Suriyeli İman Bedir 40 yıldır yaşadıklarını unutamıyor
Hafız Esad döneminde yaşadıkları sıkıntılar sebebiyle memleketleri olan İdlib'i terk etmek zorunda kalan İman Bedir, Esad yönetiminin Hama Katliamı öncesi ve sonrasında halka yaşattığı acıları gözyaşları içerisinde anlattı.
11 kardeşin 9'uncusu olarak Suriye'nin İdlib şehrinde dünyaya gelen İman Bedir, Hafız Esad yönetimindeki rejimin özelde İhvan-ı Müslimin üyelerine ve Suriye halkına yaşattığı zulümlerin canlı şahitlerinden birisi.
1980 yılında Hafız Esad'ın İhvan hareketine karşı başlattığı baskılar sebebiyle birçok sıkıntıya maruz kalan Bedir ve ailesi, çareyi ülkeyi terk etmekte bulmuştu.
Suriye'de şahit oldukları zulümleri ve ülkelerini terk etmek zorunda kaldıkları süreci İLKHA muhabirine anlatan Bedir, babasının ağabeyinin ardından önce Ürdün'e, oradan Yemen'e oradan da Medine-i Münevvere'ye gittiklerini, kendisinin ise annesiyle birlikte İdlib'te kaldığını ve ardından babasının çağırmasıyla hemen Medine'ye gidip yerleştiklerini söyledi.
"Eğer dönersek ikimizi de idam ederler"
1993 yılından bu yana Türkiye'de yaşayan, yaşadığı acıları ilk günkü gibi hala yüreğinde hisseden Bedir, "1980 yılında Suriye'de Hafız Esad zamanında İhvanı Müslimin'e karşı katliam başlatıldı. Abim üniversitede diş hekimliği bölümünü okuyordu. Onu almak için gece evimize baskın yaptılar. Hepimiz çok korktuk. Babam yatağındayken üzerine silah doğrulttular. Babam korku ile uyandı. Babamı öyle görünce çok duygulandım. Abimi dolaplarının içerisinde aradılar. Bulamayınca da babamı alıp götürdüler. Babam 3 gün işkencede kaldı. İşkencedeyken yan hücrede ağabeyimin sesini duyuyor. Sonrasında 3 abimi tutukladılar. Ancak rejim güçleri, Yasir Seflu adındaki abimi babama soruyorlardı. O da bilmediğini, şayet serbest bırakılırsa bulup getireceğini söylüyordu. Babam serbest bırakılınca Ürdün'e gidip abimi buldu. Babam, Suriye'ye geri dönmesi için abim Yasir Seflu'yu ikna etmeye çalıştı. Ancak abim, babama 'eğer dönersek ikimizi de idam ederler' diye cevap verince ikisi birlikte Yemen'e gittiler. Ardından babam, Medine-i Münevvere'ye gitti." dedi.
"Ayağımın altını öpersen oğlunu bırakırım"
Yaşadığı bir bayramı hiç unutamadığını söyleyen Bedir, "Bir bayram günü mahallemizi basmışlardı. O bayramı hiç unutmam. Bütün gençleri alıp duvar dibine dizdiler. Başka bir ağabeyim (Ahmet Seflu) sabahtan akşama kadar ekmek parası için çalışıp eve bakıyordu. Onu da aldılar. Annem, 'iki yavrumu aldınız bari birisini bırakın' dedi. Askerlerden birisi anneme 'ayağımın altını öpersen oğlunu bırakırım' dedi. Olanlara ben şahidim. Annem askerin ayağının altını öptü. Ben, uzaktan hayretler içerisinde olanları izliyordum. Ağabeyimi alıp birkaç metre uzaklaşmıştık ki, bütün gençleri öldürdüler. Anneme, 'bu çetelerin ayaklarının altını nasıl öpersin' diyerek sert tepki gösterdim. Annem, 'kızım evlat çok değerlidir' dedi. O zaman evlat nedir bilmiyordum. Ağabeyimi alıp eve döndük. Annem olanları kimseye söylemememi, konuşmamamı istedi. Bizim orada 'rahat rahat konuşma yerin kulağı vardır' diye bir atasözü var. Annem konuşmamam, kendimi meşgul etmem için çarşıya gidip örgü ipi, boncuk ve şiş aldı." diye konuştu.
