"Doğu Türkistan'da 15 bin cami yok edildi"
Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneği Genel Sekreteri Abdulahad Abdurahman, Doğu Türkistan'da binlerce Müslümanın katledildiğini ve 15 bin caminin yok edildiğini ifade etti.
Şanlıurfa'daki Sivil Toplum Kuruluşları tarafından, "Ümmetin Yetimleri Doğu Türkistan'da Neler Oluyor?" adlı konferans düzenlendi.
Büyükşehir Belediyesi Sergi ve Konferans Salonunda düzenlenen programa konuşmacı olarak Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneği Genel Sekreteri Abdulahad Abdurahman katıldı.
Doğu Türkistan'daki zulmü anlatan sinevizyon gösterisinin ardından "Ümmetin Yetimleri Doğu Türkistan'da Neler Oluyor?" adlı programa geçildi.
1949 yılında Çin'in, Doğu Türkistan'ı işgal ettikten sonra asimilasyona başladığını belirten Abdulahad Abdurahman, İslam'ı andıran bütün isimlerin değiştirildiğini ifade etti.
Çin'in, sözde "kültür devrimi" adı altında 6 milyon okuma bilen insanı katlettiğini, İslami eser ve camileri yok ettiğini dile getiren Abdurahman, "yer tahsisi" uygulaması ile de Müslümanların evlerini, arazilerini ve yurtlarını ellerinden aldığını söyledi.
Doğu Türkistan'da Kur'an'ı Kerim'i öğrenip, öğretmenin yasak olduğunu vurgulayan Abdurahman, evde kalem ve defter bulundurmanın, Ramazan ayında oruç tutmanın ve alkol kullanmamanın yasak olduğuna değindi.
Müslümanların köle gibi karın tokluğuna çalıştırıldığını ifade eden Abdurahman, Müslümanların evlerinde yemek pişirmesinin bile engellendiğini belirtti.
Doğu Türkistan'da 2'den fazla çocuğun yasaklandığını dikkat çeken Abdurahman, anne karnındaki çocukların kürtaj yoluyla katledildiğini vurguladı.
Çin tarafından, Doğu Türkistan'da yapılan katliamlarla binlerce Müslümanın katledildiğini hatırlatan Abdurahman, sivil toplum kuruluşlarının bu zulümleri, tüm dünyaya duyurması gerektiğini sözlerine ekledi.
Doğu Türkistan, Çin Komünist Devleti tarafından işgal edildiğinde Doğu Türkistan'ı haritadan silme olayı başladı
Doğu Türkistan'daki zulmün 1949 yılındaki Çin işgali ile başladığını belirten Abdurahman, "1949 yılında Doğu Türkistan, Çin Komünist Devleti tarafından işgal edildi. Doğu Türkistan'ı, haritadan silme olayı işte bu zaman başladı. Çin, 1955 yılında Doğu Türkistan'ın ismini Çince 'Uygur Özerk Bölgesi' olarak değiştirdi. Bu ismi, biz kabul etmiyoruz. Eski ismi olan Doğu Türkistan ismini yaşatmaya devam ediyoruz. Doğu Türkistan'ın ismini değiştirmekle de yetinmediler. Bütün mahallelerin, kasabaların, şehirlerin isimlerini de değiştirdiler. Bununla da yetinmediler. Müslümanların isimlerini de Çince değiştirdiler. Doğu Türkistan'da 'yer ıslahatı' adı altında bir kanun çıkararak, insanların mülkiyetini elinden aldılar. İnsanların evini, hayvanı, toprağını ve her şeylerini ellerinden aldılar. İnsanları, devlete köle yapmak istediler. İnsanlar, sadece karınları doyurabilmek için devlete köle olarak çalıştırılıyordu." ifadelerini kullandı.
"Okuma yazma bilen 6 milyon Müslüman katledildi"
Çin tarafından uygulanan sözde "kültür devrimi" adı altında yapılan zulümlere dikkat çeken Abdurahman, "1966 yılında sözde 'kültür devrimi' başlatıldı. Bu devrimle eski kültür yok edilerek, yeni kültür dayatıldı. Eski kültür 3 unsurdan oluşuyordu. Birincisi; eski kültürü taşıyan okumuş, bilmiş insanlardı. Bu insanların yok edilmesi gerekiyordu. 1966 ile 1977 yılları arasında öldürülen okumuş, bilmiş insan sayısı 6 milyondur. Okumuş insanların az bir kısmı da hapishanelere atılarak 30 ile en az 15 sene hüküm yediler. Benim mahallemde sadece 2 kişi okuma yazma biliyordu. Diğer insanlar okuma yazma bilmiyordu. İkinci unsur, eski kültürün devamı olan yazılmış eserlerdi. Bu eserlerin hepsi yok edildi. Uygur Alfabesi, Arap Alfabesine göre yazıldığı için hepsini imha ettiler. Kur'an-ı Kerimler sokaklarda toplatılarak yakıldı. Üçüncü unsur ise; camiler, medreseler, minareler ve kubbeler… Bunlar tamamen yok edildi sadece büyük şehirlerde tek bir cami bırakıldı. Diğer bütün camiler yok edildi." şeklinde konuştu.
