “Avrasya'nın tek bir siyasi-askeri gücün etki sahası ya da egemenliği altına girmesini önlemeyi” önemsediği görülmektedir.[12]

Bu doğrultuda ABD, bir yandan Orta Asya ve Afganistan'da İslamî yönetimlerin kurulmasını kendisi açısından tehdit olarak görürken bu coğrafyanın Çin veya Rusya'nın hakimiyetine girmesine de “Amerikan yaşam tarzı” açısından tehdit olarak değerlendirmektedir.

ABD VE TALİBAN'I ANLAŞMAYA GÖTÜREN SÜREÇ

2001 yılında ABD'nin Afganistan'a girmesiyle birlikte Afganistan, yeniden iç savaş ortamına girdi. Bu iç savaşta binlerce sivilin hayatını kaybetmesi ve hayatını kaybedenlerin çoğunun ABD'nin attığı füzelerle ölmesiyle beraber Afgan halkının nazarında ABD, birinci düşman olarak görülmeye başlandı. Bu sivil ölümlerden ve ABD askerlerinin evlere yaptığı gece baskınlarından rahatsız olan Afgan halkı, büyük bir değişim yaşayan Taliban'a katılmaya başladı. Bu gelişmelerle beraber Taliban'ın tekrardan yayılma göstermeye başlaması, onun yeniden ülkenin birçok yerine hâkim olmasına olanak sağladı. Bu durum, ABD'nin Afganistan'daki varlığını sürdürme noktasında zora sokmuş ve uzlaşma seçeneklerini göz önünde tutmaya sevk etmiştir. Başka bir ifade ile ABD, askerlerine karşı yapılan saldırıları bertaraf edemeyince “terör örgütü” olarak gördüğü Taliban ile uzlaşmak durumunda kalmıştır. 

Afganistan'da giderek güç kaybeden ABD, NATO ve BM ülkeleri, Afganistan'da bazı değişikliklere gidilmesi gerektiğini düşünmeye başladılar. ABD'de 2009'da yapılan başkanlık seçimlerini kazanan Obama, başkanlığının üçüncü haftasında, Afganistan'daki ABD varlığı için bir çalışma grubunun kurulması ve Mart 2009'a kadar yeni bir rapor hazırlanmasını istemiştir. Hazırlanan rapor, ABD'ye yakın çevrelerce “gerçekçi ve başarılması mümkün” olarak nitelenen beş hedef üzerinde odaklanmıştır. Bu hedefler şu şekilde belirlenmiştir:

- Afganistan ve Pakistan'daki “terör” örgütlerinin uluslararası eylem kapasitelerinin yok edilmesi,

- Afgan Hükümeti'nin kapasitesinin özellikle iç güvenliği sağlayabilecek şekilde arttırılması,

- Afgan güvenlik kuvvetlerinin, azaltılmış ABD desteğiyle “terörizm” ve ayaklanma ile mücadele edebilecek yeteneğe kavuşturulması,

- Pakistan Hükümeti'nin sivil kontrolü sağlayacak şekilde kapasitesinin arttırılması ve hükümete ekonomik destek verilmesi,

- Uluslararası toplum desteğinin arttırılması ve BM'nin liderlik rolü almasının sağlanması.

Raporda, Afgan Hükümeti'nin Taliban ile müzakerelere teşvik edilmesi ve sürecin kontrol altında tutulması da vurgulanmaktadır.[13]  ABD cenahında Taliban'la müzakere yapma girişimi cevapsız kalmadı ve bu verilen beyanlara karşı 2010 yılında Taliban yetkilisi Molla Abdul Ghani Baradar barış görüşmelerine hazır olduğunu söyledi. Ancak Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai'nin anlaşma yapmak istediklerini beyan etmesini ummayan ABD ve Pakistan cenahı, barış görüşmelerini yapmak yerine; barışa hazır olduğunu söyleyen Molla Abdul Ghani Baradar'yi, CIA ve Pakistan istihbarat birimlerinin ortak operasyonuyla 2010 yılında Pakistan'da yakaladı ve hapse attı.

Kısa bir süre sonra bu tutumundan geri adım atan ABD tarafından 2013 yılında Katar'da Taliban'a bir ofis açılması için bizzat çalışmalar yapıldı ve ilk görüşmeler bu tarihte gerçekleşti. Ancak iki taraf da anlaşmaya varmadı ve süreç ileri bir tarihe ertelendi. ABD, Afganistan konusunda, biraz da kamuoyundaki İslamfobi'yi kısmen Afganistan üzerine bina ettiğinden hep zikzaklar çizdi. Bir yandan Afganistan'da 11 Eylül ile ilgili iç kamuoyunda oluşturduğu hava ile ilgili olarak kesin bir zafer elde etmek istiyordu, öte yandan Afganistan tabii koşulları, ABD karşıtı Müslüman sosyal dokusu ve Taliban'ın kararlılığının buluşmasından kaynaklanan direnişle baş edemeyeceğini düşündü. Bundan dolayı çoğu zaman yapılması planlanan görüşmeler, ABD'nin sürekli bahaneler göstererek askıya almasıyla sonuçlandı.