Tecavüz korkusundan dolayı Medine-i Münevvere'ye hicret ettiler
Bedir, "Yine bir gece saatinde gürültüyle kapı çaldı. Gelen dayımdı. Bir mektup getirmişti ama korkudan mektubu çorabının içerisine saklamıştı. Anneme, 'Fatıma! Medine-i Münevvere'den şifreli bir mektup geldi' dedi. Mektup babamdan gelmişti. Annem ile benim, Medine'ye götürülmemizi istemişti. Çünkü Esad'ın çeteleri babama 'eğer gelmezsen evindeki kadınları alıp işkence edip tecavüz edeceğiz' demişlerdi. Babam onur, şeref ve haysiyetini korumak istemişti. O zaman peçeli giyiniyor, ellerimizi dahi göstermiyorduk. Annem bir hafta içerisinde toparlandı ve birlikte Medine-i Münevvere'ye gittik. Babam, bizi görünce inanamadı. 'Allah'a şükür tecavüz ve işkence altında değilsiniz' diyerek sarılıp öptü." şeklinde konuştu.
"Eşimle aynı derdi paylaştığımız için mutluyum"
Medine'ye hicret ettikten iki sene sonra şimdiki eşimle evlendiğini ve ondan razı olduğunu vurgulayan Bedir, "Allah'a şükür eşim de İhvan-ı Müslimin'den. Bir abisi de şehit olmuş. Ramazan ayının dokuzuncu günü işkencelere dayanamayarak şehit oldu. Ancak 5 sene sonra ailesi, onun şehit olduğu haberini alabildiler. Eşimle aynı derdi paylaştığımız için mutluyum. Benim ailemde de onun ailesinde de çok şehit var. Bir yıl sonra eşim bir arkadaşıyla karşılaştı. Eşimin arkadaşı, Suriye'de tutuklu bulunduğu sıralarda işkencelere dayanamayarak Arabistan'da olduğunu ve zarar gelmeyeceğini bildiği için eşimin ismini verdiğini söylemiş. Bunun için helallik diledi. Eşim idamla yargılanan 17 kişilik listede dördüncü kişiydi. Eşim hemen Cidde'de bulunan konsolosluğa gitti. Olanları orada anlattı. Konsolosluk ona, diğer insanlar gibi hayatına devam etmesini istedi. Pasaport süresini de uzattılar." dedi.
Medine'de bazı dengelerin değişmeye başlamadığı 1993 yılında konsolosluğun eşine başka bir memlekete gitmeleri için tavsiyelerde bulunduğunu hatırlatan Bedir, o dönemden hemen sonra Türkiye'ye geldiklerini söyledi.
"Suriye'ye dönersen hem işkence hem de tecavüze uğrarsın"
Bedir, "Türkiyeli Ensarlardan Allah razı olsun. Merhametli, şefkatli insanlar. Annemden uzak ama yüzlerce anne buldum burada. Her zaman annemin Türkiye'ye gelmesini istedim. Annem, damadının evinde kalmanın çok zor olacağını, buzdolabını dahi rahatça açamayacağını söyleyerek reddetti. Çok ısrar ettim, kabul etmedi. 22 yıl boyunca annemi göremedim. Her zaman şifreli konuşuyorduk. Anne yağmur var mı? diye sorardım. Yağmur silah sesi, varil bombası demekti." ifadelerini kullandı.
Bir gün annesinin çok hastalandığını belirten Bedir, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
"Annem için İstanbul'daki konsolosluğa gittim. Bir dilekçe yazarak Suriye'ye gitmek istediğimi, annemi görmek istediğimi yazdım. Konsolos, 'kızım! Seni kendi kızım gibi görüyorum. Eğer benden nasihat duymak istiyorsan gitme. Gidersen Filistinlilere yapılan işkenceye muhatap kalırsın. O işkencenin altına giren bayanlar hemen tecavüze uğruyor. Nasıl olsa annenle konuşuyor, haberdar oluyorsun. Oraya gidersen hem tecavüz tehlikesiyle karşılaşır hem de annene uzak olursun. Onun için dilekçene imza atamam' dedi. Bende kemik erimesi var. Ancak hafızamı kaybetmekten korkuyorum. Doktora gittiğimde el işi örgü yaptığımı söyledim. Psikiyatri doktoru devam etmemi istedi. 'Eğer yapmasaydın çoktan kanser olurdun' diye de ekledi. Çok ağladığımı söyledim. Doktor ağlamaya devam et, içindekileri boşalt, ağlamazsan patlardın."
"Oğlum, ısrarlarıma dayanamayarak parçalanan bir kızın fotoğrafını kısa da olsa yaptığı belgesele ekledi"
Abdurrahman, Mahmut ve İbrahim adında 3 oğlu olduğunu ve küçük oğlu İbrahim'in henüz 6 yaşındayken babasının yurtdışına gittiğini söyleyen Bedir, "Türkiye'ye ilk geldiğimizde çok zengindik. Mülk Allah'tandır, gider gelir. Türkçe bilmediğimiz için yavaş yavaş mülkümüzü kaybettik. Sonra da borca girdik. Eşim Arabistan'a döndü. Ben de 3 çocuğumla birlikte buradaydım. Küçük oğlum yastığı mikrofon yaparak konuşuyordu. Ben, annecim kime konuşuyorsun? deyince, o da bütün insanlara konuşma yapmak istediğini söylerdi. Babası yurtdışından geleceği zaman beni arayıp çocuklar için ne hediye getirmesi gerektiğin sordu. Her birisine farklı hediye getirebileceğini ancak İbrahim'e mikrofon getirmesini istedim. Eşim İbrahim'in belgesel yapımcısı olmasını, bu şekilde insanların yaşadıklarını ekranlara taşımasını istiyordu. Babası durmadan belgesel çekimi için İbrahim'i teşvik ediyordu." ifadelerini kullandı.
2011 yılında Suriye'de devrim başladığını anlatan Bedir, "Ne zamana kadar sessiz kalacağız. Konuşmak lazım. Bir hadis-i şerifte 'haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır' diye buyuruluyor. Biz de hemen olanların belgesel olması için bazı fotoğrafları seçip İbrahim'e gösterdik. Vücudu kesilen bir kızın görüntüsünü yapacağı belgesele eklemesini istedim ama Türkiye halkının merhametli olduğunu ve bu görüntüye dayanamayacağını söyleyerek kabul etmedi. Hamza Hatip adında katledilen, hayaları kesilen birisi vardı. Oğluma bunun fotoğrafını eklemesini istedim ama onu da reddetti. O zaman bunu görmeyen insanlar nasıl inanacaklar? dedim. Israrlarıma dayanamayarak ağlamamam için vücudu parçalanan kızın çok kısa bir görüntüsünü ekledi." şeklinde konuştu.
"Yeni doğan bebekleri alıp iki parçaya ayırıyorlardı"
Esad taraftarlarının ellerinde gelen her türlü zulmü halka yaşattıklarına dikkat çeken Bedir, birebir şahit olduğu bazı manzaraları şöyle aktardı:
Benim memleketim İdlib ama 'Hama Katliamı' zamanında oradaydım. Hama-İdlib arası 4 saat ama orada olanları duymadık. Çünkü kamera yoktu. Ben her zaman şunu söylüyorum, bir kamera yüzbinlerce silaha bedel. Çünkü yüzbinlerce insana olanları seyrettiriyor. Hama katliamını Arabistan'a gittikten sonra duyduk. 27 gün içerisinde 40 bin insan katledildi. Ancak El Cezire tarafından yapılan belgeselde, bu rakamın 60 bin olduğu söyleniyordu.
İzlediği bir belgeselde, doğum uzmanı olan bir doktorun yaşadıklarını anlatan Bedir, "Hastaneye giren rejim güçleri hamile bayanları süngülerle öldürüyorlardı. Anneleri öldürdükten sonra bebeklerin kafasına sıkıyorlardı. Yeni doğan bebekleri alıp iki parçaya ayırıyorlardı. O bebeğin ailesi İhvan mensubu. Bir odadan başka bir odaya giriyorlardı. Kadınlardan birisi çok korktuğundan Esad taraftarı olduğunu Esad'ı sevdiğini söyledi." ifadesini kullandı.
Seçim günü annesiyle birlikte sandığa gittiğini söyleyen Bedir, "Seçim sandıklarında açık şekilde oy kullanılıyordu. Annem yazı yazmayı da bilmiyordu. Esad için 'evet' oyuna parmak bastı. Çıkışta anneme nasıl olur da 'evet' dersin diye çıkıştım. Annem bana, 'kızım, beni katlederlerse sana kim bakacak' dedi. 38 yıl sonra gidip annemin mezarını gördüm. Annemin alışveriş yaptığı yeri, geçtiği sokakları gördüm. Okulumu gördüm. Ben, lise okurken başörtüsü yasaktı. Okula örtümle gittim. Örtümü çıkarmamı istediler ama çıkarmadım. Sonra okul müdürü annemi çağırıp 'kızın çok zeki, okulu bırakmasın. Başörtüsü şeklinde bir şapka örün onu taksın' diye yol gösterdi. Müdür bey, bizi severdi. Başörtüsü gibi bir şapka ördüm ve başıma takarak okula gittim. Sınıfa girer girmez şapkamı gören öğretmen şapkamdan tutup çekti. Yere atıp ayağıyla çiğnedi. Bütün öğrencilerin gözü önünde saçımdan tutup başımı bir o yana bir bu yana döndürdü. Ben de hemen okuldan çıkıp gittim." dedi.
"Suriyeli çocuklardan birisi ağlayarak gelip kabak dolması istedi"
Geçen ramazanda Suriye'ye giderek çadır kentlerde bulunanlara etli pilav dağıttıklarını ancak çocuklardan birisinin ağlayarak gelip kabak dolması istediğini söyleyen Bedir, bunun üzerine mutfağa giderek neden çocukların talebinin karşılanmadığını sorduğunu ancak görevlilerin binlerce kişi için bunu yapmanın mümkün olmadığını ifade ettiklerini hatırlattı.
Bu olayın kendisini çok etkilediğini ve Türkiye'ye döndüğünde örgü ile kabak şekli yaptığını ve ona her baktığında o kızı hatırladığını belirten Bedir, Suriye dramını anlatan bazı sembolleri, ayakları, kolları kopan çocukların temsilini örgü ile yaptığını söyledi.
Örgülerden yaptığı bir bebeğin en alt kısmına Suriye, ortasına Türkiye bayrağı ve en üste de Kudüs'ü işleyen Bedir, Kudüs sevdalısı olduğunu ve asıl hedeflerinin Kudüs olduğunu vurguladı.
"Bir lira veren, bir bardak su veren, bir ceket verenden Allah razı olsun"
Bedir, "Suriyeli muhtaçlar için bir lira veren, bir bardak su veren, bir ceket verenden Allah razı olsun. Eski kıyafet de olsun fark etmez. Ben eski kıyafetleri alıp yerine yenisini koyuyorum. Kendimi orada bulunanların yerine koyarak eskileri yıkamadan kendim giyiyorum. Bunu nefsimi kırmak için yapıyorum." dedi.
"Çadır kentlerde açlık ve soğuk had safhada"
Suriye'ye son olarak 30 Aralık tarihinde gittiğini ve orada bulunanların çok zor durumda olduğunu hatırlatan Bedir, çadır kentlerde şahit olduğu bazı anılarını şu şekilde aktardı:
Çadır kentin içine girer girmez baktık ki su basmış. Çocukların ellerine krem sürmek istedim. Çocuklar, 'teyze bak yemin ediyorum ellerim çatlak.' dedi. Tüm eşyalarını başka bir yere taşıyan bir bayan geldi. Baktım ki, elleri tahta gibi olmuş. Bunun kayıtları bende var. Tırnak makası aldım baktım ki, çocuklar gelip 'teyze yemin ediyorum bir aydır tırnaklarımızı kesemedik. Yaşlı bir amca geldi o da aynı şeyi söyledi. Eczacı bir arkadaş vitaminli şeker getirmişti. Şekerleri dağıtmaya başladı. O arada yaşlı bir amca 'kızım torunum çadırın altında. Yağmurdan dolayı çıkaramadım. Onun için bir şeker alabilir miyim? dedi. Başka bir amca gelip 'benim de canım çekti' deyip şeker aldı. O şekerler çok bereketliydi. Çantamda hala bir tane var.
"Şampuanı verince kızlar, yemek zannetti ve yemeye çalıştılar"
Bütün insanlara yardım etmek, onlara yardım toplamak istediğini ifade eden Bedir, anılarına şöyle devam etti:
Bir önceki gidişimizde çocukların saçlarına 'bit girmiş' diye bit şampuanı aldık. Şampuanı verince kızlar yemek zannetti ve yemeye çalıştılar. Onları hemen durdurdum ve bunun bit ilacı olduğunu söyledim. Onlar da kafalarını kaşıyarak bana, 'teyzem alıştık. Şampuan istemiyoruz. Açız aç aç. Keşke bunu almasaydınız. Bunun yerine süt olsaydı daha iyi olurdu' dediler.
Anılarını anlatmaya devam eden Bedir, "Suriyelilerin süte, bisküviye ihtiyacı var. Bisküvi dağıtırken utana utana yaşlı bir teyze geldi. Görevli, yardımın sadece çocuklar için olduğunu ve teyzenin sıraya girmemesini söyledi. Teyze de 'yavrum ben de açım. Yemin ediyorum açım.' dedi. Başka biri geldi ve yiyecek bulamadıkları için 3 gündür oruçlu olduklarını söyledi. Çocuklar genellikle parmaklarını emiyorlar, elbiselerinin yakalarını emiyorlardı. Dikkatimi çekti ve bunu neden yaptıklarını sordum. Çocuklar öyle yapınca tokluk hissettiklerini söylediler. Orada açlık var, soğuk var. Kat kat giyinmemize rağmen oradaki soğuğa bir saat dayanamadık. Oradaki soğuk cehennem soğuğu gibi. Her ne kadar üşüsek de en azından ısınabiliyor, banyo yapabiliyoruz. Orada tuvalet yok. Olanlar da 10 dakika uzaklıkta. Çadır eksik, çadırı olanlar kendilerini büyük nimet içerisinde hissediyorlar." şeklinde konuştu.
Dolmalık kabak şekliyle başladığı örgüden sonra farklı hikayeleri de ören Bedir, örgülerine daha fazla para verilmesi için örgülerin ölümünden sonra Suriyeli yetimler için açık arttırma ile satılmasını istedi. (Nizamettin Aşkın-İLKHA)