"Bizim zamanımızda Kur'an öğretecek hiçbir kitap yoktu"
"Kültür devrimi ve yer ıslahatı" zulmünü bizzat kendisinin de yaşadığını dile getiren Abdurahman, " Ben, Kur'an-ı Kerim'i Kur'an-ı Kerim'den ve Elif Ba'dan öğrenmedim. Bizim zamanımızda Kur'an öğretecek hiçbir kitap yoktu. İlkokula gittiğimiz zaman bize kalem ve defter verilir, okuldan çıkarken kalem ve defterler toplanırdı. Evde kalem ve defter kullanmak yasaktı. Babam bana, Kur'an'ı Kerim öğretirken toprağa yazar, ben de ezberlerdim. Kalem ve defter tutmadan Kur'an-ı Kerim öğrendim. Çünkü Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek ve öğretmek yasaktı. Camilerimiz hepsi yıkıldığı için ben, ilk Cuma namazını yer altında bir yerde kıldım. Kültür devriminden dolayı hapiste yatan Müslümanlar, 15 ile 30 yıl hapis yattıktan sonra birer birer serbest bırakıldı. Bu insanlar hapisten çıktıktan sonra insanları yeniden diriltme faaliyetleri başlattılar ve medreseler açtılar. Ben de bu medreselerin birine gittim." dedi.
"Yer altında 3,5 sene eğitim gördüm"
Medrese eğitimini yerin altında yapılmış bir hücrede aldığını belirten Abdurahman, "Medrese şu şekildeydi: Hoca evinin avlusuna bir hücre kazmış. Yerin altında benden önce 7 talebe almıştı. Beni de 8'inci talebe olarak oraya aldı. Ben, bu yer altı hücresinde 3,5 sene kalarak eğitim gördüm. Işık, ampul ve mum yoktu. Tuğlayı kazarak içine yemek yağı döküyorduk. Pamuk ipliğe ile ateş yandırarak o şekilde okuyorduk. Hoca ile birlikte 9 kişiye bir ışık vardı ve ortaya konulurdu. 9 kişiye bir kitap vardı. O kitaplarda zamanında ağaç gövdelerinde ve evin duvarlarında saklanmış kitaplardı. 1980'den sonra durum biraz düzelince insanlar bu kitapları buralardan çıkararak okumaya başladılar. Sadece geceleri dışarı çıkabilirdik, gündüz çıkamazdık. " ifadelerini kullandı.
"İnsanların evlerinde tuvalet yapma yasağı vardı"
Komünist Çin Devleti tarafından Müslümanların köle gibi çalıştırıldığına vurgu yapan Abdurahman, "İnsanlar sabah namazından önce toplanırdı. Bazıları çift sürmek için tarlaya, bazıları marangoza, bazıları terziye gönderilirdi. Toplu çalıştırılır, toplu yedirilir ve toplu halde evlerine dönerlerdi. Evlerde duman tüttürme yasağı vardı. Mahalle idarecisi her gün yüksek bir tepeye çıkar, bütün köy evlerini denetlerdi. Herhangi bir evden duman yükselirse o evdeki insanları toplar, bütün insanların gözü önünde döverlerdi. Ben bu olaya, çok defa şahit oldum. Bir diğer konu ise bu insanların evlerinde tuvalet yapma yasağı vardı. İnsanlara 2 kap verilirdi. Bir tanesinde büyük, diğerinde küçük ihtiyacını yaparlardı. İnsanlar sabah işe giderken bu 2 kabı mahalle idaresine terazide tartarak teslim ederlerdi. Bu pislikler daha sonra köyün bir tarafına dökülürdü. Sonbahar geldiği zaman herkese 70 çuval verilerek o pislikler tarlalara taşıtılırdı. Bizler, çuvalların ağzını açarak anne babamıza yardım etmeye çalışırdık." şeklinde konuştu.
"Kadınlarımız çocuk doğurmak için dağlara, ormanlıklara ve çöllere gittiler"
1986 yılında Doğu Türkistan'da önemli 2 olay yaşandığını dikkat çeken Abdurahman, "Birincisi, Doğu Türkistan'da atom bombaları denenmeye başlandı. Atom bombaları insanlara bulaşıcı hastalık yayıyordu. İnsanlar topluca ölüp, gidiyorlardı. İkincisi, insanlara topraklarını iade ettiler. Toprağı ekip, biçecekler ama mahsulünü yine Çin Devleti'ne vereceklerdi. Bununla birlikte yeni bir zulüm icat ettiler. Doğu Türkistan'da 2'den fazla çocuk doğurmak yasaklandı. Eğer üçüncü çocuk yapılırsa anne ve baba tutuklanır, bebek ise anne karnında kürtajla alınırdı. Bir taraftan Çinliler buraya göç ettiriliyor diğer taraftan da Doğu Türkistan'da çocuk yasağı ve kürtajla nüfus azaltılıyordu. İnsanlar, çocuk yapmayı kendilerine bir cihat vazifesi olarak gördüler. Kadınlarımız çocuk doğurmak için dağlara, ormanlıklara ve çöllere koşarak orada çocuklarını yaptılar. Benim doğduğum ilçede 1994 yılında 24 kadını traktörün arkasına bağlayarak koşturdular. Bu şekilde bebeklerini düşürdüler. 'Eğer çocuk yapmak isteyen varsa bu şekilde cezalandırılır' diyerek bunu devletin resmî gazetelerinde duyurdular." diye konuştu.
"2009 yılında Urumçi katliamında 5 bin insan katledildi"
Yaşanan zulümlerin ardından 1990 yılında Çin'e karşı ayaklanmaların başladığını hatırlatan Abdurahman, "Bu kadar insanların ölmesi ve hapse atılması insanları çileden çıkardı. 1990 yılında bir ayaklanma oldu. Bu ayaklanmada bir gecede 3 bin insan katledildi. 1997 yılındaki Gulca'da insanlar Kadir Gecesi'nin ihya ederken toplanmışlar. Toplanma yasağı olduğu için polis buraya baskın yaparak insanları katletmiştir. Bu olaydan sonra insanlar ayaklanmış ve çıkan olaylarda 5 bin insan katledilmiştir. Yine 2009 yılında Urumçi katliamında 5 bin insan katledildi. 2014 yılında da 3 bin insan katledildi." diye konuştu.
"Doğu Türkistan'da 15 bin cami yok edildi"
Doğu Türkistan'da 15 bin caminin yok edildiğini belirten Abdurahman, "Çin Devleti ne yaparsa yapsın insanlar, camiye gitmekten vazgeçmediler. Camiye giderken de buralarda Çin'e karşı fikirler doğduğu iddiasıyla Müslümanların camilerini yıkmaya başladılar. Şu ana kadar Doğu Türkistan'da 15 bin cami yok edildi. Benim abim, sadece kürtaja karşı duvara yazı astığından dolayı tutuklandı ve kendisine müebbet hapis verildi. Hapishanede iyi halinden dolayı cezası 19 yıla indirildi. 19 yıl cezasını çektikten sonra serbest bırakıldı. 2016 yılından beri Doğu Türkistan'a girmek ve çıkmak yasaklandı. Doğu Türkistan'daki birine telefon açarsanız telefon açılan kişi tutuklanıyor. Şu anda Doğu Türkistan dışında olan insanlar ailesi ile görüşemiyor. Benim orada 8 kardeşim var. 2016 yılına kadar onlarla görüşüyordum. Şimdi hiçbir kardeşimden haber alamıyorum. Hayatta olup olmadıklarını bilmiyorum." ifadelerini kullandı.
"Bir zulme engel olamıyorsan bari zulmü duyurun"
Doğu Türkistan'daki zulmün tüm dünyaya duyurulması gerektiğini ifade eden Abdurahman, "Zalimin karşısında ve mazlumun yanında olmak her Müslümanın görevidir. Doğu Türkistan'da insanlar yok ediliyorlar. Peki, ne yapmamız lazım? Bu konuda sivil toplum kuruluşlarına büyük görev düşüyor. Onların bu konularda insanları bilinçlendirmeleri lazım. Burada olup bitenlerden insanlara haber vermektir. Sivil toplum kuruluşları bu zulümleri anlatan konferanslar düzenleyecek, yürüyüşler, protestolar, basın açıklamaları yapacak, bildiriler dağıtacak ve sosyal medyada bunları paylaşacaklar. Bu zulümleri duyurma görevi STK'larındır. Bunu öğrenen şahıslarda bu zulümleri başkasına duyuracaktır. Bu konuda Hazreti Ali, 'Bir zulme engel olamıyorsan bari zulmü duyurun' buyuruyor. Zulmü duyurmak lazım, insanlar duydukça insanlar ayağı kalkacaktır." (Abdurahman Uğurlu-İLKHA)