ABD Başkanı Donald Trump 2017 Ağustosu ayında açıkladığı “Yeni Güney Asya Stratejisi” kapsamında, ülkesinin Afganistan stratejisinin Taliban'la savaşa devam etmek olduğunu söylemişti. Fakat aradan geçen zaman ve özellikle Trump'ın agresif stratejisine Taliban'ın saldırılarını artırarak yanıt vermesi, ABD yönetimini mevcut stratejisini gözden geçirmeye itti. NATO'nun da desteğiyle ABD'nin 2001'den bu yana yürüttüğü savaşta Taliban'a karşı “zafer ışığını” hâlâ görememesi, savaşın özellikle ABD açısından stratejik bir çıkmaza girdiğini gösterdi. Buna, hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat senatörlerce sık sık eleştiri konusu yapılan Afganistan savaşının Amerikan halkına yüklediği yıllık yaklaşık 47 milyar dolarlık mali külfet de eklenince, Washington yönetimi savaşı bitirmek için adım atmaya karar verdi.

Trump yönetimi, daha önce açıkladığı, silah zoruyla siyasi anlaşmaya zorlama şeklindeki stratejisinde önemli bir değişiklik yaparak Taliban'la doğrudan görüşme kararı aldı. Bu strateji doğrultusunda, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Güney ve Orta Asya'dan sorumlu müsteşar yardımcısı Büyükelçi Alice Wells'in başkanlığındaki Amerikan heyeti, 23 Temmuz 2018'de Katar'ın başkenti Doha'da Taliban temsilcileriyle gizli bir görüşme gerçekleştirdi. Afgan hükümetinden herhangi bir yetkilinin yer almadığı bu görüşme, ABD ile Taliban arasındaki ilk doğrudan temas olarak kayıtlara geçti.[14] Bu anlaşmanın gerçekleşmesinden önce Pakistan'da 8 yıldır hapiste olan Taliban'ın baş müzakerecisi konumunda olan Molla Baradar serbest bırakıldı. Bu ilk temastan sonra Doha'da gerçekleşen bir dizi temasın ardından nihayet 29 Şubat 2020'de ABD ile Taliban arasında anlaşma sağlandı. Söz konusu tarihteki imza töreninde birçok ülkenin temsilcisinin de yer aldığı ve "Afganistan'a Barışı Getirme Anlaşması" diye adlandırılan bu anlaşmanın gerçekleşmesi için öne sürülen bazı ön şartlar şunlardır:

- Taraflar arasında yapılan ateşkese iki tarafın riayet etmesi ve iki tarafın da ateşkesi bozacak adımlardan kaçınması,

- ABD'nin Afganistan'da tehdit olarak gördüğü el-Kaide ve DAEŞ gibi örgütlerle Taliban'ın birlikte hareket etmemesi ve bunlara karşı mücadele etmesi,

- Anlaşmanın imzalandığı tarihten itibaren ABD'nin Afganistan'daki 5 askeri üstte bulunan 8600 askerini 135 günlük zaman diliminde azaltması ve anlaşmanın şartları sağlandığı takdirde, 14 ay içinde ABD ve NATO askerlerinin Afganistan'dan çekilmesi,

- 10 Mart'a kadar Taliban'ın ve Afganistan Devleti'nin yakalamış olduğu ve şu an hapiste bulunan esirlerin karşılıklı olarak serbest bırakılması,

- Esir takasının ardından 10 Mart'tan itibaren Afganlar arası diyalogun başlaması (Taliban ve Afganistan Devleti arasında yapılacak görüşmeler).

SDAM (Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi)

-Devamı yarın-

Kaynak

[6] Mazlumder Afganistan Raporu 2011,  https://www.mazlumder.org/fotograf/yayinresimleri/dokuman/mazlumder_afganistan_raporu_2011.pdf ET: 21.04.2020.

[7] Gül Seda Acet ve Fazlı Doğan, 11 Eylül Olayları Sonrası ABD-Afganistan İlişkileri: İstiladan İşbirliğine”, Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Ekonomik Araştırmalar Dergisi (The Journal of Social Economic Research) ISSN: 2148 – 3043 / Nisan 2017 / Cilt: 17 / Sayı: 33

[8] https://www.mazlumder.org/fotograf/yayinresimleri/dokuman/mazlumder_afganistan_raporu_2011.pdf ET: 21.04.2020.

[9] https://dogruhaber.com.tr/haber/288455-amerikan-isgalindeki-afganistanda-kuran-kursunu-bombaladilar/ ET: 21.04.2020.

[10] https://www.sabah.com.tr/dunya/2019/09/20/abdden-sivil-katliami-30-olu ET: 21.04.2020.

[11] https://www.independentturkish.com/node/126016/d%C3%BCnya/abd-talibana-hava- ET: 21.04.2020.sald%C4%B1r%C4%B1s%C4%B1-d%C3%BCzenledi-5-sivil-hayat%C4%B1n%C4%B1-kaybetti ET: 21.04.2020.

[12] Mert Gökırmak, “Afganistan: Bölgesel Rekabet ve Yeni Açılımlar”, http://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/84515 ET: 21.04.2020.

[13] Mehmet Seyfettin Erol, Oktay Bingöl, “Afganistan'da Geçiş Safhası ve 2014 Sonrası Öngörüler”, Akademik Bakış, Cilt: 5, Sayı: 10, Yaz 2012, s. 173-185.

[14] https://www.aa.com.tr/tr/analz-haber/abd-rusya-ve-ran-ucgennde-talban/1275502 ET: 21.04.2020.

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir